Sayfiye kültürünün temeli
Orta Çağ soylularının, yaz döneminde arazilerini denetlemek ve mevsimin git gide yaşamı güçleştirdiği şehirden uzaklaşmak için kırlara göç etmesi bir noktada şaşırtıcı gelse de bugünkü turizmin çıkış noktalarından biriydi. Bergama Krallığı’nın, Roma İmparatorluğu’nun ve Antik Mısır’ın da sayfiye yerleri vardı ancak 19. yüzyılla birlikte burjuvazi sayfiyeyi bir sosyal statü, yani üstünlük olarak algılamaya başladı. Osmanlı toplumunun doğa sevgisi onları sık sık bahçenin sınırlarından çıkartıp piknik ve gezintiler için çok revaçta olan açık alanlara yöneltmekteydi. Dönemin ve bölgelerin değişmesiyle birlikte insanların sosyal alan tercihlerinde de değişimler meydana geldi. İstanbul’da yaşayan insanlar için yaz ayları diğer mevsimlere nazaran oldukça zor bir süreci kapsamaktaydı. Günümüzün İstanbul’unda olduğu gibi o dönemde de nem halkın ortak derdiydi. Sayfiye yerine gitmek halkın bu derdini bir nebze de olsa çözerdi. Toplumun bazı kesimleri yaz aylarını kendi memleketlerinde geçirirken bazı kesimleri ise İstanbul’da serin ve pervaneli bölgelere giderek sıcaktan biraz da olsa ferahlamaya çalışırdı.
Eski İstanbul hayatı
Başta padişah olmak üzere üst düzey devlet görevlileri, gelir düzeyi yüksek olanlar Suriçi İstanbul’dan ayrılarak sayfiyeye giderler, mümkün oldukça sıcak ve rutubetten uzak durmayı tercih ederlerdi. Sayfiye mevsimi bir İstanbullu için havanın durumuna göre nisan veya mayıs aylarında başlar, ekim ayına kadar sürerdi. Eski İstanbul hayatında sayfiye alanında da örnek alınan kişi dönemin padişahıydı. Onun zevkleri, eğlence anlayışı, yaşam tarzı halk için belirleyici unsurdu. Ancak bu durum sadece terbiye ve rehberlik seviyesinde kalır; her şeyin bir düzen içerisinde yaşandığı dönemde kimsenin padişahı taklit etmesi veya onunla yarışa girmesi söz konusu olamazdı. İstanbul’un yoğun ilgi gösterdiği en önemli sayfiye alanı Boğaziçi idi. İstanbul’un fethinden sonra hızlı bir yapım faaliyetine sahne olan Boğaziçi, özellikle Lale Devri’nden itibaren devlet adamlarının gözde sayfiye mekânı hâline gelmişti. Batılılaşma ile Boğaziçi’ne ilginin artmasında İstanbul’da bulunan yabancı elçiliklerin saraylarının Tarabya ve Büyükdere’de olmasının da etkisi yadsınamazdı. Bu ilginin sonucunda hanedan üyeleri için Tophane ve Ortaköy arasında yazlık saraylar inşa edildi.
Boğaziçi, bir sayfiye yeri olmasından ziyade bazı durumlarda tam tersi amaçla da kullanılıyordu. İstanbul’da bulunmasından rahatsız olunan, ama yaptığı hizmetler dolayısıyla saygı gören devlet erkânı için Boğaziçi artık sayfiye yeri değil, sürgün anlamına geliyordu. Devlet adamlarının ise mevkilerine göre Rumeli ve Anadolu yakasında yalılar, bahçe içinde köşkleri yapılırdı. Hatırlatılması gereken bir unsur var ki bu dönemde sayfiyeye gidecek devlet adamları padişahtan izin almak zorundaydı. Padişahın izni olmadan şehir içinde de olsa üst düzey bir devlet adamının evini değiştirmesi mümkün değildi. Sayfiyeye gitmesine izin verilenlerin adları ikamet edecekleri yerin adresleri Bostancıbaşı siciline kaydettirme zorunluluğu vardı. Bu uygulama Tanzimat sonrası yürürlükten kaldırıldı.
Eski İstanbul’da sayfiyeye gitmenin de kendine özgü kuralları vardı. Özellikle padişah ve hanedan saraylarında dip bucak temizlik yapılır, eksikler giderilir ve eşyalar tertip edilirdi. Gitme günü yaklaştıkça müneccimbaşı tarafından uygun gün belirlenirdi. Önemli işlerde uğurlu zaman tayini meselesi üst düzey devlet görevlileri için de geçerliydi.
İstanbul’un gözdesi
Yaz mevsimini Boğaziçi’nde geçiren varlıklı ailelerin en önemli eğlencesi mehtap âlemleriydi. Hava müsait olduğu zamanlarda sandallara binen İstanbullular sazlar ve şarkılar eşliğinde gece boyunca eğlenirlerdi. Tanzimat’tan sonra özellikle moda olan bu eğlencelere yalılardan katılmayan hemen hemen yok gibiydi.
Şirket-i Hayriye’nin kurulmasıyla beraber Boğaz köyleri ve İstanbul arasındaki ulaşım vapurlarla sağlanmaya başlandı. Bu sayede yalılar sayfiye olmaktan çıktı ve yaz-kış oturulan meskenler hâline geldi. Vapur seferleriyle Boğaziçi’nde nüfus yoğunluğu arttı. 19’uncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren Adalar, Kadıköy, Moda, Erenköy, Fenerbahçe, Yeşilköy zengin kesimler başta olmak üzere İstanbul halkının ilgi gösterdiği mekânlar hâline geldi.
Deniz hamamları
Osmanlı sayfiye kültüründe yer alan önemli unsurlardan biri de deniz hamamlarıydı. 19’uncu yüzyılın ilk çeyreğinden sonra gündelik hayatımıza giren deniz hamamları, Osmanlı insanının deniz kültürü açısından önemli bir aşamaydı. Toplu alanlarda yüzmenin hoş karşılanmadığı ve yasak olduğu dönemlerde deniz hamamları ihtiyaca cevap vermişti. İstanbul’un belli yerlerinde bir işletmeci nezaretinde açılan deniz hamamlarının, tahta perdelerle dört tarafı çevriliydi ve hamamlar bir iskeleyle karaya bağlıydı. Denizin bir buçuk metre derin olduğu yerde inşa edilirdi ve birbirine bitişik localardan ve ortadaki doğal havuzdan oluşurdu. Tahta perdeler ve denizin dibinde de ızgaraların bulunmasından dolayı kimse kimseyi göremezdi. Kadın ve erkeklerin ayrı deniz hamamları vardı ve peştamal ile denize girilirdi. Mütareke ve Cumhuriyet dönemi ile birlikte plajların hayatımıza girmesiyle deniz hamamları da yavaş yavaş ortadan kalktı.