Şafak Çelik: ‘Ben bugün yazıyorum ama yüzlerce yıl önce de okunsaydı bu şiirin okurda bir karşılığı olabilsin istiyorum.’

"Şairin yaşamında birey olarak toplumla kesiştiği noktaların çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yani hepimiz bireysel yaşamımızda edindiğimiz bilgi, tecrübe, inanç, görüş, kültür, yaşayış gibi şeyleri içinde bulunduğumuz çağın ve toplumun kendi akışında çarpıştırıyoruz. Bu noktalarda uyumlu olduğumuz kadar uyumlu olmadığımız konular da ortaya çıkıyor. Şiir zaten bir uyumsuzluk hâli olduğu için şiiri buradan çıkarmamız, burada bulmamız çok normal. Sanatçı için bu itiraz, yeri geliyor yaşam amacı oluyor. Eser de bu amacın somut hâli olarak karşımıza çıkıyor."

Şafak Çelik: ‘Ben bugün yazıyorum ama yüzlerce yıl önce de okunsaydı bu şiirin okurda bir karşılığı olabilsin istiyorum.’

Türk edebiyatında beş şiir kitabı ve bir poetikayla yer aldınız, yer açtınız, söz söylediniz. İlk şiir kitabınızın adı ‘‘İlk Değilim Üstelik’’. Bu isimden hareketle şu soruları sormak isterim, şiirde ‘‘ilk’’ ne kadar mümkündür, şiir nereden başlar, nereye varmak ister?

Hocamız A. Ali Ural, “Edebiyat göğünde bütün yıldızlara yer var,” der. Yer açmak bahsinde kendimi gökte, yüksekte görmek durumunda değilim. Gök burada genişliği ifade etmek için var. Yer açmak denildiğinde birilerini itip, çekip, kaydırıp, sıkıştırıp bir alan, boşluk içine yerleştiğimiz düşünülebilir, böyle değil. Siz bir eser ortaya koyduğunuzda o yerini buluyor, evren boşluk kabul etmiyor.Şafak Çelik: ‘Ben bugün yazıyorum ama yüzlerce yıl önce de okunsaydı bu şiirin okurda bir karşılığı olabilsin istiyorum.’

Sorunuzun ikinci kısmına geldiğimizde ilk olmak üzerine dikkatimizi vermemiz gerekiyor. Benim ilk kitabıma ismini veren o dize, dünyadaki varlığımızın köksüz, temelsiz, sebepsiz olmadığını belirtmek için yazılmış bir dizeydi. Günümüzde yaşamın merkezine kendisini koyan modern insana bir hatırlatma amacı taşıyordu. Hayatın merkezinde gördüğü “ben”in hem biricik hem çoğul olduğunu ifade etmek için yazılmıştı. Elbette insan eşrefi mahlûkat olarak merkezdedir ancak bunu her insanın kendini merkeze koyduğu bir narsisizm olarak anlamamak gerekir. Merkez, insandır ancak her insan teki değil, bütünüdür. Bunu tarihle, gelenekle, felsefeyle, inançla açıklayabilirsiniz.

Sorunuzun son bölümüne bakınca şiirde ilk, başlangıç ve varış noktası üstüne düşünmemiz gerekiyor. Ezelî olan mıdır şiir? Kimine göre Hz. Âdem’in cennetten çıkarılmanın acısıyla dünyada ilk söylediği şey şiirdir, kimine göre Habil’in ölümünden sonra söyledikleridir. Günümüzde bir şairin, ben ilk ve yeni bir şey söylüyorum, demesi mümkün müdür? Kendisinden önce yazılan, reddetse bile kendisinden önce yazılan şiirin onun şiirine katkısı, etkisi yok mudur? Nereye varmak ister sorusuna gelince benim için cevap, hepimizin varmak istediği yerdir.

“düştüm ilk değilim üstelik”, “oysa herkes en az bir kere düşmüştür dünyaya”. Bu iki dizenizde geçen düşmek imgesi diğer eserlerinizde de öne çıkıyor. Düşmek eylemi sizin için sonlanmayan bir şey midir? Yani son âna kadar yerini bulamamak/havada kalmak diyebilir miyiz?

Varoluşçuluğun argümanlarından biridir insanın dünyaya atılması, düşmesi. İstemsiz, kendi iradesinde olmayan bir durumdur. Ben bu şiirlerin devamında aslında bu kelimeyi kullanarak bu kelimenin farklı anlamını, bize göre olan anlamını yüklenmesini sağlamaya çalışmıştım. Bize göre insan dünyaya atılmamıştır, cennetten çıkarılmış, dünyaya inmiştir. Buradaki, kendi iradesi dışındaki bu eylemi görüyor musunuz? İnsanı aldatan bir varlık, insanın cennetten çıkarılmasına ve dünya sürecinin başlamasına sebep olmuştur. Peki, bu dünyaya gelmekle bu süreç tamamlanmış mıdır? Elbette hayır. Yüce Allah’ın insan için hazırladığı imtihanı yaşaması içindir bütün bunlar. Biz dünyevi aklımızla düşmek eylemini yukarıdan aşağıya olarak anlıyoruz. Cennetten inen insan dünya imtihanını (inşallah) geçtiğinde yine cennete düşecek midir, çıkacak mıdır?

Her eserinizde yeni formlar ve yeni söyleyişler deniyorsunuz. Yapısal farklılıklar, aşina olunmayan kelimelerin kullanımı, görsel olarak öne çıkan temalar. Peki bu yenilikler/denemeler ne söylemek istiyor okura? Ve de şiir literatürüne nasıl katkı sağlıyor?

Şiir, söz, sanat her zaman içinde bulunduğu çağa ve topluma göre şekillenmiştir. Modern akıl bize bunu ilerleme, gelişme olarak sunuyor. Toplumun değişen durumu karşısında sanat da kendini yeniliyor ve biçim alıyor. İlk zamanlar yansıtma olarak algılanırken günümüzde anlamdan uğraması olarak anlaşılıyor sanat. Kelimeler taşıdığı anlamın dışında yeni anlamlar kazandıkları zaman şiirde değerli oluyorlar. Aydınlanma Dönemi ve Sanayi Devrimi’nden sonra toplumdaki değişim bize bunu düşündürüyor. Peki bu ilerleme, diğerini geçme, öncülünü reddetme gelişim midir? Bunu böyle algılarsak modernizmin geridekinden kopma amacına uymuş olacağız. Ama ben zaman olarak benden öncekilerden hep bir şeyler öğreniyorum, alıyorum. Bugün Yunus gibi söylemiyoruz diye Yunus’u geçtiğimizi iddia edebilir miyiz? Peki o zaman neden senin de belirttiğin bu farklı kullanımları yapıyoruz ya da deniyoruz? Günümüz okurunun modernitenin şekillendirdiği zihninde farklı bir algı ya da anlayış uyandırabilir miyim, bunu görmek için yapıyorum. Burada ben bunu yapınca benim okurum birden bunu anlayamayabilir. Ancak böyle de söylenebileceğini görmüş olur. Bu da bir imkândır, yeni kapıların açılması için.Şafak Çelik: ‘Ben bugün yazıyorum ama yüzlerce yıl önce de okunsaydı bu şiirin okurda bir karşılığı olabilsin istiyorum.’

Sorunun son bölümünde literatüre katkısına değinmişsin, ben bunları kendimden yapmıyorum maalesef. Elbet kendi özgün eserimi ortaya koyuyorum ama buna benzer denemeleri yadsımıyorum. Onlardan aldığım bir güç var. Buna gelenekten beslenmek diyebilir miyiz? Hangi gelenekten, yeni gelenekten.

Şiir akımlarına ve birçok önemli şaire ışık tutup yorumladığınız Şiirin Tozu adında bir poetika kitabınız var. Bir şair ve okur olarak bugüne baktığınızda sizce şiirde yeni akımlar mümkün müdür? Edebî akımların şiire katkısı nedir?

Akımlar bana göre aynı zamanda şiire aynı yönden bakan kişilerin yazdığı eserleri ifade ediyor. Bugüne baktığımızda artan bireyselleşme sanki aynı zamanda aynı yönden bakan şairlerin olmadığını gösteriyor gibi görülebilir. Ama bence bu böyle değil. Herkes bireysel olarak bakıyor ama birbirinden çok farklı bir şiir ortaya konduğunu söylemek mümkün değil bence. Zaman ve oluşan zihniyetin bunda etkisi çok büyük. Modernizm ve akılcılık. Elbette bunun dışında da yazan, sivrilen, farklılaşan isimler var. Belli bir akıma katılmadan kendi şiirini ortaya koyabilen isimler. Bunları da zamanla daha net göreceğiz sanırım.

Eserlerinizde yoğun olarak görülen bir modern hayat, plazalar, şehir yaşamı eleştirisi var. Bu yaşantının içinde olan biri olarak şiir yazmak neye işaret veya neye isabet ediyor?

“çiçek alıp eve götürüyoruz/ bunun bir delilik olduğunu bile bile” İsmet Özel bu soruyu bu iki dizede cevaplamış bence. Evet eleştiriyoruz ama içindeyiz de bu yaşamın. Romantik bir hayal bana göre emeklilikte tavuk beslemek. Ancak bunu yapmak isteyen ve yapmaya çalışan kaç kişi var toplumda? Milyonlar. Evet, yine de evimize güzellikleri taşımaya çalışıyoruz. İçinde olduğumuz kabuğu kırmaya, dışına uzanmaya çalışıyoruz. Evet, çiçekler alıyoruz yahut şiir yazıyoruz.

Şafak Çelik: ‘Ben bugün yazıyorum ama yüzlerce yıl önce de okunsaydı bu şiirin okurda bir karşılığı olabilsin istiyorum.’Son şiir kitabınız “Işık Almayan Pencere”de hem bütün hayat akışınızdan hem siyasi etkilerden hem de çok mühim kişi ya da konulardan yola çıkıyor şiirleriniz. Şair için yaşadığı dönemin şiirine etkisi nedir? Savaş, darbe, haksızlıklar karşısında şiir ne söylemelidir?

Ben şairin yaşamında birey olarak toplumla kesiştiği noktaların çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yani hepimiz bireysel yaşamımızda edindiğimiz bilgi, tecrübe, inanç, görüş, kültür, yaşayış gibi şeyleri içinde bulunduğumuz çağın ve toplumun kendi akışında çarpıştırıyoruz. Bu noktalarda uyumlu olduğumuz kadar uyumlu olmadığımız konular da ortaya çıkıyor. Şiir zaten bir uyumsuzluk hâli olduğu için şiiri buradan çıkarmamız, burada bulmamız çok normal. Sanatçı için bu itiraz, yeri geliyor yaşam amacı oluyor. Eser de bu amacın somut hâli olarak karşımıza çıkıyor.

Peki, bireysel olarak bu itiraz, bütün insanlığın ortak sorunları karşısında nasıl şekillenmeli? Elbette en şedit biçimde tavrını koymalıdır. Sanatçı bireysel olarak tavrını koymalı, bu tavır toplumsal bir sonuca ulaşabilir mi, bir etki yaratabilir mi, bunları sanatçı düşünmez. Sonuca bakarak hareket etmez. O yalnız sorumluğunu yerine getirme bilinciyle hareket eder.

Şiirlerinizde aile çok önemli bir noktada kendine yer buluyor. Çocuklarınıza ve eşinize ithaf ettiğiniz şiirleriniz var. Hatta bazı şiirlerinizin kaynağı bizzat aileniz gibi okunuyor. Şiirin neresinde sizce aile?

Yaşamın içinde işe, okumaya, yazmaya, yeme içmeye ayırdığımız vakit gibi aileye de vakit ayırıyoruz. Elbette her sanatçı için farklı boyutta olabilir bu. Benim için yaşamın büyük bölümünü kaplıyor aile. Bu noktada şunu belirtmek gerekiyor sanırım, doğru yaptığım şeyler kadar yanlış yaptığım şeyler de var yaşamımda. Bu yüzden aile konusunda yazdığım şiirler sevinç, mutluluk gibi temalar yanında özür, pişmanlık, kendimi açıklama gibi durumları da içeriyor. Şunu söylemeye çalışıyorum, bence bir şairin bütün şiirlerini okuduğunuzda onun tarihini de kendini açık bıraktığı anları da görebiliriz. Benim için de sanırım aileyle ilgili şiirler benim açık kapılarım.

Geleneksel şiir motifini ve sesini bugüne taşıdığınız eserleriniz var. Şairin geçmişe borcu var mıdır? Varsa bu borç nasıl ödenir?

Ben şiiri aslında çok da bölümlere, tarih aralıklarına bölmeyi anlamlı bulmuyorum. Elbette değişen şiir tarzları, ifade biçimleri, teknik farklarla şiirler dönem olarak ayrılabilir ve bu dönemler ya da o tarzı takip eden şairler arasında bir akım olarak anılabilir. Ancak baştan uca bir büyük dairedeki noktalar olarak görmek bana daha sağlıklı geliyor. Yani doğrusal bakmıyorum zamana, en azından bakmamaya çalışıyorum. O yüzden de Yunus’la, Karacaoğlan’la Fuzuli’yle, Şeyh Galip’le Akif’le olduğu kadar günümüz şairleri de yakınım ve çağdaşım gibi geliyor bana. O yüzden bunu bir borç gibi görmüyorum, bazen onların diliyle bugün tekrar söylemek gerekiyor gibi geliyor bana. Ben bugün yazıyorum ama yüzlerce yıl önce de okunsaydı bu şiirin okurda bir karşılığı olabilsin istiyorum. Geleceğe kalması kadar geçmişi de kapsaması önemli bana göre. İnşallah bunu başarabiliyorumdur.

Sizi yazmaya çağıran itici kuvvet nedir?

İlk zamanlar romantik bir bakış açısıyla dünyayı değiştirme isteği diyebiliyordum böyle bir soruya cevap olarak. Bugün baktığımda şiirin böyle bir gücü, görevi, amacı olmalı mı bilemiyorum. Tabii bu sadece şekil ve estetik bir yaklaşımla şiire yaklaşmalıyız demek değil. Bunu da kabul edemiyorum. O zaman şiir niye yazdırıyor kendini? Bizden önceki sanat eserlerine baktığımızda bizi hakikate yaklaştırdığını görüyoruz. Ya da bizim hakikatimize yakın olduğunu gördüklerimizi sanat eseri kabul ediyoruz. O yüzden sanat eserinin hakikati işaret eden, sezdiren, duyuran bir yönü olmalı diye düşünüyorum. Sanırım bizim yaklaştığımız hakikat de kendini göstermek için bizi aracı kılıyor. Biz de form olarak kimimiz şiiri, kimimiz romanı, kimimiz resmi, kimimiz müziği seçiyoruz. Böylece başta söylediğim romantik düşünceye dönmüş oluyorum ama gençliğin verdiği gözü karalıkla değil, hakikate yaklaşmaya çalışan bir bilinçle söylüyorum.

Yazmak kimi görüşe göre şifa, kimi görüşe göreyse hastalık olarak kabul ediliyor. Şairin baktığı yerden -hem okura etkisi hem de yazara etkisi açısından- bu nasıl görünüyor?

Biz zaten o uyumsuzluğu gidermek, kendimizce bir açıklama getirebilmek için bir yol arıyoruz. Tabii bu noktada o uyumsuzluğu fark edip dert edinmek için bir hastalık denebilirse yazmak bunun çözümü, şifası olabilir mi? Bence çok öyle de değil. Zaten bu uyumsuzluğu fark etmiş olmakla yakalandığımız bu hastalık onu belli bir estetik kalıp içinde yazmaya çalışmakla hastalığın ileri bir seviyesine geçmiş oluyor. Okur açısından baktığımızda yazmak, zaten tanımlayamadığı o uyumsuzluğun başkası tarafından ifadesi olarak görülüyor olmalı. Bu noktada şifa olduğunu söyleyebilir miyiz, maalesef hayır. Çünkü şifa olsaydı okur ilk okuduğu -hadi biraz daha iyimser bir bakışla okuduğu üç beş- kitaptan sonra iyileşmiş ve taburcu olmuş olması gerekirdi. 

Bir alıntı soruyla röportajımızı sonlandırmak isterim. ‘‘Bunları yazmakla çıldırmaktan kurtulunur mu?’’

Ben bu seviyeye geldiğimi hiç sanmıyorum. Her aşamada bilinçli olarak yazmayı seçtiğimi, edebiyatı hayatın merkezine koyduğumu söyleyebilirim. Yazılacak olan beni bu noktaya neden getirmedi, belki o hakikate hâlâ düşündüğüm kadar yakın değilim. Belki hâlâ ifade imkânımı bulamadım. Belki de ben o hakikatin sözcüsü olabilecek biri değilim. Yalnızca etrafında oyalanıyorum.

Röportaj: Ali Seyya

YORUM EKLE