"Ey güzel dil, bir coşkun ırmağısın sen yurdumun;
Senin meçhul günleri naklediyor kumsalların…
Sende aziz dağların, beldelerin sesleri var,
Ben o elmas sorguçlu hakanları sende duydum.
Sende birçok şairler, kahramanlar haykırmışlar;
Sendedir ki ecdadın tarihini dinliyorum."

Mehmet Emin YURDAKUL

Söz, insan şahsiyetinin şiarıdır.

Yuhanna incilinin ilk cümlesinde "Önce söz vardı." dense de söz insanlıkla yaşıt bir kavramdır. Doğrusu "İnsanla birlikte söz de vardı." dense yeridir.  Gerçi Yuhanna'nin ilk cümlesindeki söz, Allah katındaydı. İnsanın yaratılışıyla birlikte insan katına da inmiş oldu.

Söz, insan şahsiyetinin şiarıdır. Onun içindir ki "Söz senettir." deriz. Söz karakter hamurunun suyudur. Ne azı ne de çoğu makbuldür. Kıvamında olması esastır. Sözün yerinde ve zamanında söylenmesi, bir de yürekten söylenmesi gerekir. Söz duyguların kanadıdır. Türkçenin yüz akı Yunus Emre'miz sözün anlamı ve önemiyle ilgili olarak şu mısraları söylemiştir: "Sözü bilen kişinin, yüzünü ak ede bir söz/Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz/Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı/Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz//Kişi bile söz demini, demeye sözün kemini/Bu cihan cehennemini, sekiz cennet ede bir söz/Yunus şimdi söz yatından, söyle sözü gayetinden/Pek sakın o şah katından, seni ırak ede bir söz"

Dil, insanı insan yapan çok önemli değerlerden biri, belki de birincisidir. Biz dilimizle, onun sayesinde  insanız. Dil olmasaydı duygu ve düşüncelerimizi ifade edemezdik. Bizi diğer varlıklardan ayıran özellik konuşabilme kabiliyetimizdir. Onun dışında diğer canlılardan ayrılan çok fazla bir yönümüz yoktur. Mesela her canlı yer, içer, nefes alır; hayatını bir şekilde sürdürür. Fakat insan bunları yapmanın yanında davranışlarını bilinçli gerçekleştirir. Duygularını söze döker. Dil, insan olmamızın somut bir kanıtıdır.

Geçiş Dönemi eserlerimizden biri olan Kutadgu Bilig'de dilin ve sözün önemine dair aforizma niteliğinde birbirinden kıymetli beyitler vardır. Bu beyitlerden birinde haklı olarak "Toguglı ölür kör kalır belgü söz  sözüng edgü sözle özüng ölgüsüz" (Bak, doğan ölür; ondan eser olarak söz kalır; sözünü iyi söylersen ölümsüz olursun.)" denir.

Dil, bilinen en gelişmiş iletişim aracıdır.

Başka iletişim vasıtaları olsa da dil bilinen en gelişmiş iletişim aracıdır. Dil dışındaki hiçbir iletişim aracı dilin yerini hakkıyla ve lâyıkıyla tutamaz. Birçok kadim filozof, insanı diğer varlıklardan ayırırken ona “hayvan-ı natık/konuşan canlı” demiştir. Dil etten kemikten olan insanı tamamlar. Yusuf Has Hacip'in "Kişig til ağırlar bulur kut kişi/Kişig til ucuzlar barır er başı" (Kişiyi dil kıymetlendirir ve kişi onunla mutluluk bulur; kişiyi dil kıymetten düşürür ve dili yüzünden başı gider.)" sözü bu hakikate vurgu yapmaktadır.

Kâinatın gözbebeği olan insanoğlunun alâmet-i farikası olan dili tanımlamak ve belli bir kalıba sokarak anlatmak onu sınırlandırmak demektir. Yine de bugüne kadar birçok insan, dili kendince tanımlamış, bu konu üzerinde bir hayli kafa yormuştur. Fakat hiçbir tanım, dili hakkıyla ve lâyıkıyla  ifade edememiştir. Her tanım dilin özellikle bir yönünü ortaya koymuştur. Bence mevcut tanımlar içerisinde en kuşatıcısı Muharrem Ergin'in şu tanımı olmuştur: “Dil insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıta; kendisine mahsus kanunları olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış gizli antlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş içtimaî bir müessesedir."

Dil bize atalarımızın değerli bir mirasıdır. Onu atalardan teslim almışız, vakti gelince biz de onu çocuklarımıza teslim ederek bu fani dünyadan göçeceğiz. Onu doğru ve yerinde kullanmak, yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak millî ve insanî borcumuzdur. Aksi takdirde dil birliği olmazsa vatan ve düşünce birliği de olmaz. Kısa zamanda dağılır, gideriz. Dile önem vermeyen milletler kültür ve medeniyetlerini geleceğe taşıyamazlar, böylelikle zamanla millet olma vasıflarını kaybederek sıradan topluluklara dönüşürler.

Dil demek, millet demektir. Kalbimiz de, beynimiz de, zihnimiz de bir yönüyle dile bağlıdır. Dilini koruyamayan milletler ilini de koruyamazlar. Bizi biz yapan dilimiz, kimliğimizin ve kişiliğimizin boy aynasıdır. İnsana dair duygularımızı, düşüncelerimizi, hayallerimizi, sevgilerimizi ve özlemlerimizi onunla ifade ederiz. Tarihte, dilini kaybettiği hâlde dinini ve kimliğini muhafaza eden millet yoktur. Bir Türkçe ve Türkiye sevdalısı olan merhum Oktay Sinanoğlu'nun dediği gibi "Türkçe giderse Türkiye gider." (maazallah)

Türkçe kendisine âşık olunacak kadar nazik ve naif bir dildir.

Türkçe kendisine âşık olunacak kadar nazik ve naif bir dildir. O, bizim ana dilimizdir. Yahya Kemal'in deyimiyle "Türkçe ağzımızda annemizin ak sütü gibidir.” Türkçe deyince  heyecanlanan Mehmet Kaplan Hoca şu güzel ve isabetli görüşleri dile getirmiştir:  “Anneler çocuklarına sütleri ve sevgileriyle beraber onlar kadar güzel, onlar kadar besleyici bir şey daha verirler: Dil. Dil analardan öğrenildiği için bir insanın kendi diline "ana dili" denilir. Biz, daha sonra, istersek başka dilleri de öğrenebiliriz ama onlar hiçbir zaman ana dilimizin yerini tutmazlar. Ana dil bizi ailemize, akrabalarımıza, milletimize, tarihimize bağlar.”

Bizi birbirimize kenetleyen aziz Türkçeyi henüz beşiklerimizde uyumaya hazırlanırken ilk kez annelerimizin ninnilerinde duyduk ve sevdik. Onun o güzel ezgisi bizi uykunun derin sularında yüzdürdü. Tesiri altında masmavi rüyalara daldık. Onu konuşanların ağzından söz değil sanki bal aktı. Ozanların dilinde ve telinde şakıdı nazlı bülbüller misali. Onu yazan kalemlerin ucunda çiçekler göğerdi. Türküler onunla sildi kulaklarımızın pasını.

Azerbaycanlı şair Bahtiyar Vahapzade "Ana Dili" adlı şiirinde "Dil açanda ilk defa ‘ana’ söylerik biz/‘Ana dili’ adlanır bizim ilk dersliyimiz/İlk mahnımız laylanı anamız öz südüyle/İçirir ruhumuza bu dilde gile-gile./Bu dil – bizim ruhumuz, eşgimiz, canımızdır,/Bu dil -birbirimizle ehdi-peymanımızdır./Bu dil – tanıtmış bize bu dünyada her şeyi/Bu dil – ecdadımızın bize goyup getdiyi/En gıymetli mirasdır, onu gözlerimiz tek/Goruyub, nesillere biz de hediyye verek." diyerek bu dile verdiği değeri, sözün büyülü gücüyle dile getirir.

Dil, ait olduğu ülkenin içinden geçen bir nehir gibidir. Geçtiği topraklarda yaşayanlara hayat verir. Beslemekle kalmaz, geçtiği yurtlardaki küçük derelerden ve çaylardan da beslenir. Neticede bütün bir milletin değerlerini içeren bir medeniyet deryasına dönüşür.

Dileklerimiz, yasımız, figanımız, feryatlarımız, gülmemiz, ağlamamız ve duamız hep Türkçedir. Bağlarımız, dağlarımız, ovalarımız, yaylalarımız, nehirlerimiz, ırmaklarımız, göllerimiz, denizlerimiz, bahçelerimiz, bitkilerimiz, ağaçlarımız ve cümle ormanlarımız lisan-ı hâl ile olsa da Türkçe konuşur. Rüyalarımızın dilidir Türkçe. Zira Kırım'ımız, Kerkük'ümüz, Urumçimiz, Karabağ'ımız, Gümülcine'miz,  Buhara'mız, Semerkant'ımız, Taşkent'imiz, Bakü'müz, Türkistan'ımız, Akmescit'imiz, Lefkoşa'mız, Girne'miz, Astana'mız, Almatı'mız, Bişkek'imiz, Aşkabat'ımız, Merv'imiz, Nahçıvan'ımız, Kırcaali'miz, Mostar'ımız, Üsküp'ümüz, Priştine'miz, Kazan'ımız, Ufa'mız, Tebriz'imiz Türkçe görür rüyalarını.

Ses bayrağımız olan Türkçe, okullarımızda hakkıyla ve lâyıkıyla öğretilmelidir.

Ses bayrağımız olan Türkçe, okullarımızda hakkıyla ve lâyıkıyla öğretilmelidir. Türkçenin yapısına uygun olmayan kelime türetme yollarından uzak durulmalıdır. Başta okullar olmak üzere; radyolarda, televizyonlarda, gazetelerde, tiyatrolarda ve  bütün devlet kurumlarında Türkçenin büyük bir özenle ve hassasiyetle kullanılması elzemdir. Toplumun benimsemediği kelimeler tercih edilmemelidir. Bu iş asla bir oldubittiye getirilmemelidir.

Gelinen noktada görünen o ki ses bayrağımız olan Türkçe, dünyanın en zengin ve en kullanışlı dillerinden biridir. Fakat ne yazık ki Türkçemize bugüne kadar gereken önemi verememişiz. Ona çoğu kere ideolojik gerekçelerle suni müdahalelerde bulunmuşuz. Onun kendi doğal yatağında akmasına izin vermemişiz. Tabir caizse kenardan çomak sokmuşuz. Bunun başlangıcı Arapçanın ilim, Farsçanın edebiyat dili haline getirildiği Orta Çağ'a kadar indirilebilir. Öte yandan Cumhuriyet dönemine geldiğimizde dil işine siyaset de girmiştir.

Türkçenin yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarılması ve kontrol altında tutulması için öncelikle bu işin ilmini bilen dil bilginlerinden oluşan bir Dil Akademisi kurulmalıdır. Bu akademi ilmî bir yaklaşımla dile yön vermelidir. Bu işle uğraşanlar siyasetçiler değil dilciler olmalıdır. Zira dil hafife alınacak bir iletişim vasıtası değildir, ilim ve metot işidir.

Dil canlı bir varlık olduğu için tıpkı bir ağaç gibi zamanla eskiyen yanlarını yeniler. Bir çeşit otokontrol mekanizmasını çalıştırır.  Onu doğal akışına bırakmak gerekir. Şair Ahmet Haşim, "Kelimelerin Hayatı" adlı yazısında ne güzel söylemiş: "Hiçbir şey lisan kadar bir ağaca müşabih (benzer) değildir. Lisanlar-tıpkı ağaçlar gibi- mevsim mevsim rengini kaybeden ölü yapraklarını dökerler ve tazelerini açarlar. Lisanın yaprakları kelimelerdir."

Kültür ve medeniyetin taşıyıcısı olan dil, toplumların temel yapı taşıdır.

Kültür ve medeniyetin taşıyıcısı olan dil, toplumların temel yapı taşıdır. İnsanı varlık dünyasına taşıyan ve orada güçlü biçimde tutunmasını sağlayandır dil. Dil aynı zamanda geçmişle geleceği birbirine bağlayan  sağlam bir köprüdür. Geçmiş ve gelecek nesiller bu muhkem köprü sayesinde birbirlerine kavuşur, birbirlerinden haberdar olurlar. Bu köprü zaman içerisinde eskiyip bozulabilir. Onun içindir ki bu köprü, temeline zarar vermemek şartıyla zaman zaman elden geçirilmeli, eskiyen ve aksayan yanları sağlam malzemeyle tamir edilmelidir. Şayet onun bozulmasını seyredersek o köprüden emniyetle geçemeyiz.

Dil, millî kültürün temelini teşkil eder. Kültür ve medeniyet onun temelleri üzerine inşa ve ihya olunur. Millî şuur ve millî birlik onunla uyanık kalır. Bizi yok etmek isteyenlerin, işe dilden başlamaları tesadüf değildir. Dil hassasiyeti ortadan kalkınca gerisi çorap söküğü gibi gelir. Bu noktada Yahya Kemal'in şu sözlerine kulak vermek gerekir: "Vatan fikri bizde daima vardı; fakat, Namık Kemal'in bu fikri kalbimizde yeni bir nefesle uyandırdığı günden beri daha uyanığız. Onun vatan fikrini uyandırdığı gibi, bir diğer Türk şairi çıkıp da lisan fikrinin kutsiliğini uyandırsaydı, bize öğretseydi ki bizi ezelden ebede kadar bir millet hâlinde koruyan, birbirimize bağlayan bu Türkçedir, bu bağ öyle metin bir bağdır ki vatanın  hudutları koptuğu zaman bile kopmaz, hudutlar aşırı yine bizi birbirimize bağlı tutar. Ancak çekildiği yerler vatanlıktan çıkar, vatanın kendi gövde ve ruhu Türkçedir. "

Dil, edebiyatın malzemesi ve taşıyıcısıdır. Edebiyat onunla soluklanır. Onunla şekillenir hisler. Kelime bakımından zengin olan dillerin bu özelliği edebiyatlarına da olumlu olarak yansır. Dilin gücü edebiyata, edebiyatın gücü de dile yansır. Zira milleti millet yapan dili ve kültürüdür. Milletler ancak dilleri ve kültürleri sayesinde varlıklarını koruyabilirler. Dil ve kültürü birbirinden ayrı düşünmek asla mümkün değildir. Zira dil olmadan kültür olamayacağı gibi, kültür olmadan da dil olamaz. Dil kültürü, kültür de dili besler. Dil, en etkili kültür aktarıcısıdır. "Kökü mâzide olan âti" ancak dille gerçekleştirilebilir.

Türkçe, irfan çeşmesinin suyudur; ilim kapısının eşiğidir.

Ferhat'ın Şirin'ini, Kerem'in Aslı'sını, Tahir'in Zühre'sini, Kamber'in Arzu'sunu, Emrah'ın Selvihan'ını, Mahmut'un Elif'ini ikna ettiği gönül dilidir Türkçe. Dağ başlarında açan kır çiçeğidir. Vuslattır aşk acısıyla yanıp tutuşan yüreklerde.Türkçe, irfan çeşmesinin suyudur; ilim kapısının eşiğidir. Türkçe bir meşale gibi ışık saçar bütün karanlıklara. Soylu çınarlar yetişir köklerinden. O, nefret köprülerini yıkıp sevgi köprüleri kurar yüreklerden yüreklere. Acıyı siler süpürür körpe gönüllerden. Onulmaz yaralara merhemdir. Sımsıcak bir tebessümdür solgun dudaklarda. Zemherilerde üstümüze örtülen yorgandır. Gözlerimizin feridir aydınlığın gölgelendiği demlerde. Nihayet vicdanımızın sesidir. Barışa uçan nazlı bir güvercindir; gerekli olduğunda da bir şahindir savaşın kucağında. Geçit vermez yüce dağların belidir. Arıdır, kovandır, baldır. O; dünden bugüne, bugünden yarına uzanan muhkem bir köprüdür. Ancak bu köprüden geçenler kendilerini selâmet sahilinde bulur.

“Dil, düşüncenin evidir.” demiş  Alman filozof Heidegger. Fikirlerimiz o evde hayat bulur. O ev ki hayatımızın çoğu onun içinde geçer. Bu evi, içinde yaşadığımız evler gibi tertemiz tutmak lâzım. Olur olmaz, çöp kabilinden sözlere kapıları sıkı sıkıya sürmelemek gerek. Türkçeyi ne idüğü belirsiz kelimelerle doldurmak bu soylu dilin kaderi değildir.

Bizi bir millet halinde toplayan ve imparatorluğa dönüştüren Türkçemiz bir zamanlar üvey evlât misali dışlansa da  Anadolu Beylikleri zamanında “Bugünden sonra hiç kimse sarayda, divanda, meclislerde ve seyranda Türk dilinden başka dil kullanmayacaktır.” fermanıyla Türkçeyi resmî devlet dili ilân eden Karamanoğlu Mehmet Bey’in samimi gayretlerini de unutmamak gerekir. Buna 12. yüzyılın ilk Türk tarikat lideri olan Hoca Ahmet Yesevî'nin ve onun müritlerinin Türkçe sevgisini ve hassasiyetini de eklemeliyiz. Öte yandan birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz Millî Mücadele yıllarında Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin'in dilde millileşme çalışmaları takdire şayandır. Cumhuriyet’in ilânından sonra Atatürk'ün gayretleriyle dilde sadeleşme girişimi başlatılsa da bu gayretler, özellikle Atatürk'ün ölümünden sonra gerçek mecrasını kaybederek dile zarar verecek bir noktaya evrilmiştir. İyi niyetle çıkılan yol bir kısım kötü niyetliler yüzünden menziline ulaşamamıştır.

Dil (Türkçe) bizim aydınlık geleceğimizdir.

Dil (Türkçe) bizim aydınlık geleceğimizdir. Onun içindir ki dilini koruyan, geleceğini korur. Dili kirletmemek lâzım. Çünkü dil kirliliği hiçbir kirlilikle kıyaslanamayacak kadar hayatî bir öneme sahiptir. Dil kirliliği ne çevre ne toprak ne de su kirliliğine benzer. Dil kirlenince düşünce de kirlenir, düşünce kirlenince de ahlâk kirlenir, ahlâk kirlenince kalp kirlenir. Kalp kirlenince çekirdek aileden devlet yönetimine kadar her alanda bozulmalar başlar.

Millet olarak okullarımızda Türkçenin doğru kullanılması için öğrenciler ve öğretmenler olarak büyük çaba harcamalıyız. Güzel Türkçemizi yarınlarımız olan çocuklarımıza sevdirmeliyiz. Bunun yolu da doğru zamanda doğru kitaplar okumaktan geçer.

Dil en güzel düşüncelerimizin doğup büyüdüğü yerdir. İnsan bitkiyse dil de ona hayat veren ve onu yeşerten su gibidir. O olmasaydı gönlümüz kavruk çöllere dönerdi. Sözlerimi büyük Türkçü Ziya Gökalp'in "Lisan" şiirinden aldığım şu anlamlı dörtlüklerle bitirmek istiyorum: "Güzel dil Türkçe bize,/Başka dil gece bize./İstanbul konuşması/En sâf, en ince bize.//Lisanda sayılır öz/Herkesin bildiği söz;/Ma'nâsı anlaşılan/Lûgate atmadan göz.//Uydurma söz yapmayız,/Yapma yola sapmayız,/Türkçeleşmiş, Türkçedir;/Eski köke tapmayız.//Yeni sözler gerekse,/Bunda da uy herkese,/Halkın söz yaratmada/Yollarını benimse.//Yap yaşayan Türkçeden,/Kimseyi incitmeden./İstanbul'un Türkçesi/Zevkini olsun yeden.//Türklüğün vicdanı bir,/Dini bir, vatanı bir;/Fakat hepsi ayrılır/Olmazsa lisânı bir."

Özetle dilini koruyan geleceğini korur, koruyamayanlar da yarınlarını ziyan eder.