İsmail Hakkı Altunbezer, ünlü bir hattat, meşhur bir gül yetiştiricisi, Babıâli’nin birinci tuğrakeşi… Mesleğe sonradan dâhil olmuşlardan değil. Belki beş altı kuşaktır içindeki ateşîn duyguları kâğıtlara döken bir aileden. Genlerinde var hattatlık. Çocukluğunda aşina olmuş divite, kaleme, mürekkebe… Çok bereketli, geniş yelpazeli bir sanat hayatı var. Üsküdar Selimiye, Edirnekapı, Zeynep Sultan, Şemsi Paşa camilerinin kubbelerini yazıları ile süslemiş. Eşsiz güzellikleri nakşetmiş mabetlerimize. Laleli, Afyon, Eskişehir, Beyoğlu Ağa camilerinde de muazzam celileri mevcut. Osmanlı önemindeki son Kâbe Örtüsü kuşak yazısı da muhtereme nasip olmuş. Abdülhamid’in fermanlarına tuğra çekmiş ayrıca. Divan-ı Hümayun'dan çıkan beratlar, fermanlar, menşur gibi resmi belgelere…
1873 yılında İstanbul Kuruçeşme’de doğar. Dediğimiz gibi sanatkâr bir aileden. İlk yazı derslerini kendisi de hattat olan babası Mehmet İlmi Efendi’den alır. Mehmet İlmi Efendi de hattatlıkta hatırı sayılır biridir. Altunbezer Valide Sultan Mektebi'nden sonra Fatih Rüştiye’sini bitirir. Sanayi-i Nefise Mektebi’nde resim dersleri görür. Ressamdır aynı zamanda. Divan-ı Humayun Kalemi’de çalışan Sami Efendi’nin öğrencisi olur. Sami Efendi o devrin ünlü isimlerinden. Altunbezer ustasından divanî, celi divanî ve celi sülüs yazılarını öğrenir. Bunların yanında tuğra çekmeyi de… Ayrıca önemli devlet belgelerini divanî ve celi divanî tarzında yazmış. Bunlara ilaveten oymacılık dalında da eğitim almış.
Ressam, hattat, oymacı, tezhip sanatçısı İsmail Hakkı Bey büyük medeniyetimizin yazı alanındaki parlak şahsiyetlerinden biri olmuş. İnceliği, dikkati, sabrı, hassasiyeti en güzel biçimde sunmuş hepimize. Medresetü’l Hattatin, Şark Tezyini Sanatlar Mektebi ve Güzel Sanatlar Akademisi gibi okullarda dersler vermiş, gençlerin kendini yetiştirmesinde kılavuzluk etmiş. Dil Devrimi sonrasında da Mimar Sinan Üniversitesi gibi okullarda tezhip derslerine devam etmiş.
Kendine özgü bir fırça ve kalem tutuşu varmış
Geleneğin modern zamanlara yenilmesi aynı anda kadim yazımızın, süslemelerimizin, sanat dallarımızın da yok olmasına ya da nesli tükenen varlıklara dönmesini getirdi. Aynı zamanda bu söylediğimiz şeylerle uğraşan sanatkârların da ortadan kaybolmasını… İsmail Hakkı Bey de bu unutuluştan payına düşeni alır. Akademideki görevinden istifa eder. Ömrünün son demlerini aç kalmamak için, geçim için mahkemelerde bilirkişi olarak tamamlar. 19 Temmuz 1946 yılında vefat eder. Karacaahmet Mezarlığı'nda babasının yanına gömülür. Mezar kitabesi kadim dostu Necmettin Okyay tarafından yazılır.
İsmail Hakkı Bey’e Altunbezer soyadı tezhip sanatındaki mahareti dolayısıyla verilir. Kendine özgü bir fırça ve kalem tutuşu var. Resim çizimi noktasında da oldukça başarılı. Akademide bütün hocaları onu hayranlıkla takip ederler. Kadim kültürümüzdeki resim anlayışı dolayısıyla resim çizmeyi bırakır.
Altunbezer'le ilgili bir anekdot anlatılır. İstanbul’un işgali döneminde Altunbezer dükkânının vitrinine “Bu da Geçer Ya Hu” yazılı levhayı koyar. İstanbul işgalden kurtulduktan sonra Altunbezer’in önceki yazıyı kaldırarak dükkânın vitrinine “Gel Keyfim Gel” yazılı levhayı koyduğu görülür. Bu anekdot her ne kadar manidar olsa da Beşir Ayvazoğlu Tercüman gazetesindeki 29 Eylül 2005 tarihli “Cehalet Esaretten Beterdir” adlı makalesinde ünlü hattatın bir dükkanının olduğu kaydına rastlamadığını belirtiyor. Ayrıca bu makalede İsmail Hakkı Altunbezer ve Halim Özyacı’nın eserlerinden oluşan bir serginden bahsediyor. Duvarlara asılan celî sülüs tarzında yazılan “Gel Keyfim Gel” ve celî talik tarzındaki “Bu Da Geçer Ya Hu” yazıları dolayısıyla ilgili mercilere yüzlerce şikâyet oluyor. Kendi kültüründen, yazısından kopartılmış insanlar bu sergiyi o zamanlar irticai bir faaliyet olarak değerlendiriyorlar ve gerekli yerlere şikâyette bulunuyorlar. Evet, bu anlatılanlar kültürel körlük olarak geldiğimiz noktayı göstermeye kâfi.
İsmail Hakkı Bey baktıkça doyulmayan, insanı mest eden eserler bıraktı. Ruhu şad olsun. Mekânı cennet olsun!
Muaz Ergü yazdı