Ahmed Remzi Dede (Akyürek), yüz yıla yakın Mevlevî postnişînliği yapmış bir aileye mensup olup Kayseri Mevlevihanesi postnişîni Seyyid Süleyman Ataullah Efendi’nin sulbünden 1872’de Kayseri Mevlevihanesi’nde doğmuş ve babasından önce Kayseri Mevlevihanesi şeyhi olarak görev yapan dedesi Seyyid Ahmed Remzi el-Mevlevî’nin adı kendisine verilmiştir.
Büyük dedesi Konya Mevlana dergâhında 1815- 1858 yılları arasında 43 yıl postnişînlik yapan Mehmed Said Hemdem Çelebi’nin hocası olan Seyyid Süleyman Türâbî’dir.
Ahmed Remzi iyi bir tahsil görmüş ve babasının tesiriyle edebiyata ilgi duymuş, daha çocuk yaşta şiir kabiliyetinin olduğu çeşitli vesilelerle görülmüştür. Eniştesi Güncizade Nuh Necati Efendi ile Hisarcıklızade Salim, Kayseri tahrirat müdürü Sâmî ve Müridzade Ali Efendilerden Arapça, Farsça ve edebiyat dersleri almış ve ilk şiirlerini düzeltip ondaki edebiyat zevkini geliştiren de bu kişiler olmuştur. Kayseri Lisesi ahlâk ve ulûm diniyye hocalığına atanmış, aynı zamanda çeşitli medreselerde Farsça, Pend-i Attar, Gülistan, Bostan, Arûz-ı Câmî, Mesnevî dersleri vermiştir.
II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Konya’ya gidip Abdülhalim Çelebi’nin emri üzerine Çelebizadelere Mesnevi okutmuş, sonra Kütahya Ergûniye Mevlevihanesi’ne şeyh vekili, 1909’da Kastamonu Mevlevihanesi şeyhi olmuş, 1913’te Halep Mevlevihanesi postnişînliğine atanıp orayı canlandırmıştır. Kardeşi Hüsameddin Dede de babasının yerine Kayseri Mevlevihanesi postnişîni olmuştur.
I. Dünya Savaşı’nda Filistin cephesine hareket eden Mevlevî taburuna katılıp önce Şam’a, daha sonra da Medine’ye gitmiştir. 1919’da Halep’in işgali üzerine İstanbul’a dönmüş ve yapılan mebusluk tekliflerini reddetmiştir. 1924’te Üsküdar Mevlevihanesi’ne şeyh tayin edilmiş, aynı zamanda Üsküdar Sultan Mustafa Camii ile Bayezit Camii’nde Mesnevi okutmuş, Meclis-i Meşayih azalığı, Medresetü’l-İrşâd tasavvuf müderrisliği ve Üsküdar müfettişliği tekke işleri meclisi üyeliği yapmıştır.1925’te tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla Üsküdar Selim Ağa Kütüphanesi başmemurluğuna atanıp burada on yıldan fazla kitap tasnif ve tanzimiyle uğraşmış, 1937’de istifa ederek Ankara’da yaşamaya başlamış ve zamanın Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in isteği üzerine bir süre Eski Eserler Kütüphanesinde müşavir olarak çalışmıştır. Ankara’da zatürreye yakalanıp Kayseri’ye yerleşmiş ve 6 Kasım 1944’te burada vefat ederek Seyyid Burhaneddin Türbesi haziresine defnedilmiştir.
Velûd bir şair ve müellif olan Ahmed Remzi, çeşitli edebî dergilerde aruz ve hece vezniyle dinî-tasavvufi birçok şiir yayımlamıştır.
Ahmed Remzi ve Mevlevi Taburu
Osmanlı Devleti’nin 11 Kasım 1914’te Harb-i Umumi’ye girmesinin hemen akabinde Cihad-ı Ekber ilan edilmiş ve başta Konya ve Bursa’da gönüllü Mevleviler Osmanlı askerlerine manevi destek olarak toplanmaya başlamıştır. Mevlevî olduğu bilinen Sultan Muhammed Reşad da Suriye-Filistin cephesindeki askerlere manevi destek olarak 23 Kasım 1914’te bir Mücahidin-i Mevleviyye Taburu kurdurup İstanbul’daki Mevlevîlere bir sancak, komutanlık mührü ve bir kılıç göndermiştir.
Mevlevî taburu, başlarında sikkeler, sırtlarında cübbeler ve ellerinde de silahlarla 3 Şubat 1915’te İstanbul’da Harbiye Nezareti önünde toplanıp coşkulu bir törenle Haydarpaşa’ya, oradan da Konya’ya uğurlanmıştır. Mevlevî taburuna güzergâh boyunca başka tekke ve zaviyelerden de katılımlar olmuştur. Tabur 8 Şubat 1915 gecesi Konya’ya ulaşmış, çeşitli şehirlerdeki Mevlevîhane şeyh ve dervişleri de Konya’da toplanıp 26 Şubat 1915’te taburun ikmal ve lojistiği tamamlanarak miralay rütbesiyle Mevlevî tabur komutanı Veled Çelebi idaresinde trenle Şam’a hareket edilip 14 Mart 1915’te Şam’a ulaşılmıştır. Mevlevî taburu Şam’da üç sene kalıp orada 4. Ordu’nun emrine verilmiş, ancak savaşa cephede bizzat katılmayıp daha ziyade geri hizmetlerde manevi ve lojistik destek olarak kullanılmıştır. Mevlevî taburuna 47 Mevlevihane’den 1026 derviş katılmıştır. Birçok dervişin şehit olduğu bu tabur üç yıl boyunca Osmanlı ordusuna önemli bir manevi silah ve destek olup, büyük işler yapmıştır. Bu taburun gönüllü erlerinden birisi de son dönem Mevlevîliğinin büyük isimlerinden Kayseri’de medfun Ahmed Remzi Dede’dir (Akyürek).
Ahmed Remzi, Halep Mevlevihanesi postnişîni iken Halep-Şam yoluyla Filistin cephesine giden gönüllü Mevlevi Taburu’na serhalka-i sınıf-ı mümtaz (seçkin sınıfın başı) olarak katılmıştır. Tekkedeki birçok derviş de kendisiyle birlikte tabura katılmış ve çok az kişinin kaldığı tekkenin cami ve semahanesi de ordunun erzak ve mühimmat deposu olarak kullanılmıştır. Tabur Şam’a geldiğinde Ahmed Remzi iki yıldır Halep Mevlevihanesi postnişîni olarak görev yapmakta ve bu mevlevihaneyi her yönden canlandırmış bulunmaktaydı. Buradaki mukabele ayinlerine halk o kadar çok ilgi göstermiştir ki çok sayıda Ermeni ve Musevi de ayinlere katılmıştır.
Bu durumda Şam’a gelen gönüllü Mevlevî taburuna bu önemli nüfuzuyla destek vermiş ve bölgeyi iyi bilen birisi olarak kılavuzluk yapmıştır. Ahmed Remzi ve diğer kardeşi Kayseri Mevlevihanesi postnişîni Hüsameddin Efendi gönüllü Mevlevi taburunda görev yaparken erkek kardeşlerinden Huldî Efendi de Çanakkale savaşında şehit düşmüştür. Ahmed Remzi bu sırada Şam Ümeyye Camii’nde Mesnevî okutmuş, Medine’ye de gitmiştir. Ahmed Remzi, başında bulunduğu tabura ahlâk ve din dersleri vermiş ve taburdaki üstün gayretlerinden dolayı kendisine 4. Ordu Kumandanlığının 1.3.1332 sayılı emriyle harp madalyası beratı ve nişanı verilmiştir. Şam’da kaldığı süre içinde Emeviyye Camii’nde Mesnevi’yi Arapça şerh ederek okutmuş ve yerli âlimlerin büyük takdirini kazanmıştır. Verdiği Arapça vaazlarla Arapları hayretler içinde bırakmıştır. Buna dair, kızı Lütfiye Cıngıllı bir hatırasında şöyle demiştir: “Konya’da Ahmed Remzi’nin kızı olduğumu öğrenince yanıma gelen nur yüzlü bir zat, babamın Şam’da Emeviyye Camii’nde vaaz verdikten sonra cemaatin kürsüyü vaizle birlikte kucaklayarak camiden sokağa çıkarıp ‘Ya Latif’ diye bağırdıklarını anlattı.” demiştir.
Ahmed Remzi, Mevlevi taburunun teşkili, konumu ve kahramanlığı ile ilgili manzumeler yazdığı gibi, Şam’da halkın ve askerin maneviyatını artırıcı da manzumeler yazmış, öte yandan Şam’da bulunduğu sürede, içinde bulunduğu zor ve sıkıntı dolu ruh hâlini de yansıtmaktan geri kalmamıştır. Mesela aşağıdaki manzume onun ve dervişlerin ne denli zor şartlarda yaşadıklarını göstermektedir:
Çoluk çocuk böyle gurbet ellerde
Perişan kaldılar yetmez mi Yâ-Rab
Şöhret ü şânımız gezer illerde
İnsanın gücüne gitmez mi Yâ-Rab
*
Halep Şam Kayseri olduk perişan
Her birimiz bir yerde ağlaşır her ân
Hulâsa yok mudur acaba imkân
Çektiğimiz mihnet yetmez mi Yâ-Rab
*
Her şeyde bilirim hikmetin vardır
Ne çare insanız gönlümüz dardır
Pîrimiz büyüktür Molla Hünkârdır
Bize bir gün imdad etmez mi yâ-Rab
Ciğeri kaynayan, gözü yaşlı, bağrı başlı Ahmed Remzi, Halep Mevlevîhânesi postnişîni iken ilan edilen cihad-ı ekbere katılmak üzere dervişleriyle birlikte Şam’a hareket etmiştir. Bu sırada Mevlevi taburu komutanı olarak Şam’a gelen ve hava değişimi için bir süredir Beyrut’ta bulunan Veled Çelebi’ye bir manzume sunmuştur. Bu manzumede Veled Çelebi’nin doğum tarihi ile Konya’da ilk defa çelebilik makamına getirildiği tarihi (1910) haber vermiştir. Veled Çelebi de kendisine sunulan bu manzumeyi okuyup birtakım tavsiyelerde bulunmuştur. Ahmed Remzi’nin sunduğu bu manzumede: “Bu manzume cihad-ı ekbere katılarak Şam’da mücahit kardeşlerimizle birlikte fetihleri beklemeye başladığımız bir zamanda yazılarak, tebdil-i hava için Beyrut’ta bulunan Hazret-i Mevlânâ’nın postnişîni ve mücahidin-i Mevleviyye kumandanı mürşidimiz Çelebi efendimiz hazretlerine şu ariza ile sunulmuştu.” denilerek son postnişînler haber verilmiştir.
Mevlevi taburunun gözü yaşlı, bağrı başlı neferi
Son dönemin velûd Mevlevi müellifi ve şairi, Şam’daki Mevlevi taburunun gözü yaşlı, bağrı başlı neferi Kayserili Ahmed Remzi Dede manevi destek olmak üzere Filistin cephesine giden Mevlevi taburunda yer almış ve bu esnada çeşitli yazı ve şiirler kaleme almıştır. O, 1913 yılında Halep Mevlevihanesi postnişîni olmuş ve burada iki yıl önemli bir manevi kalkınma gerçekleştirmişken, 1915’te İstanbul ve Konya’dan Şam’a akan ihvan-ı mücahidin Şam yolu üzerindeki Halep’e ulaştığında bu tabura seçkin sınıfın önderi olarak katılmıştır. Zaten kendisi o bölgede halk ve askerler tarafından çok sevilip saygı duyulan bir simadır ve böyle bir konumda Mevlevi taburuna katılması taburu çok güçlendirmiş, moral olarak zirveye taşımıştır. O, böyle bir ortamda şairliğini yine konuşturmuş ve sunduğu bazı şiir ve nesirlerle önemli işlevler görmüştür.
Prof. Dr. Muhittin Eliaçık
Kırıkkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Şehir ve Düşünce dergisi