Eğitimci biri olarak tanıdığımız Firuzan Çetin meslekî kimliği dışında sizce kimdir, kendinizi kısaca nasıl tanımlarsınız?
1974 Uşak doğumluyum. Kocaeli’de büyüdüm. Evli ve iki çocuk annesiyim. Ayetlerin sosyolojik ve psikolojik yönlerini inceleyerek ayetler ışığında Tefsir, Esmaül Hüsna, Peygamberler Tarihi ve Kur’anî kavram çalışmalarına devam etmekteyim. Bu çalışmaların merkezinde ise hep gençlik oldu. Ayetlerin hayata dokunan yönlerini çalışmalarımızla gençlere ulaşabileceğimiz bir vasıtaya dönüştürmeye hedefledik. Elhamdülillah bu hedef doğrultusunda ortaokul, lise ve üniversite öğrencilerine yönelik yaptığımız proje çalışmalar bulunuyor. Bu süreçte tamamlanan ve hâli hazırda şuan devam eden projelerimiz ise daha prensipli ve daha çok gençlerin muhatap olduğu şekilde ilerliyor. Kavram merkezli çalışıyor olmamız, kelimelerin bıraktığı iz ve anlamlar ile ilgilenmemiz aslında çalışmalarımızı farklı hâle getirmekte. Çalışmalarımızın tam merkezinde ise Kur’an-ı Kerim yer alıyordu.
“İsteseydim dört üniversite biterdi ama ben hikâyem olsun istedim.” demiştiniz. Çocukluğunda hayalini kurduğunuz bir meslek var mıydı?
Çocukluğumda hayalini kurduğum bir meslek vardı. Hep hukuk profesörü olacağımı söylerdim. Nereden duyduğumu bilmiyorum lakin beni tanıyanlar edebiyat ile ilgileneceğimi, eğitimci olacağımı ifade ederlerdi. İki dal beraber seçmiş olsaydım böyle bir tevafuk oluşurdu. Okumayı seven ve bunu hayatında mecburiyet ile değil memnuniyet ile yapmayı tercih eden bir yapım vardır. Memlekete gittiğimizde okunacak kitaplarımız bittiğinde okuma heyecanı ve merakı ile sağlıkçı amcamın kitaplarını okurduk. Ben ilkokul mezunuyum. Bunu söylerken büyük bir emek ve onur ile söylüyorum. Çünkü birincilik ile kazandığımız ortaokulunu başörtüsü ile giremediğimiz dersler nedeniyle sona erdirildi. Okulun kapısında ağlarken defterime yazdığım ve hayat felsefem olan bir cümle vardır. “Diploma bir etikettir. Vermiyor musunuz? Peki, ehliyeti kazanmak insanın kendi elindedir ben de ehliyetim için mücadele edeceğim.” yazmıştım. Benim için güzel bir çıkış noktası olmuştur. Necip Fazıl Kısakürek’in güzel bir sözü vardır. “Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın. Gündüz geceye muhtaç bana da sen lazımsın” diyor. O dönem aslında fetret dönemi gibiydi lakin bize daha çok hız verdi, gayret verdi. Elhamdülillah. İki yıllık bir eğitim sonucunda Arapça öğretmeni olduğumu söylemişlerdi. Benim için asıl öğrencilik o zaman başlamıştı. Özel ders alabilme imkânlarımız oldu. Ayetleri anlayabilme, sosyal hayata taşıyabilme bugünkü ifademizle ayetlerin sosyolojik ve psikolojik yönünü fark edebilmek için. Sonrasında etimoloji merakım baş gösterdi. Arapça, Türkçe, Osmanlıca ve Farsça çok sözlük okumuşumdur. Bu şekilde öğrenciliğim hiç bitmedi. İnsan öğrenmeye her daim ihtiyacı olan bir varlıktır. Bugün etiketlerin ehliyetin önüne geçtiği bir dönemde yaşıyoruz hâlbuki bizler ehliyetlerimiz ile varız.
Belki üniversitelerde bu eğitimleri alırdım lakin ben farklı bir hikâyem olsun istedim. Çünkü ehliyeti kazanmak insanın kendi elindedir ve an’a mahkûm olmamalıdır. An’a mahkûm olmak insanı bitiren, tüketen ve tazeletmeyen bir şeydir. Hikâyemi anlattığım ortamlarda herkes çok şaşırmıştı. Çocukların hayret ifadeleri de güzeldi. Benim ise öğrenciliğim hâlen devam ediyor.
Ailenizin size kazandırdığı veya onlardan örnek alarak yaşamınızın her anında etkisini hissettiğiniz bir davranış, alışkanlık var mıydı? Var ise bizlere biraz bahseder misiniz?
İfade etmek isterim ki bu soru beni çok etkiledi. Evet var. Ailemden merhameti öğrendim. Merhametin getirmiş olduğu sevgiyi ve dengeyi ben çok güzel yaşadım. İnsanın hayatında belide en çok ihtiyacı olan, duygu bankasının dolması gereken en önemli özelliğiymiş. Anne ve babam ile kurduğum ilişki ikisi ile de ayrı ayrı çok kaliteliydi. Elhamdülillah. Özellikle babamdan aldığım kısmı beni çok etkilemiştir. Ben merhameti diğerini fark etmek olarak tanımlıyorum. Babam bana hayatın içerisindeki merhameti, sevgiyi ve muhatabını fark etme dengesini güzel bir hayat dersi ile vermişti. Bana hoca oldun dediklerinde koşarak eve geldiğimde babam bana kapıdan içeriye girerken sadece Firuzan girsin hocayı dışarıda bırak demişti. O gün bana çok ağır gelmişti. Benim o gün çok takdir edilmem gereken yönüm hocalıktı. Sonradan anladım ki babam benim etiketlerim ile değil şahsiyetim ile var olmamı istemiş ve bunu merhamet ile sevgi dengesi ile üzerimizde işlemiş.
Babamın hayatımda kurduğu denge hem bu yaşımda hem de gençlerle güçlü bağı kurmamda kıymetli bir zemindir.
“Müslüman niçinsiz yaşamaz, her niçin'in bir için'i vardır.” sözünü bizler için açıklamanız mümkün müdür?
Çok kullandığım slogan bir cümledir. İnsanın yaşadığı hayatı anlamlandırabilmesi için bir amacı olması gerekir. Ama amaç getirir, amaç hedef getirir. Bunlar insanın hayatında zincirleme bir güçtür. “Her şeyin bir fıtratı vardır.” sözünü biliriz. Aslında fıtrat varlığın ana kodlaması yani fabrika ayarlarıdır. Fıtrat burada amaca eşit oluyor yani her şeyin bir fıtratı vardır demek bir anlamı ve amacı vardır demek.
Biz her şeyden biraz hiçbir şeyden tamam değil bir hayat yaşıyoruz. Biraz oradan biraz buradan ama içini, anlamını belirlediğimizde aslında hayat bizim için daha yaşanılabilir bir hâle geliyor. İçinler bize yol gösteriyor ve gayretimizi getiriyor. Yaşama sebebimiz oluyor. İnsan nereye gideceğini bilmediğinde hedefini bilmediğinde gayesizlik, anlamsızlık gibi boşluklar oluşuyor.
Niçin ve için insanın istikametini belirler ve istikamet insanın niyetine göre belirlenir. Niçinler bizim davranış aynamızdır. Orada görüp izleriz. Ne yaptığımızı ve ne yapmak istediğimizi bilmek hem yaptıklarımızı bir anlama dönüştürdüğü gibi kaybetme riskimizin olmadığını da gösterir. Yaptığımız eylemler besmele ile başlar. Çünkü isim koymak değer vermektir. Besmele ile başlayarak isim koyuyoruz ve değerli kılıyoruz. Bunun sonunda kaybetme ihtimali yoktur.
Anlam ve amaç fıtratımıza uygun yaşamak demektir. Bu ancak insanın kendi varlığını onaylamasıdır. Rabbim bizi nedensiz ve niçinsiz yola çıkmadan, yolculuklarımızı hep nihayetine kadar kaybetmediğimiz yolculuklardan eylesin. İstikamet üzere yolculuklar eylesin.
Tadil kelimesi değiştirmek anlamında kullanılmaktadır. Sizce ruhun tadili mümkün müdür? Nasıl?
Mümkündür. Kur’an-ı Kerim bunu tezkiye kavramı ile ifade eder. Tezkiye insanın içten dışarıya doğru gelişimi, değişimi demektir. Genelde bizler insanın değişimi için dışarıdan müdahalelerde bulunuruz. Talim terbiye diyoruz. Kur’an-ı Kerim ise insanın içten dışa doğru gelişiminden bahseder. Bir ayette “Kim kendini tezkiye ederse gerçekten kurtulmuştur.” İnsan gelişimi için kendisine dikkat kesilmesi ve bunu yaparken Kur’an-ı Kerim’in rehberliğinde yapması tezkiyedir. İçten dışa gelişimi tamamlandıkça dışarıdan alacağı takviyeler insanın gelişimini hızlandıracaktır.
Sadece dışarıdan terbiye edilmeye çalışılan insan ise “Niçin”i ve “İçin”i bulamıyor. Hâlbuki insanın içinden bir gaye ve karar ile kendi gelişimini tamamlamak üzere yola çıktığında bambaşka bir hâle geliyor. Allah Teâlâ’nın insana en büyük nimetleri değişmek ve gelişmektir. İyi ki Allah Teâlâ insana değişebilme imkânı vermiş. İnsanın ruhsal gelişiminin önündeki engel yaptığı hataları mazeretlendirmektir. Hayat, akıl ve kalp asla boşluk kabul etmez. Ve mazeretlendirdiğimiz her bir hata yeni bir hatanın zeminini oluşturmaktadır. Arınmak, gelişmek ve değişmek insanın fabrika ayarlarında var olan bir güzelliktir. Bunun sağlanması için ise hatalarımız ile yüzleşmek ve onları tedavi, terbiye etmek gerekiyor. Bunun adı ise tövbedir. Tövbe insanın kendini yeniden tanımlaması demektir. Tezkiye ile güzelleşip büyük bir nimete dönüşmüş oluyor.
İki evlat annesi olarak çocuk yetiştirme hususunda karşılaştığınız bereketler ve yaşadığınız zorluklar nelerdir?
Eğitimci olarak tanınan kişilerin anneliği daha farklı oluyor. Çünkü teori ve pratik aynı değildir. Her çocuk ise fıtratı ile geliyor. Siz ise anneliği o zaman öğrenmiş oluyorsunuz. Hayret ve hayranlık oluşturan ise evladın ilahi bir kredi olması, Allah Teâlâ’nın size sürekli değil süreli veriyor olmasıdır. El-Vehhab isminin tecellisi görülür. Annelik ise yaşarken öğrenilen süreç, burada Allah Teâlâ’nın Er-Rahim isminin tecellisini görürüz. Yardımının yetiştiği anlara şahit oluyorsunuz. Size masum bir varlık emanet ediliyor ve onu şekillendirmek gibi bir sorumluluk veriliyor. Beraberinde büyük bir telaş oluyor. En büyük edindiğim kazanım gereksiz telaşların olduğudur. Yaşayarak bu dönemi öğreniyoruz ve geçici olduğunu anlıyoruz. Kız evlat ile erkek evlat yetiştirmenin farklılığını fark ediyorsunuz.
Bir insanı bir insana emanet edecek kadar insana güvendiğini hissettiğimde çok şaşırmıştım. İlk hissettiğim rahmet kısmı Allah Teâlâ’nın güven duygusuydu. Zorlukları elbette oluyor. Az çocuklu bir ailede olmak ve eğitimci olarak bilinen insanların çocuklarının göz önünde olup bazı yaptıklarının çok farklı okunmasından çekinmiştim. Elhamdülillah ikisi de rahmet evlatlar…
Evlat bir ezandır ve anne babayı kulluğa davet eder. Bizim en büyük kulluklarımızdan bir tanesidir. Evimizde yetiştirirken en çok dikkat etmemiz noktalardan birisidir. Çocuk evde çırak okulda kalfa ve hayatta ustadır. Onların ilk rehberleri olan anne babalar olduğumuz için ciddi bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum.
Aile yapısını oluşturan en temel dinamikler sizce nelerdir? Günümüzde bu dinamiklerin korunması için ne yapılmalı?
Bir yuvayı ayakta tutacak üç özellik olduğunu düşünüyorum. Bunlar merhamet, sadakat ve eminliktir. Piramit’in zirvesine ise merhameti koymamız gerekiyor. Merhamet hepsini kapsıyor ve rahminde sevgiyi, vicdanı büyütüyor. Merhameti olmayan bir insanın ise hiçbir şeyi yoktur. Bugün yuvaların, bir arada olmanın temelinde olması gereken en önemli özelliktir. Merhameti acımak olarak anlıyoruz ama acıtmamak olduğunu konuşuyoruz lakin acıtmamanın nasıl olması gerektiğini de güncellememiz gerekiyor. Evlilik pembe hayallerden oluşan bir ütopya değildir. Evlilik hayatın gerçekleri ile yüz yüze kalmaktır. Yüz yüze kaldığımızda ise evliliği hayata taşıyacak temel prensiplerden ilki sabır ikincisi sevgidir. Evlilik emek ister emeği verecek kadar ise birbirinize zaman ayırmak gerekir. Mutlu evliliğin tarifi ise şöyledir; Bir fincan sevgi, iki fincan sadakat, üç fincan bağışlayıcılık, beş litre güven ve bir fıçı tebessüm.
Sevgi bu tarifte mayadır. Bugün ise en çok abartılandır. Bütün malzemeler karıştırılır nezaket ve anlayış ile çırpılır üzerine ise arkadaşlık ve ümit serpiştirilir. Bir çimdik ise tuz atılır. Her evinde kendine göre yorgunlukları, gürültüsüne sayılır. Başarıp hayatına dönüştürenler ise dünyadaki cennetlerini yaşarlar.
Kur’an-ı Kerim İdeal Ben’e ulaşmakta bize nasıl rehberlik eder?
Şahsiyetli insan doğrulardan beslenen, farkındalığı olan, herkesleşmeyen, rüzgâr alan ama savrulmayan insandır. Bu tanım Kur’an-ı Kerim’in oluşturmak istediği bir kavramdır. İmanımızı şehadete dönüştürdüğümüzde bizim kullandığımız “Ben şehadet ederim ki” kavramı vardır. Kendi varlığını onaylayacak bir varlık bilincin olsun ki benim varlığımı da onaylayabil demektedir. Bu bilince ulaşmak için önce kendi varlığımızı onaylamamız lazım. Kur’an-ı Kerim’de ideal beni tanımlayan bir vasıf vardır. Halife kavramı sorumlu, yetkili kişi demektir. Halife dediğimiz insan bu günü ihya ederken geleceği inşa eden insandır. Böyle bir sorumluluk alabilmek içinde kendi varlığının farkında olması gerekir. Kur’an-ı Kerim’in insanda oluşturmaya çalıştığı şey “şeyleştirmemektir”. Bulunduğun yer, anlamın ve amacın ile seni var etsin. Bugünkü yaşadığımız toplumda ise en çok kaçılan şey sorumluluktur. Günümüzde sorumluluk ekstra bir yük olarak tanımlandı. Sorumluluk aslında etkinlik ve yetkin olmak demektir. Kısacası sorumluluk seçilmiş olmayı getirir. Birine sorumluluk verirken ona yapabileceğine dair kişide oluşan vasıflar, özellikler vardır diğerlerinden farklı kılan da budur. İnsan aslında halife olarak görevlendirildiğinde yani sorumlu ilan edildiğinde sahip olduğu etkinliği ve yetkinliği de aslında ön plana çıkmış oluyor. İnsan ideal ben olarak hayatın içerisinde diğerine ulaşan, diğerini bilen, diğerine bildiren ve diğeri için yaşayan halife dediğimiz, hayatı imar ve inşa eden bir görünüş ile var oluyor. “Müslüman başkası için yaşayandır.” sözünü çok severim. Adanmışlıkta bu vardır ve halife olmak da adanmışlığı getirir. Adanmak başkaları hayatta kalsın diye ayakta kalabilmektir. Müslüman da halife kimliğini tanıdıkça varlığının anlamının ve “Neden ben de yaratıldım?” sorusunun cevabının peşine düştükçe sorumluluk kaçtığı değil aslında üzerine bir onur, gurur olarak taşıdığı özelliğine dönüşüyor.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sevdiğim bir sözü vardır. “Bu dünyada kendi ile karşılaşmadan göçüp giden insanlar var.” diyor. Kendi hayatımızı yaşarken hayatın içindeki varlığımızın olmaması aslında büyük bir kayıptır. Allah Teâlâ bizi kâinatın bir parçası kılıyor ve bizi eşsiz kılıyor bu çok kıymetlidir. İnsan olmak bir imkândır. Bu imkânı mümküne dönüştürmek lazım.
“Allah’lı ve Anlamlı” bir hayat için gençlere tavsiyeleriniz neler olur?
Genç kelimesi beni çok heyecanlandıran bir kelimedir. Osmanlıcada hazine manasında iken Kur’an-ı Kerim’de “Fetha” yani gücünü bilgisinden alan genç manasındadır. Türkçede ise “kenç” olarak çıkıyor manası enleşen, büyüyen, gelişendir. Bütün bu anlamlara bakarsak gençlik aslında benim tanımımla umudu ifade ediyor.
Etrafta çok fazla caydırıcı, akıl çelen duygu çelen etkenlerin bulunduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bu anlamda bu zamanın genci olmak gerçekten zor. Ben ise lügatimden zor kelimesini çıkarttım. Yerine ise “Daha çok emek vermem gerekiyor.” cümlesini ekledim. “Allah’lı ve Anlamlı” bir hayat gaye ve gayret gerektirir. Gayemizi ve gayretimizi besleyebilmek için ise ilk önce umudumuzu kaybetmemeliyiz. Umut insanın kendi varlığını onaylaması demektir. Eğer kendi varlığınızı onaylayıp biricikliğinizi fark ederseniz hayatın içerisinde herkesleşmemiş olursunuz. Sezai Karakoç’ un ifadesi ile “Herkes gibi olmak olmayacak bir şey, herkes gibi olmak olmamak gibi bir şey.” dediği gibi varlığınızı onaylamak ve kendinizi fark etmek aslında amaçlı dediğimiz yolculuğa çıkmanızı sağlayacaktır.
İlk tavsiyem varlığınız ile iftihar etmeniz olacaktır. Ve umudunuzu kaybetmeyin. Bizler yeryüzünün umut adası olduğu bir coğrafyada yaşıyoruz. Filistin ve Afrika’da yaşayan insanların bizi “Hoş geldin Osmanlı” olarak karşılaması beni çok etkilemişti. Bu bir umut cümlesidir. Bu milletin istikbali gençlerin istikrarına bağlıdır. Umut ise size istikrar getirecektir. İkinci tavsiyem ise hevesleriniz ile hedeflerinizi birbirine karıştırmamanızdır. Hevesleriniz hedeflerinizi besleyebilir, hevesleriniz hedeflerinize de dönüşebilir. İkisi bir noktada ayrışıyor ise o noktayı iyi tespit etmek gerekiyor.
Üçüncü tavsiyem ise birbirinizi besleyecek birbirinizde hem hâl olacak dinlenecek demlenecek dostlarınızın olmasıdır. İnsan birbiri ile demlenen birbirinden can alan, renk alan bir varlıktır. Bu sebepten sizi hayra ve hakikate götürecek ayçiçeği ve güneşin dostluğu misali daima ışığa, ümide, hayra taşıyan dostluklarınız olsun. Yaşadığınız dünya ise sizin renginizden, kokunuzdan istifade etsin.
En çok hangi mevsim sizin ruhunuza hitap ediyor?
İlkbahar. Canlanma ve kıpır kıpır hâli beni çok etkiliyor.
Çocukluğunuzdan hâlâ tadı damağımda dediğiniz lezzet?
Dondurma ve ekmek arası domates peynir.
Sizleri motive eden, kendinize sürekli hatırlattınız bir ayet/hadis?
“Kullarım beni sorduklarında bilsinler ki şüphesiz ben yakınım. Bana dua ettiğinde dua edenin dileğine karşılık veririm. Şu hâlde benim davetime gelsinler ve bana iman etsinler ki doğru yolu bulabilsinler.” Beni çok etkilemiştir.
Size mutlu ve huzurlu anları hatırlatan koku nedir?
Hanımeli kokusu… Çocukluğuma ve fıtratıma döndürdüğünü hissettiğim bir kokudur.
Bir mikrofon verilse ve herkes sizi duyacak olsa ne söylerdiniz?
“Lütfen tebessüm eder misiniz?” derdim.
Röportaj: İkra Harmancı
Hüma dergisi, Sayı: 22
Çok güzel bir söyleşi olmuş imkanım olsa da Herkes ulaştırabilsem bu güzel sohbeti