Nevin Meriç: Beden mülk değil emanettir

Fıkıhçı Nevin Meriç, güzellik ve estetik konusunu ilâhî pencereden değerlendiriyor, mütedeyyin kesimin güzelleşme arzusunun “bedenim benimdir” üzerinden inşa edilen beyinler ile ilgili olduğunu söylüyor ve ekliyor; “Oysa İslam’da beden mülk değil emanettir.” Kübra Sönmezışık’ın röportajı.

Nevin Meriç: Beden mülk değil emanettir

Bugün, ırk, dil, din ayırt etmeksizin “güzelleşme ve gençleşme” salgınıyla karşı karşıyayız. Dünyada bütün milletler farklı motivasyonlarla bedenine müdahale yaptırıyor ve kalıcı olarak değiştiriyor. İslam coğrafyasındaki giderek artan bedene müdahalenin özüne dair konuşan fıkıhçı ilahiyatçı Nevin Meriç, güzel tanımını ilâhî manadan kapı açıyor ve Müslümanların güzel ile olan ilişkisini sorguluyor. Manevi hazların yerini seküler hazların aldığını söyleyen Meriç, bu konuda kadınların tek değil, erkeklerle birlikte mücadele etmesi gerektiğinin altını çiziyor.

Erkek fıkıhçıları da eleştiren Meriç, “Toplumda bütün sorunların kadından kaynaklanıyor” fehvasınca bu konudaki dinî söylemleri de sadece kadın üzerinden yaptıklarını söylüyor, erkeklerin ise kadına gelene kadar çok daha önemli meseleleri olduğuna dikkat çekiyor.

İslam’daki güzellik tanımıyla başlamak istiyorum. Allah, Zü­mer Suresi 55. ayette, Kur’an-ı Kerim’i güzel olarak vurguluyor: “Allah, her şeyi güzel yaratmış­tır.” (Secde 7) ve “Biz insanı, en güzel şekilde yarattık.” (Tîn-4) buyuruyor. Kur’an-ı Kerim’de güzellik kavramı ve vurgusu ile ne ifade ediliyor?

Kur’an-ı Kerim’de estetik, güzellikle alakalı olarak “bedî’, cemal, ihsan/ahsen, hüsn, zînet, rîş” isim ve sıfatları yer alır. Bedî’, eşsiz, benzersiz, yaratan Allah’ın isim/sıfatıdır. Cemal, ihsan ve hüsn, manasında güzellik, Yüce Yaratıcı’nın bütün yarattıkların­da, onlara verdiği şekil, kabili­yet, renk ve sıfatlarda; özellikle insanda, onun suret ve sîretinde, kendini göstermektedir. Zînet ke­limesinin de güzellikle ilişkisi var. Yıldızlar göğü, süs eşyası mekânı, takılar ve kıyafetler de kadın ve erkeğin süs/lenmesini sağlayan zînetlerdir. Kur’an bütün bu gü­zelliklerin ya Allah’a ait olduğu yahut da Allah tarafından yaratı­larak kullarına sunulduğu ısrarla vurgular. Ve insanın yapıp etme­leri de, Yaratıcı’nın ilâhî san’atını temaşadan O’na ulaşmaya, O’nun yücelik, kemal ve cemalini idrak etmeye çalışmaktır. Bir sonraki adım da eylemlerinde ve ürün­lerinde O’nun güzeli sevdiğinden hareketle bunu ortaya koymak için gayret etmektir. Dolayısıyla Kur’an’daki güzellik aslında bir­çok şeyi kapsar. O yüzden “ya­ratılanı sevdim yaratandan ötü­rü” deriz. Böylece herhangi bir olumsuz düşünme ve davranma önlenerek kişinin kendini bu şe­kilde eğitmesi sağlanır. Güzellik kavramı yaratılma anlamında bir değerdir.

Ahlak, erdem, prensip gibi kavramlarda güzele dâhildir. İn­san ahsen-i takvim üzere yara­tılmıştır ki bu da insan ve yara­tılmada güzelle ilişkiyi gösterir. Kur’an-ı Kerim üzerinden bakar­sak güzelle ilişkimizde Allah’ın rı­zasını kazanmak esastır. Karanlık, kimsenin görmeyeceği, elektriğin olmadığı zamanlarda minarenin iç duvarında bile çiçek motifleri ya­pılmış. Kazara fenerin ışığı denk gelecek de o çiçek birkaç kişi ta­rafından görülecek. Peki insanı, o hiç kimsenin görmediği yere mo­tif yaptıran saik ne olabilir? İşte bu saik, Müslüman insanın bütün mesaisinin Allah’ı razı etmek ol­duğu gerçeğidir. Allah güzeli sev­diğine göre, insan da güzelle iliş­kisini bütün hâl ve hareketlerinde daim eylemeli. Ancak o zaman nerede ne yaptığının önemi olmaz o sadece elinden çıkanın güzel ol­masına bakar. Bu anlamda güzel olanı gerçekleştirmek insan için temel bir erdemdir.

Burada ölçü nedir?

İnsanların beğeneceği ve Allah’ın hoşnut olacağı şekilde gerçekleştirilmelidir. Dinî mana­da baktığımızda güzelle ilişkimiz “Allah güzeldir ve güzeli sever” üzerinden başlar ve devam eder. İnsan güç yetirebildiği kadarından sorumludur. Bu da niyetin güzel olmasıyla başlar, eylemle devam eder. Bu anlamda insan-insana ve kâinatla ilişkide, niyetten dav­ranma biçimine kadar güzel ola­nı gerçekleştirmek için çabalar. İnsanların, canlıların sağlığını bozan, genetiğini değiştiren hava ve suyu kirletmekten başlar, aile ilişkisi, komşu… vs hayatın içinde devam eder. Günümüzde bu pas­taya sosyal medya da eklenmiştir. Sosyal medyada iftira yalan, ha­karet ve küfürden uzak insanlar doğru bilgilendirmeler paylaşır.

Peygamberimizin sıfatların­dan biri de güzel olmasıdır. Eş seçimine dair bir hadiste şöyle buyrulur: “Kadın dört şeyi için nikâh edilir; malı, soyu, güzelli­ği güzelli­ği ve dini.’’ Biz bu durumu nasıl okumalıyız?

Hadisin devamında “dinini bi­leni” seçin tavsiyesi vardır. Hadi­sin başında verilen kıstaslar insa­nın yapısal özellikleriyle ilgilidir. Sizler yapınız gereği bu gibi me­yiller gösterirsiniz, aman dikkat edin, dinin bileni seçin, sizin için hayırlı olan odur babında anla­mak gerekir.

Cezbenin gücü normalleşiyor

Güzele meyil nefisten midir?

Nefis o kadar da kötü değil­dir. Bilakis dünyayı da ahireti de anlamamızı sağlayan duygu durumlarıdır. Dolayısıyla nefis gereklidir, fakat eğitilmesi, den­gelenmesi gerekir. Zaten dinin helal ve haramları da bu eğitimi sağlar. Güzel caziptir. Cazibe, cezbeden insanı kendi çekim alanına dâhil eden demektir. Güzel insanı mutlu eder, öfkeyi giderir. İyi bir şeydir. O yüzden güzel söyler, güzel işler, güzel hareket ederiz. Yukarıdaki hadis üzerinden devam edersek “niye dindar olan tavsiye edilmiş” diye bir soru sorarsak dinin güzelli­ğini keşfetmenin, dini bilmekle mümkün olduğunu anlarız. Yani dinini bilen, aynı zamanda güzel olan, güzelle doğru ilişki kura­bilen demektir. Allah rızasını gözeten, onun rızası için kendi­ni, evini, ailesini ve toplumunu düşünen insanın, diğer insan ve canlılara zarar vermesi düşünü­lemez değil mi? Bu insanlarla da daha güzel ve saadetli bir yol ar­kadaşlığı mümkün olur.

Güzel ahlak ile ilgili pek çok hadisi şerif var. İslam güzele ne­den bu kadar önem atfediyor?

Güzel ahlak da önemli. Ah­lakı öteleyen, önemsemeyen fi­ziksel güzellik, kişinin kendisi de dâhil herkes için yanıltıcı ve za­rarlıdır. Sadece fiziksel güzelli­ğin merkeze konduğu durumlar­da sağlam bir kişilik gelişmez. Bilakis dikkat edilmez ve önlem alınmazsa egosu yüksek, mazo­şist ve karşısındakini ezmekten mutlu olan sadist bir yapı ger­çekleştirilir ki bu da insanın ken­disi için zarardır. Kapris ve kibir de güzel ahlakla beslenilmediği durumlarda söz konusudur. Bu konuda aileler çocuk büyütürken çok dikkatli davranmalı, hitap şeklinden arkadaşlarıyla ilişki biçimine kadar çocuğu iyi göz­lemleyerek yanlış meyiller üze­rinden inşa geliştirmesine engel olmalıdırlar. Çocuklara erdem ve değerler öne çıkartılarak hitap edilmeli, sevilmeli. Cömert oğ­lum, merhametli kızım, düşün­celi kızım vs…

 Güzellik bir imtihan mıdır?

Çarpıcı bir güzellik evet. Hatta eski kitaplarda “Parlak Oğlanın Afeti” diye başlıklar vardır. Kızlar için de aynı cümle doğrudur. İnsa­na verilen maddi manevi nimetler aynı zamanda onun imtihanıdır. Burada ikili bir yapı. Kişinin ken­disi ve ötekiyle kurduğu ilişkinin nasıllığı. Sünnete uyulursa çok da problem yok ama devamlı dikkat ve takip zaman içinde insanı yo­rabilir. İşte buna fırsat vermemek lazım. Güzellik öncelikle Allah vergisidir. Dolayısıyla diğer ni­metler gibi şükredip Allah rızası yolunda devam edebilme imkânı için dua etmek lazım. Güne baş­larken, işe başlarken “Allahum­meftahbilhayr, vahtimbilhayr; ba­şını da sonunu da hayr eyle” diye dua edilir. Hayır, aynı zamanda güzel manasındadır.

Bunun yanında kibir ve narsist bir yapı inşa etmekten de uzak durmak veya böyle bir yapımız varsa eğitip normale döndürmek için çabalamak gerekir. Fiziki gü­zellik geçer. Bu süreyi uzatmak için de insanlar günümüzde bi­lim ve teknolojinin de yardımıyla gittikçe vahşileşiyor. Sırf krem yapabilmek için vahşi hayvanları kafeste yetiştiriliyor, cenin düşür­tülüyor, vs. Tıpta ise estetik ayrı bir dal olarak kabul görülüyor, hem kazancı hem de müşteri­si her geçen gün artıyor. Burada modern dünyanın kurgulanan be­denleri karşımıza çıkıyor. Bedenin insanın mülkü gibi algılanması bu yolu açan en önemli dinamiktir. Dünya piyasası bedeni biçimden, süse, kıyafete kadar kurgulamak­tadır. Ötekileştirme ve mesafe so­runu yaşamamak için bu kurguya muhalif davranmak kimsenin ak­lına bile gelmiyor.

Bir fetva sorusunu hatırladım: Bir hanım kocasının kendini al­dattığını öğrenince bunalıma gir­miş, sürekli iki kelimede bir “ben bir de güzelim, bana bunu nasıl yapabilir” cümlesini tekrarlıyor­du.

Dinimize göre “güzel olan daha çok sakınmalı” diye bir du­rum var mı?

Kişi kendini bilmeli, ne kadar gerekiyorsa o kadarını yapmalı. Tabii huzur ve sakinlik istiyor­sa… Takva herkese tavsiye edil­miş. Güzel olana ayrı kurallar yok. Allah’ın buyurduğu ölçülere göre hareket ederse sıkıntı ol­maz. Ama dindarların içinde bile güzelliğini kullanan kadınlar var. Üç kuruş indirim için satıcıya gö­zünüzü dikerseniz sonuca gider­siniz ama istenen ve doğru olan bu değil. Bugünlerde kasadaki erkekleri gözlemliyorum. Diyelim kasada sizden önce bir kişi var. Beyefendiyle konuşuyorlar ama bakıyorsunuz alışverişle alakalı değil. Oysa siz paranızı verip gi­deceksiniz. Eğer araya girmezse­niz saatlerce orada bekletecekler. Bu nasıl anlayış ve iş ahlakıdır, tartışılır. Ama siz karşınızdakini çarpacak makyajla orada olsanız bütün konuşmalar bitiyor, ayağa kalkılıyor ve işlem başlıyor. Bu örnekler o kadar çok ki sosyal deney bile yapılabilir. Burada gü­zelle kurulan ilişki çarpık ve yan­lış. Erkek ve kadınlar olarak buna karşı durmak gerekir. Hz. Yusuf, Müslüman erkek için sadece bir kıssa değil örnek rol-model dav­ranıştır.

Yusuf ile Züleyha kısasına güzellik üzerinden baktığımız­da Yusuf’un başka, Züleyha’nın başka açıdan güzellikle imti­han olduğunu görüyoruz. Allah Züleyha’yı hem Yusuf’tan hem de kendi güzelliğinden mahrum bırakıyor. Bu kıssa aslında bize neyi anlatıyor?

Yusuf ile Züleyha kıssasında birçok hakikatler, nüanslar, insa­nın yapısı ve temelinde esas gü­zelliğin Allah aşkı olduğu vurgu­lanıyor. Güzelliğin derecesi diğer kadınlar üzerinden test edilerek en üst noktaya çekiliyor ve cez­benin gücü normalleştiriliyor. Ve fakat aynı güzellik Allah’a iman eden Yusuf’ta kendini koruma ve harama dokunmama şeklinde olabildiğine göre, insan isterse her zaman cazibeyi alt edebilir. Allah rızası söz konusu olduğun­da cazibe etkisini kaybeder. O yüzden dinin sağladığı bu güven­lik alanı, insanların özgürce hare­ket etmesini sağlar.

Güzelin cazibesi insanda ne­den olduğu haz duygusuyla içkin. Dinin haz kaynağı ibadetler, zik­rullah, Allah rızası için çalışmak ve hoşnut olmak. Allah rızası için verilen mücadele önemli bir haz imkânı. Ahlaklı ve erdemli olmak da insana haz veren duygular. İlmi aşkla tanımlıyoruz mesela. İlim o kadar meşakkatli ki o meşakkate razı olmazsak ilimden de hazdan da mahrum kalınır. Günümüzde ise dünyevi hazlar insanı kuşat­mış, âdeta hiç uğraşması gerek­miyor, meşakkat hiç yok. İnsanın aceleci ve kolaycı tavrı dünyevi hazları cazip gösteriyor.

Dünyevi hazlar bize medya gibi güçlü bir uyarıcıyla geliyor…

Seküler hazla manevi hazlar birbirinden farklı. Manevi olan daha üst düzeyde. Mevlevîlerin çile günlerini hatırlayın. İtikaf, halvet… Çile kolay değil ama o çi­leyle birlikte müthiş enerji çıkıyor, haz da alınıyor. O yüzden halvete giriyorlar, her anı da hatırlıyorlar. Diğer tarafta içiyorsun, eğleniyor­sun, ama anı unutuyorsun, hatır­lamıyorsun. Müslümanlar sekü­lerleştikçe manevi hazdan da çok uzaklaştılar.

Mahrem alan kalmadı

Hz. Peygamber devrinde süslenme ve güzelleşmeye dinî çerçevesinden baktığımızda ne görüyoruz? İslam’da kadının gü­zelleşmesine müsaade var mı? Sınırı nedir?

Sağlıkla ilgili yapılan ope­rasyonlarda bir sınır yok. Fıkıhta “bedene kalıcı iz bırakmamak” diye bir başlık var. Kalıcı iz bıra­kan her şey sakıncalı. Buradaki gerekçe, anlık bir isteğin ömür boyu korunmaya alınması, za­mandan bağımsız hâle getirilme­si, süreklilik kazandırılması. Yarın ne olacağını bilemeyen insanın kalıcılığa meydan vermesi kabul edilemez. Emanet için verilen vü­cudun Allah’ın razı olamayacağı şekilde kullanılması ve ötekiyle kurulan ilişkide yalan ve yanıltıcı olması önemli. Sağlık açısından da sıkıntılar olabilir.

Cahiliye döneminde kadın­lar güzelleşmek için ön dişlerini ayırma, diş etlerine şekil çizme, dövme yaptırma, saçlarına şarap bakımı yapma gibi yöntemlere başvuruyorlardı. İslam’da kadı­nın süsü mahrem alana çekilmiş. Bugün bu ne kadar uygulanıyor?

Bugün mahrem alan diye bir şey kalmadı desek çok da yanlış olmaz. Özellikle sosyal medya açısından bakıldığında… İnsan giyiniyor, yemek yiyor, geziyor, dü­ğüne gidiyor, hastalanıyor, cena­zeye gidiyor vs… Yaptığı her işin, bulunduğu her mekânın resmini çekerek internete koyuyor. Böyle bir durumda mahremiyetin sınır­ları iyice daralıyor. İslam’da ise kadının süslenmesi, hemcins­lerinin yanında ve namahremin olmadığı yerlerde mümkün. Bu ölçünün günümüzde yerine geti­rilmediği veya insanlar tarafından ciddi bir alan genişlemesi yapıl­dığı çok aşikar. Modern gündelik yaşam kodlarının kamusal-özel alan ayrışması üzerine kurulması da bunda etkin. İnsan kamusal­da bakımlı, özel alanda natürel daha rahat ve serbest bulunuyor. Böyle olunca da evde bakımsız, dış mekânlarda makyajlı kadın ve erkekler hâlinde tamamen bir altüst oluş yaşanıyor gündelik hayatta.

Kamusal alan mekânları, ça­lışma, eğitim ve vakit geçirme yani evin dışında her yer insan için özel bir bakımı gerekli kılıyor. Bu­nun yerine getirilmediği durum­larda gerek iş arkadaşları, gerek yanında bulunan diğer kişiler ta­rafından eleştiri ve ayıplanma söz konusu. Kaldı ki medya üzerinden de kadın-beden ilişkisinin nasıl olması gerektiği hem sağlık, hem bakım hem de estetik anlamında sürekli toplumsal alana aktarı­lıyor. Sinema ve diziler de bu ko­nuyu besleyen diğer kaynaklar. Hâl böyle olunca, bütün gün dış mekânda hazır olda gibi bulunan kadının evinde daha rahat, spor kıyafetler giymesi normalleşiyor. Sistem hem kuralları belirliyor, hem besliyor hem de ihtiyaç ka­lemine ait çeşitliliği, detayları da doldurmanın yoluna bakıyor. Bu dünyada kadının makyajsız, ojesiz bulunması akla ziyan neredeyse. Böylece kadın bedeni üzerinden gündelik hayat yeniden inşa edili­yor, kurgulanıyor.

Bu konu ile ilgili fetva soru­suyla hiç karşılaştınız mı?

Bir fetva sorusu hatırladım. Genç bir kadın yeni doğum yap­mış. Ekonomik ve entelektüel anlamda ortanın üstü bir yaşam standartlarına sahipler. Kadın­cağız alımlı, bakımlı ama yeni doğum yaptığı için çalışmıyor. Nedendir şimdi hatırlamıyorum, ayağının küçük parmağının ucun­da ufak bir sivrilik oluşmuş. Beyi bu duruma bozulmuş, “dikkati­mi çekiyor, göz zevkimi bozuyor, ojeyle kapatsan” demiş. Ne var ki kadıncağız aynı zamanda namaz da kılıyor. Dolayısıyla oje abdes­te engel. Her vakit oje sil, abdest al, ayrı bir sıkıntı. Ne yapacağını sormuştu… Dediğim gibi algımız da değişiyor, en ufak bir nüansa bile tahammülümüz yok. Takıntı­lı, sabırsız bir insana doğru evri­liyoruz.

Estetik yaptırdıktan sonra terfi ettim

Kur’an’da kadının eşine kar­şı süslenmesi övülüyor. Güzel giyinmek, bakımlı olmak öneri­liyor. Burada sınır nerede başlı­yor, nerede bitiyor? Yani bir ka­dın kocasına güzel görünmek için estetik yaptırması caiz mi?

Yüz dışında zaten örtünmesi gereken yerlere dair soru geldi­ğinde “aile saadet”i baz alınarak caiz fetvası verilebilir. Tabii aile içinde sıkıntı kimin tarafından çı­kartılıyor, ona bir bakmak lazım. Bedeniyle sorunu kadın mı yaşıyor veya etrafı mı onu etkiliyor? Bu konuda katkısı olanlar da yapılan eylemden kendi paylarına düşeni alırlar. Kadının bu konuda tek ba­şına bırakılması doğru değil. Dinî hükümler kadını, erkeği, aileyi, etkileşimde bulunan herkesi kap­sar. Aile üzerinden bakarsak Allah rızasını gözetmede erkek ve kadın müminler eşit durumda. Ailede erkek kadın ilişkisi ibadette bile izne bağlı veya izin üzerinden kur­gulanınca diğer detayları da kap­saması normalleşiyor. Aklı başın­da insanlar yapacaklarını konuşur, fikirlerini söyler, hayatı germek yerine yaşamayı tercih ederler.

Mahalle baskısı...

Bir kadın “estetik yaptırdık­tan sonra iş buldum” veya “terfi ettim” diyor. Masanın öteki tara­fında olanlar, iş başvurusu yapan kişileri bedene göre mi yoksa bilgiye göre mi değerlendiriyor? Bunu durup düşünmemiz lazım. Maalesef her yerde bu var. Kadın işinde çok ehil olsa da iş bulama­yabiliyor. Bu problemi görmezden gelemeyiz.

Şeytan Hz. Âdem’e (as) sec­de etmeyip Allah’ın rahmetinden uzaklaştırılınca şöyle demeye başladı:”Onlara muhakkak em­redeceğim de Allah’ın yarattıkla­rını değiştirecekler... Kim Allah’ı bırakarak şeytanı dost edinirse, şüphesiz, açıktan açığa büyük bir ziyana düşmüş demektir.” (Nisa-119) İnsanın kendisini değiştir­meyi istemesi şeytani bir vesve­seden mi kaynaklanıyor?

Yani bu işe sadece vesvese de­yip geçemeyiz. Karşımızda kosko­ca sektörel bir ağ ve yapı var. Her alanda sizi kuşatmış ve belirliyor. Şeytanı yapıyı kuran olarak düşü­nebiliriz. Bu yapının dışında dur­mak da çok ciddi fedakârlıklar, mahrumiyetler gerektirir ki bunu yerine getirmek çok zor. O yüzden toplum var. Birlik ve beraberlik önemsenmiş, desteklenmiş. Hz. Peygamber’in sabah, akşam ve yatsı namazlarını mahalle cami­sinde cemaatle kılınmasını iste­mesi de bu birlik ve beraberliği hissetmenin gerekliğini gösterir bir anlamda.

Allah’ın yarattıklarını değiş­tirmek, genetikten fiziki görün­tüye kadar geniş bir yelpazede düşünülebilir. Bugün hastalık yapan ürünler olarak genetiğiy­le oynanmış tahılları örnek ola­rak alalım. Bunların satışı veya üretimi yasak kapsamında değil. İslam açısından baktığımızda insanın, hayvanın bitkinin, kı­saca canlının yaşam hakkının elinden alınması, bile bile has­ta eden ürünleri yetiştirmek, satmak, pazarlamak, reklamını yapmak veballi bir iştir. Dola­yısıyla Müslümanın bu konuda sorumlu hareket etmesi gerekir. Bunu gerçekleştirmek için de sağlam bir irade gerekir. Her bir fert/ler olarak temiz ve sağlıklı bir topluma ulaşmanın yolları­nı ve imkânları üzerine proje ve eylemler gerçekleştirilmelidir. İnsanlığın hayrına olmayan işle­rin kişiye hayır getirmesi görül­memiştir.

Güzelleşmenin helali

Oysa İslam hayat dinidir...

Hz. Peygamber’e bakalım. Üzüldüğünde, sevindiğinde na­maz kılıyor. Sahabeyle sohbet ediyor, biraz ara verip hadi bir namaz kılalım diyor. Hastayı, fa­kiri soruyor, gözetiyor. İbadet ve insanla ilişki hayatının merke­zinde ve insan oradan besleniyor. Buradan yola çıkarak hayatımıza namazı koyup vaktinde kılmayı önemsemek, çabalamak, engel­leriyle mücadele etmekten baş­layabiliriz. İbadet insanı disipline eder, iradesini güçlendirir. Kalbini mutlu, şeytanı mutsuz eder.

Bugün mütedeyyin kadınların güzel olmak için makyaj yapması ve bedenlerine müdahale yaptır­malarını nasıl açıklayabiliriz?

Makyaj malzemeleri domuz yağı içeriyorsa zaten konuşma­mıza gerek yok, caiz değildir. Kadınlara çevreden ve erkekler tarafından uygulanan baskı da önemli. Önceden erkekler sildi­rirdi kadının rujunu, şimdi onlar ellerine verip ‘‘makyajını yap da dışarı çıkalım’’ diyor. Bu değişim daha tabana ve geniş kitleye ya­yılmasına ve kabul görmesine neden oluyor. Fakat kaliteli ürün­ler pahalı olduğundan vatandaş ucuz diye hastalık yapan kalitesiz ürünleri almak zorunda kalıyor. Oysa kadınlar ve erkekler ola­rak bu probleme karşı koymak gerekir. Müslüman yanlış olana direnerek kendini güçlendirir. En büyük kayıplarımızdan biri artık direnmeyi unutmamız. Tabii sis­tem de durmuyor, sürekli kendi­ni geliştirip yeniliyor. Müslüman kadın pazarını kazanmak için “su geçiren oje” çıkarmışlar. Bizde fetvada; ‘‘su geçiren ojeyle abdest caiz mi ‘‘ diye bir soru gelince öğ­renmiştik. Tabii ojenin kimyasal özelliklerine, ne kadar ve nasıl su geçirdiğine bakmak lazım.

Helal üretim...

Helal üretim önemli ve ge­rekli. Her bir birey bunu tek başına gerçekleştiremez şehir hayatında. Ama sistem de boş durmuyor, helal üretim adı al­tında mevcut tasarım örnekle­rini kullanıyor. Kendi şişesini, markasını koruyarak helal bira diyor mesela. Böylece helal di­yerek Müslüman’ı kazanırken, tarz ve markayla da kendini ko­ruyor. Her yönden kazanan olu­yor. Marka ve tarzın benimsen­mesi de başka bir sorun. Aslında Müslüman bir biçimde o çarkın içine dâhil edilip, direnci kırılmış oluyor.

Erkek estetiği de çok yaygın­laştı. Mesela saç ektirme...

Genç yaşta saçı dökülen bi­rinin saç ektirmesi sağlık prob­lemine girdiği için yapılmasın­da mahzur yok. Ancak organik olmalı, kıl kökünden vs. Gusül açısından geçirmesi gerekiyor. Bunun yanında sermaye erkeği de kurguluyor, kıyafetten, renge kadar oldukça geniş bir yelpaze­de ciddi değişimin öznesi artık. Bunu alışverişlerde gözlemle­mek mümkün.

Yaşlılık artık değer değil engel

Bunca gençleşme ve güzel­leşme arzusu sosyal yaşantıda neleri eksiltiyor? Aileler bundan nasıl etkileniyor?

Bir defa tüm zamanlar için “gençlik” merkeze konuyor. Hâl böyle olunca da insanın yaşlan­ması ve yaşlılığa dair her türlü iz, konu, cümle vs yasaklı alan… İnsan bunu gidermek için mü­cadele ediyor. Yüzünde gördüğü her çizgiyi gidermek için sağlığı pahasına yeni gelişen tıp tekno­lojisinden faydalanıyor. Anne ve çocuk arası da oldukça yakınlaş­tı. Anneyle kızı veya baba ile oğlu aynı kıyafetleri giyebiliyor. Bu da gençliğe verilen değerin kabul edilmesini, içselleştirilmesini gösterir. Bunun yanında yaşlılı­ğın değer olması da kayboluyor. Artık yaşlılık engellik durumu gibi algılanıyor. Yaşlının tecrü­besinden yararlanayım diye bir düşünce de kayboluyor. Onlarla sohbet, yaşanmışlıklarını dinle­mek de zaman kaybı. Kuşak far­kı o kadar azaldı ki değil dedenin babanın hayatı, çocukluğu bile taş devri çizgi filmlerine benzer vaziyette neredeyse. Dolayısıyla çocuğa ve gence cazip gelmiyor. Bu birlikte vakit geçirip, paylaş­ma, iletişimde bulunma imkânını yok ediyor.

Bu problemler din eğitimi eksikliğimizden mi sizce?

Dinî eğitim yetersiz ama sa­dece dinî eğitim yetmez. Kaldı ki artık eğitim bir sınıfta hoca tale­beler şeklinde olmaktan çoktan çıktı. Bilakis bu yöntemin ciddi sıkıntıları olduğundan artık dün­yada birebir insan özellikleri üze­rinden eğitime geçiliyor. Daha ufak sınıflarda, daha az çocukla, daha kaliteli zaman ve eğitim. Bunun yanında aile, çevre, med­ya ve toplum da önemli. Mesela camiye gittiğinde kendisine kızan birisi görürse bir daha gitmiyor çocuk. Veya günümüzde tam tersi ne yapsa ses çıkarmayan bir cemaat de olabiliyor ki bu da yanlış. Bu sefer de çocuk mekân-davranma biçimi ilişkisini öğre­nemiyor bu sefer. Medya zaten en etkili eğitim kaynaklarından. Çocukların olmasa da önemli bir kitlenin değişimin sağlıyor. Bu anlamda din dili-medya ilişkisine de bir bakmak lazım. Buyurgan bir din dilinden magazinel bir din diline doğru bir yaklaşım da göz­lemlenebiliyor. Bu konularda çok da düşünülmüş, kafa yorulmuş çalışma ve deneyimler de yok. Yani din eğitimi, tüm zamanları kapsayan dinî kültür ve ahlakı da içeren bir yapıyla mümkün.

Bugün “güzelleşme ve gençleşme salgını”yla karşı karşıyayız. Bu cin­siyet, din, ırk ayırt etmeksizin herkesi etkisi altına almış durumda. Ameliyatların ve ameliyatlarda kullanılan malzemelerin ucuzlamasıyla, estetik operasyonlar artık her kesimin ilgisini çekiyor. Suç sadece mo­dernleşmede mi yoksa maneviyat boşluğunda mı?

Yaşadığımız gündelik hayat modern ve seküler yapı kodlarıyla düzenlen­diğinden insanın bu atmosferin dışına çıkması çok da kolay değil. Önce­likle bu sıkıntıyı hâlletmek lazım. Modern, özgür diye bizden istenenlerin veya gençlere biçilen kıyafetten, davranma biçimine kadar rollerin kurgu olduğu anlaşılmalı. Bu kurguyu besleyen o kadar çok kaynak var ki artık çok erken yaşlarda çocukların ellerinde internet var ve Youtube’den vide­olar izleyebiliyor. Barbie bebekler modern kadın ölçü ve imajını zihinlere kodluyor. Estetik ameliyatlarda yaş sınırı gittikçe aşağılara iniyor. Gençler ellerinde sanatçı fotoğraflarıyla doktora istedikleri yüz biçimini ısmarlı­yorlar âdeta. Bu da modern dünyanın beden algısından kaynaklanıyor. “Bedenim benimdir” üzerinden inşa edilen beyinler, bedenlerinde kalıcı iz bırakan işlemleri, dövmeyi, estetik müdahaleyi çok rahat yapabiliyor­lar. Oysa İslam’da beden mülk değil emanettir. Muvakkat bir vakte kadar ki biz ona ömür diyoruz verilmiş bir emanettir bedenlerimiz. Emaneti sa­hibine bize verildiği gibi teslim etmek en önemli vazifemizdir. O yüzden Müslüman’ın vücudunda kalıcı iz bırakan tasarruflarda bulunması dinen doğru görülmez.

Bunun yanında bir Müslüman olarak yapmamız gereken temel görevle­rimiz ve ibadetlerimiz var ki onda da sorunlar yaşanıyor. İbadet hayatın merkezinde değil sadece eklemlenmiş vaziyette. İş güç arasına hızlıca, sıkıştırılan bir ara bölüm gibi. Oysa insan-ibadet ilişkisi herhangi baş­ka bir şeyle ölçülebilecek bir durum değildir. Çok temel ve yerine ikame edilecek bir başkasının olmadığı bir ilişkidir. Meşakkatle içkin ve fakat önemli bir haz, doyum kaynağıdır. Maneviyat, insana hizmet, bir insana, canlıya dokunup onarmayı da gerçekleştirmek de önceliğimiz olmadığın­dan haz yerine, stres, sıkıntı, hastalıkla iç içe bir yaşama biçimi gerçek­leştiriyoruz.

Cinsiyet ayrışması çözümü erteliyor

Erkek fıkıhçıların kadınların üzerindeki baskısıyla ilgili ne düşünüyor­sunuz?

Erkek fıkıhçıların en önemli ve bitmeyen kaynakları kadınlar. Toplumda bütün sorunlar kadından kaynaklanıyor fehvasınca dinî söylemlerini de sadece kadın üzerinden yapıyorlar. Oysa artık konu değişmeli ve erkeğe yönelmeliler. Erkekteki değişim ve sonuçlarına dair yazdıkları bir yazı, makale, vaaz var mı mesela? Erkeklerin kadına gelene kadar çok daha önemli meseleleri var bence. Erkekte feminenliğin artması, irade eksikliği gibi. Kadına şiddetin bu kadar artmasında da irade, öz güven eksikliğinin etkili olduğunu düşünüyorum. Üçüncü cins vs… Bunları hâllettiklerinde kadın sorunlarının önemli bir kısmı da kendiliğinden hâllolacak. Bu gidi­şattan hepimiz sorumluyuz. Toparlanmamız da birlikte olmakla mümkün. Cinsiyet üzerinden ayrıştırmalar mesafeleri uzatıyor ve çözümü erteliyor.

Yaşadığımız hayata muhalefet ve zihnini korumak adına bir örnek: Bir bey akşam eve geldiğinde hanımının işe gider gibi tesettürlü olmasını ister­miş. Duyunca şaşırdık tabii. Bizim zihinsel kodlarımızda evde tesettür zait çünkü. Ama adamcağız dışarıda o kadar açık görüyorum ki zihnimde te­settürlü kadın imajı korunsun istiyorum, en azından yemeği yiyene kadar tesettürlü dur dermiş. Önce şaşırdık ama sonra takdir ettik. İmaj önemli. Müslüman erkek de kadın da zihinde korudukları, tuttukları imajlara dik­kat etmeli çaba sarf etmeli diye düşünüyorum.

Röportaj: Kübra Sönmezışık

YORUM EKLE