Ehl-i vicdan bir ses: Norman Finkelstein
“Doğrusu Siyonistler, Nazilerden çok iyi öğrenmişler… Onların Filistinlilere gösterdiği ahlaken iğrenç muamele ve Filistin halkını işgallerle yok etme teşebbüsleri açıkça ortaya koyuyor ki onlar da kısaca Nazilerin sakallı ve siyah şapka giyen versiyonları.” Norman Finkelstein
Zor zamanda kitabın ortasından konuşmak fikrin namusudur denir. Gerçekten ne zordur fikrinin namusunu koruyabilmek bir aydın için, ne zordur tüm baskılara ve kınamalara boyun eğmeden hakikatı konuşmak bazı zamanlarda. Nicesi yapamaz, tüm iyi niyetiyle ve sabrıyla çabalar da olmaz. Hakikatı söylemek bedel ister. Kolay değildir bunu ödemek...
Fikrinin namusunu koruyabilen azınlık arasında tüm bedelleri göğüsleyenlerden biri Norman Finkelstein. Bu yüzden değerli. Bizler için daha da değerli. Hakikatı söylemek uğruna bizim derdimizle dertlenmiş, birçoğumuzdan daha çok bu yola baş koymuş biri. Çoğumuz onun adına aşina olduk belki 2014 yazında İsrail zulmü sonrasında popüler olan videolarıyla. Batılı mercilerin mırın kırın ettiği bir dönemde çıktı ve gerçekleri tüm çıplaklığıyla söyledi dünyaya (artık fırsat bulduğu, fırsat verildiği kadar). Ve o anda bazılarımızın gözüne ilişti bu cesur adamın adı da bir parıltı oldu gözlerimizde belki onu dinlerken. Ancak bizim tanıyışımız yeni, onun mücadelesi ise eski. 30 yılını Filistin davasına vermiş bir mücadele adamı…
Vicdanlı duruşu ve cesaret dolu yüreği ile bizlere ders veriyor
Çok farklı bir rahatlığı seçebilecekken vicdanına kulak tıkamamış; Filistinlilere reva görülen zulmü, ailesi Nazi zulmünden muzdarip bir Yahudi olarak kabullenememiş birinin mücadelesi söz konusu olan. Bu yüzden daha da değerli belki de. Vicdanına kulak tıkayıp hakikata göz yummanın bu kadar mümkün olduğu bir dünyada bunu yapmamayı seçmek… Bunu Filistin’de acı çeken biri olarak değil, bir Yahudi düşünür olarak yapmak, hani dünya çapındaki Yahudi “aydın” lobisinin gösterişli bir mensubu olmayı elinin tersiyle iterek… Bütün bunları yaparken de Yahudi toplumunun ekseriyetini Holocaust acısını endüstriye dönüştürmekle itham edecek kadar açık sözlü olabilmek… Biraz Batı akademik dünyasını, medya dünyasını takip edenler bilir ki bütün bunları yapabilmek tam manasıyla yürek ister. Ancak vicdan ehli birinde olabilecek bir yürek...
Norman Finkelstein, vicdanlı duruşu ve cesaret dolu yüreği ile bizlere ders veriyor. Bu sebeple bizler tarafından daha fazla tanınmayı, daha fazla değer verilmeyi hak ediyor. Derdimizle dertlenip dışlanmayı göze almış birini bizler kucaklamazsak daha ne kalır yapacağımız? Fakat ne yazık ki birçok konuda olduğu gibi Finkelstein’e ilgi gösterme konusunda da eksiğiz. 30 yıldır Filistin hakikatı için mücadele vermiş bir aydına daha fazla yer vermiş, hakkında daha fazla söz söylemiş olmalıydık elden ele dolaştırdığımız bir iki videonun ötesine geçip. Ama olamamış…
Neyse ki o yine gelip bizi buldu bugünlerde. Hakkında beni yazmaya iten de bir hayalimi gerçekleştirip onunla görüşmem oldu zaten. İBB Gençlik Meclisi’nin Dış İlişkiler Komisyonu tarafından düzenlenen 3.Türk&Arap Gençlik Kongresi’nin açılış seremonisine konuktu kendisi. (Kongre hakkında İbrahim Kibar’ın yaptığı genel değerlendirme de bu sitede yayınlanmıştı.) Gençlerin Finkelstein’ın farkına varmış olması mutluluk verici bir durum. Bu gençlerin benim dostlarım olması ise benim açımdan ayrı bir mutluluk vesilesi...
Kongreyi düzenleyen arkadaşların ricamı kırmayarak beni kongre sonrası Finkelstein ile tanıştırmaları ise, kongreyi benim açımdan bir nebze daha özel kıldı diyebilirim. Mülayim ve vakur duruşlu idi tahmin ettiğim gibi. Samimi bir sohbet gerçekleşti kendisi ve masadakiler arasında. İnsanlara, özellikle de bu coğrafyanın gençlerine verdiği değer bizleri dinlemesinden belli oluyordu, bizlere sorduğu sorulardan... Ancak o günkü buluşmamızda ettiğimiz sohbetten ve devamında yapmayı planladığım mini röportajdan bahsetmek için yazmıyorum şu an. Hazır Sakarya Üniversitesi’nde ders vermeye başlayarak ve akabinde de Türk&Arap Gençlik Kongresi’ne konuk olarak gündemimize girmişken Norman Finkelstein, tanıtmam lazım kendisini. Mücadelesi bilinsin istiyorum. Sonra daha fazla mana ifade edecek sorularımız, cevaplarımız…
“Fikir hürriyetinin” beşiği Amerikan akademik dünyasından dışlandı
1953 ABD doğumlu Norman Gary Finkelstein. Ailesinin birçok ferdi Nazi zulmüne direnirken can vermiş; anne-babası ise Auschwitz’den sağ çıkmayı başarmış ilham verici bir hayat öyküsüne sahip. Finkelstein’a da ilham veren bu belki de: “…Annemle babam bana ve iki kardeşime şu dersi öğretti: İsrail’in Filistin’e karşı işlediği savaş suçlarına suskun kalmayacağım. Onların zulümlerinden ve işkencelerinden daha fenasını düşünemiyorum. Yaptıkları bu kıyımı, bu vahşiliği, Filistinlilerin yaşam alanını tahrip etmelerini ve tüm bu suçlarını, kendi maruz kaldıkları zulümlerle haklı çıkarmaya çalışmalarından daha aşağılık bir şey düşünemiyorum! Bu timsah gözyaşlarına saygı duymuyorum, bunu gerçekten sevmiyorum!”
Siyonizm üzerine doktora çalışmasına ve parlak bir akademik geçmişe sahip, ta ki Siyonist zulümlere ve bu zulmün fikrî avukatlarına karşı duruşunun bedelini akademik dünyadan dışlanarak ödeyene kadar. “Fikir hürriyetinin” beşiği Amerikan akademik dünyasının lekelerinden biri olarak kalacak bir olayla öğretim üyesi olduğu DePaul Üniversitesi’nde 2007’de görevine son veriliyor. Besbelli ki Harvard’ın fiyakalı akademisyeni ve aynı zamanda akademi dünyasındaki Yahudi lobisinin etkili ismi Alan Dershowitz ile girdiği amansız İsrail tartışmasının sonucunda hakkında yoğun anti-kulis yapılmasıyla… “Vicdan”a vurulan bu darbeyi kabullenemeyen öğrencilerinin, karar sonrasında iki hafta oturma eylemi ve açlık grevi yaptığını da not düşelim.
Ödediği bedeller bununla sınırlı kalmamış tabi ki. Kendisini izole etmek isteyen koca bir güç yumağı ortaya çıkmış ne de olsa. Yine de dik durmuş fırtınaya karşı Finkelstein, taviz vermemiş. Vermedikçe de daha da dışlanmış sessizce. Akademiden, medyadan, basından… Lübnan’a İsrail’in saldırılarını daha yakından gözlemleyebilmek için 2006’da yaptığı bir ziyaret bahane edilerek 2008’de İsrail’e girişi de yasaklanmış 10 yıllığına. Sözümona Hizbullah ile ilişkili olduğundan. Gerçi kendisi de İsrail zulmünden dem vurmak adına açıkça belirtiyor ya korkmadan “Hizbullah’ın aldığı her zafere seviniyorum!” diye, bu yeter de artar için İsrail’in tahammül sınırlarını aşmak için.
Küresel oyuncuların ikiyüzlülüklerinden dem vuruyor her seferinde
Dedik ya, fırtınaya karşı yalnız başına dik durabilmek pahasına bizim derdimizi sahiplenip de bedelini ödüyor Finkelstein. Hem de bizlerin ödemediği bedelleri ödeyerek, dillendiremediklerini dillendirerek. Onu daha da özel kılan bu açık sözlülüğü. O fikri namusuna her şeyden fazla önem veriyor ve asla duruşunu bozmuyor, tutarlılığını kaybetmiyor. Biz bile lafı gevelemek zorunda kalırken o, her gün Hamas’ın birkaç roketine binaen İsrail’in zulmünü örtbas eden bir dünyanın ortasından haykırıyor: “Hamas ne yapsın? Kendi ülkesini işgalcilere karşı savunmasın mı? İşgale ve zulme göz mü yummalı? Uluslararası hukuktan mı bahsedeceğiz, hadi o zaman bahsedelim. Her toplumun kendi ülkesini işgalcilere karşı savunma hakkı vardır. İsrail’in saldırıları, öldürdüğü binlerce sivil uluslararası hukukun neresine sığacak?”
Hamas ve Hizbullah hakkında yanlış algı yaratıldığını açık sözlülükle ortaya koyuyor. İddia edildiği gibi onların destekçisi değil belki ama halkların kendini savunmasını gayrimeşru göstermeye çalışan her söyleme de mertçe karşı duruyor. Netanyahu’nun sadece bahanelerle Gazze’yi abluka altına aldığını ve masumları öldürdüğünü söylüyor. İsrail’in ikiyüzlülüklerini ortaya seriyor büyük bir entelektüel kurguyla. “İsrail acaba kendini mi koruyor, işgalini mi?” diye soruyor Batılı güçlerin ve BM’nin ucuz tiyatrosunu bozarcasına. Yetmiyor, Birleşmiş Milletler ve ABD gibi küresel oyuncuların ikiyüzlülüklerinden de dem vuruyor her seferinde. Bizim dahi sahip olamadığımız bir açıksözlülükle koyuyor duruşunu da itirazını da ortaya Norman Finkelstein.
Filistin sorunuyla dertlenmiş her kesimden insanın da, Müslüman dünyanın da, ehli vicdan herkesin de sahip çıkması, değer vermesi gereken bir zat Finkelstein. Hani bazı bilgeler kendi devrinde hakikatı dillendirip insanları rahatsız ettiği için hor görülür de sonradan kıymeti anlaşılır ya, o cinsten. Biz yine de hazır fırsat varken onu hor görenlere karşı yalnız olmadığını hissettirerek sonraya bırakmayalım işi. Bize de bu düşer kanaatimce.
Daha çok tanıyabiliriz kendisini; 2009’da hakkında yapılmış bir film var “American Radical”; kitapları var ufkumuzu genişletebilecek, YouTube videoları ile sınırlı kalmayalım. İnşallah en sükse yapan kitabı Holocaust Industry’yi bir vakit okuyup değerlendirmesini paylaşmak fırsatım olur. Tabi hazır kendisi ile bağlantı kurmuşken bir yazıyla bırakmayıp dahasını da sizlere aktarabilmeyi istiyorum. Umarım bu yazının devamı bir röportajla gelir. Yazıyı kendisinden bir alıntı ile kapatalım: “İsrail, bilgisayarlı Cengiz Han’dır. Bu ülkeye hiçbir bağ veya his duymuyorum. Şeytani bir ülke.”
Deniz Baran heyecanla anlattı