Gönüllerde hayat süren diriler

Bilginin olduğu bir yerde, bir öğrenenin bir de öğretenin olması kaçınılmazdır. Öğreten kimi zaman bir kitap kimi zaman bir olay kimi zaman bir olgu olabilir. İsimler kimi zaman usta-çırak kimi zaman hoca-talebe olarak değişebilir. Ama en esaslı eğitim kalple gerçekleşir. Kalp dendiyse göğüste sadece atıp duran bir organ değil, çeşitli zorlukları göğüsleyerek büyüttüğü bir yüreği taşıyan insandır kastedilen. Kişiye bilmediğini öğreten, bilginin sadece teorik kısmını değil onu yaşayarak lisan-ı hâli ile gösteren ve dahası çoğu şeyi çırağının da yüreğine nakşeden bir ustadır bu. Kalpten kalbe kurulan uzun bir yolculuktur usta ve çırağın yolculuğu. Nitekim çırak, ustasının çizgisini devam ettiren yegâne mirasçıdır. İlimde de böyledir, her talebe hocasından izler taşır bağrında.

OKU!

Yüce Kitabımızda ilk emir “Oku!” olmuştur. Bu emirle adeta “Okumak” için yaratıldığımız ve tüm bu okumaların “Yaratan Rab” adına olması gerektiği öğretilmiştir. Bir diğer yandan bu emir yalnızca zahir anlamda bir okuma eyleminden değil, zerreden kürreye, zahirden bâtına tüm işler, işleyişler üzerine kalben bir okuma gerçekleştirmemiz gerektiğinden bahsetmektedir. Öyleyse insanın en temelde kendisini, sonra içinde yaşadığı ve büyüklüğü karşısında yalnızca bir nüvesi olduğu kâinatı, ardından bu kâinat içerisinde yegâne mutluluk formülünün yer aldığı ve adeta bir kullanma kılavuzu görevi gören Kur’an-ı Kerim’i okuması, anlaması ve yaşama çabasında olması gerekmektedir.

'Bu hadis sahih mi? Böyle bir hadis var mı?' sorularına cevaplar 'Bu hadis sahih mi? Böyle bir hadis var mı?' sorularına cevaplar

Bu gereklilik nihayetinde bir yolculuğa işaret eder ve her yolculukta bir rehbere ihtiyaç duyulur. Bu nedenle olsa gerek yüceler Yücesi Rabbimiz her kavme, yolculuğa çıkmak isteyen her yürek sahibine öncülük etmeleri için peygamberler göndermiştir. Peygamberler kimi zaman kavimlerinin maddî-manevî yıkıntı ve yıpranışlarını imar eden bir usta, kimi yerde onların dünya ve ahiretlerine dair bilmediklerini öğretme ve kuraklaşmaya yüz tutmuş yüreklerini ilim ve hikmetle diriltme görevi gören bir hoca ve çoğu zaman dikenlerle bezeli bir yolda usulünce vusule ermeleri için rehber olmuşlardır. Onların ardından bu kutlu ve ağır vazife, tebliğlerinin yegâne mirasçısı olan âlimlerin omuzlarında taşınmıştır. Nitekim durumun böyle olduğunu Fahr-i Cihan Efendimiz (s.a.) şöyle buyurmak suretiyle beyan etmiştir: “Âlimler, peygamberlerin vârisleridir.”[1]

Değersizlik içindeki değer

“Vâris” ve “miras” gibi kelimeleri duyunca aklımıza ilk olarak kişiye kalan mal-mülk, bağ-bahçe, ev, araba gibi fâni hayata dair fâni araç-gereçler gelir. Dünya hayatının süsü ve ahiret nimetleri karşısında az bir meta olan bu ihtiyaçlar için ömürlük hesaplar yapar ve debelenip dururuz. Oysa hakikî miras ve peşi sıra elde etmek için uğraşılacak yegâne değerler, Resul-i Kibriya (s.a.) tarafından şöyle tarif edilmiştir: “Dünya ve onun içinde olan şeyler değersizdir. Sadece Allah’ı zikretmek ve O’na yaklaştıran şeylerle, ilim öğreten âlim ve öğrenmek isteyen öğrenci bundan müstesnadır.”[2]

Hadis-i Şerif’te zikri geçen değerleri ikili bir sınıflandırmaya tabi tutmak gerekirse dünya bir yana âlim ve ilim yolcusu bir diğer yana konmuş gibidir. Ve dahası terazinin kefesinde âlimin kıymeti bütün dünya ve içindekilerden hayırlı ve ağır addedilmiştir. Çünkü âlimler öğrettikleri bilgiler ve ihya ettikleri kalpler sayesinde fâni hayatlarından sonra adeta gönüllerde hayat süren dirilerdir.

Açık defter sahipleri!

Rabbanî âlimler, peygamberlerden sonra halkla Hakk arasında köprü kuran zirve şahsiyetlerdir. Onların kıymeti, meşgul oldukları işle mukayese olunur. Onları Allah katında değerli kılan, Rab Teâlâ’nın kıymet verdiği, “Çalışanlar bunun için çalışsın.”[3] buyruğundaki ilim ve hikmet sebebiyledir. İbadet ehli bir kimse, yaptıklarının sonucunu bizatihi kendisi görürken âlimlerin yaptıkları olumlu ya da olumsuz tutum ve davranışların tümü bütün toplumu etkiler.

Âlimler, tıpkı yeryüzündeki kurak bir toprağa gökyüzünden inen ve orayı yeşillendirip münbit bir hâle getiren yağmur misali mümin kulların gönüllerini kurak bir toprağa çeviren gafleti, günahları, kötü hasletleri ilim ve hikmet iksiriyle dirilten gönül doktorlarıdır. Bu nedenle onlar Cenab-ı Hakk’ın kendilerini sevmesinin ikramı olarak gönüllerde âbâd ettiği isimlerdir. Nitekim onların “defterleri açık şahsiyetler” olduğu şu Hadis-i Şerif’te bizlerin dikkatine sunulmuştur: “İnsan ölünce üç ameli dışında bütün amellerinin sevabı kesilir: Sadaka-i cariye, kendisinden istifade edilen ilim, arkasından dua eden hayırlı evlât.”[4]

Hadis-i Şerif’te “istifade edilen ilim” cümlesiyle anlaşılan şeyin sadece bir âlimin ardı sıra bıraktığı ciltlerce kitap olduğunu varsaymak noksan bir anlayış olsa gerektir. Zira bir âlim, yalnızca ardında bıraktığı kitapları sayesinde değil, yetiştirdiği ve yetişmesine vesile olduğu talebeleri sayesinde de ilminden istifade edilmesini devam ettirir. Hatta denilebilir ki ilim için yazılmış bir kitap, istifade edinilmesi için açılıp okunmaya muhtaçtır. Fakat yetiştirilmiş bir talebe yürüyen bir kitap yani nefes alan ilim kaynağı niteliği taşır. Her fiilinde hocasından izler yansıtarak onu gören herkese alabildikleri ölçüde ilim, hikmet ve irfan nurları saçar. Bu sayede kendileri güzel anıldıkları gibi hocalarının da kıyamete kadar güzel anılmalarına vesile olurlar. Bundandır ki ilim yolcuları kendilerinden ders aldıkları hocalarının huzurunda veya gıyabında üstün bir hürmet kuşanmışlardır.

Ulemanın büyüklerinden Şu’be b. Haccâc (Rahmetullahi Aleyh), “Ben bir kişiden bir hadis, ilim öğrendiğim zaman, yaşadığım sürece onun kölesi olurdum. Her ne zaman onunla karşılaşsam hâlini hatrını (ve yapabileceğim bir hizmetinin olup olmadığını) sorardım.”[5] demek suretiyle ulemaya verdiği değeri ifade etmiştir.

Yeryüzünün yıldızları

Âlemlere rahmet olan Efendimizin (s.a.) ardından kutlu mirası paylaşan ve omuzlayan onun kıymetli arkadaşları Ashab-ı Kiram olmuştur. Onların ardı sıra ise kıyamete kadar sancağı devam ettirecek Rabbanî âlimler zümresi davayı omuzlamıştır. Bu iki zümrenin her biri karanlık gecelerde insanların yollarını aydınlatan yıldızlar gibi, akıllardaki ve gönüllerdeki karanlıkları ilmin nuru ve hikmetin ışığıyla bertaraf etmişlerdir. Niyazımız, ilim yolunda ömürlerini veren bu isimlere layıkıyla talebe olabilmek ve kıyamet günü şefaatlerine erebilmektir.

Songül Anük

Trabzon Üniversitesi-HADİS ANABİLİM DALI

Hüma dergisi

 

[1] İbn Mâce, “Fezâil”, 223

[2] Tirmizî, “Zühd” 14; Ayrıca bk. İbni Mâce, “Zühd”, 3

[3] Saffat Suresi 62; Mutaffifin Suresi 26

[4] Müslim, “Vasiyyet”, 14; Ayrıca bk. Ebu Davud, “Vasâya”, 14; Tirmizî, “Ahkâm”, 36

[5] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Öğrenimi ve Güncel Boyut, İFAV Yayınları, s. 44