Çiniyi geçmişten geleceğe taşıyan isimdir Faik Kırımlı

“Toprak, astar ve sırın uyumudur çini. Çini bir ateş oyunudur. Renklere ve kaliteye ateşle hâkim olunur.” der büyük çini ustası Faik Kırımlı. Ateşle oynamanın belki de en güzel halidir çini. Zeyneb Demirel yazdı.

Çiniyi geçmişten geleceğe taşıyan isimdir Faik Kırımlı

Üniversitedeki ilk günlerimizdi. Faik Kırımlı üstat ile tanışıklığımız, çini dersimize giren hocamızın “çini sanatını icra edecek her insanın muhakkak tanıması gereken bir isim Faik Kırımlı” demesiyle başlamıştı. “Toprak, astar ve sırın uyumudur çini. Çini bir ateş oyunudur. Renklere ve kaliteye ateşle hâkim olunur.” der büyük çini ustası. Ateşle oynamanın belki de en güzel halidir çini. Görsel bir şöleni beraberinde getirir. Zarif çiçekleri, yüzyıllar geçse bile, dalından koparılmaya kıyılamayacak çiçekler kadar canlı renklere sahiptir.

Sınavlarımızda bizzat sorulan bu muhterem isim ömrünü, 300 sene öncesinde var olup artık reçetesi kaybolmuş bir mirası, o derin uykusundan uyandırmaya adamıştı. Bu uğurda birçok fedakârlıkta bulunmuş ve yılları bulacak olsa da emeklerinin karşılığını başta İznik’te olmak üzere, bu ateş oyununu yeniden sevdirip işinin ehli talebeler yetiştirerek almıştı.

Kırım’ın Türklerinden olan Faik Kırımlı, 1935 yılında İstanbul’da dünyaya gelir. Ailesinde de var olan sanata yatkınlık onu evvela gravür ile tanıştırır. Kapalıçarşı’da bulunan dükkânında gravür sanatını icra ettiği dönemlerde çevresinin de etkisiyle antika eserlere merak salar. Bu merakı onu büyük bir koleksiyoner olmaya kadar götürür. Öyle ki, bir röportajında bu konu hakkında sorulmuş bir soruya, “Antika merakım da çok erken başlamıştı, 18'imde koleksiyona başlamıştım. Derken, arkeoloji ve eski eserlere yöneldim. O zamanlar en fazla esere sahip Hüseyin (Kocabaş) Bey'den sonra, en büyük koleksiyon bendeydi.” sözleriyle cevap verir.

Üstad, çiniyle tanışacağı sıralarda henüz 25 yaşında genç bir delikanlıdır. İçindeki tükenmez istek ve bilgiye duyulan açlığın kendisini 300 yıl önceki bir sırrın peşine düşüreceğinden habersizdir. Ta ki Kuledibi’nde kendisi gibi gravür sanatını icra eden Rum arkadaşı Polivvi, elinde tarihi İznik çini parçalarıyla karşısına çıkana kadar. “Faik, bak bunlar 300 yıllık bir İznik çinisinden. Bu çini parçaları çok değerli.” der. Kırımlı, muhtemelen ilk kez karşılaştığı İznik çinisinin güzelliği karşısında hayrete düşer. Çünkü o dönemlerde çini sanatının değil icrası, ismi bile unutulmuştur. Gün yüzünde olan birkaç eser ise Avrupa’ya götürülen parçalardandır.

İznik çinilerini aklından çıkaramaz

Günler geçer gider, fakat Faik Kırımlı gördüğü çinilerin etkisinden kurtulamamış aksine artık rüyalarında dahi görür hale gelmiştir. Vakit kaybetmeden arkadaşının kapısına dayanıp çini parçalarını bir kez daha görmek istediğini söyler. Bu istek, Faik Kırımlı için yeni bir sayfa, çini sanatı içinse yüzyıllardır çalınmasını beklediği kapısının ardına kadar açılması demektir. Artık karar vermiştir, eve döner dönmez haritayı açar ve İznik kentini bulur. Çiniyi yerinde öğrenecek ve öğretecektir.

Bu yolculuğun ilk aşaması Topkapı Sarayı ve Osmanlı arşivlerinde çini sanatının en parlak dönemi olan 16. yüzyıl tekniğini gece gündüz aramakla geçer. İki senelik araştırma sürecinin ardından İznik’e varır. Fakat bu ilk buluşma hayal kırıklığıyla sonlanır. Geldiği yer, bir köydür. Burada çiniye dair tek bir iz kalmamış, seramiğe merakı olan birkaç kişi bulmuşsa da bu kişilerin pratikte hiçbir tecrübesi yoktur. Faik Kırımlı İznik’ten ilk ayrılışı hakkında şöyle söyler: “Kendime öyle güvenim var ki, ‘ben bunu yaparım’ dedim ve rahmetli Celal Esat Arseven'e gittim. ‘Hocam bana ne biliyorsan aktar, ben bu çiniyi yapacağım’ dedim. ‘Evlat’ dedi, ‘biz çok uğraştık; boyaları, sırları neden yaptılar, bal katarlarmış, neden katmışlar, hiçbir şey öğrenemedik. Boşuna uğraşma, masrafına yazık olur’ dedi.”

Buradan da eli boş ayrılan Faik Kırımlı, Mevlanakapı’da bir ahır kiralayarak ilk atölyesini kurar. Deneme yanılma yoluyla evvela çininin en mühim aşamalarından olan sırın yapılışına dair ihtisas sahibi olur. Sır, kendisini göstermiştir fakat fırından çıkan her ürün ya yanık ya da kırık çıkar. Boyayı ve fırın ısısını bir türlü tutturamaz. Bu durum hocada derin bir üzüntüye sebep olur ve işi orada kestirip atar.

Ancak hocanın yolu çizilmiştir… O günlerde annesiyle gittiği bir sinema filminde çini sanatıyla yeniden karşılaşır. Film öncesi gösterilen reklamlarda Yapı Kredi Bankası’nın düzenlediği kültür programlarını ve rahmetli Hüseyin Kocabaş'ın eserlerini görür. Bu reklam Kırımlı’ya bir şeyler söylemek istiyordur sanki: “Bir anda çarpıldım; fonda güzel bir nihavent, derken bir ses anlatıyor çininin hikâyesini: Alâeddin Keykubad'ın çinileri, rey çinileri, Kaşan çinileri, Selçuklular... Derken İznik çinileri; kandiller, panolar, sünnet odası, altın yol... ‘Allah’, dedim, ‘ölsem de vazgeçmem, başka bir atölye kurar hemen başlarım…”

Mercan kırmızısının peşine düşer

Mevlanakapı’da yeni bir ahır kiralar. İlk çalışmaları bir kez daha hüsranla sonuçlansa da bu kez pes etmez ve Bilecik dağlarından gelen çok kaliteli bir kaolini, külhanda yakıp öğüterek sırın tekniğini değiştirir ve bağlantı sırrıyla bir astar yapar. Üç tabağı desenleyip sırlayarak fırına verir. Çok kıymet verdiği antika eserlerinin çoğunu satarak çini sanatına ulaşmayı arzulayan üstad, yine aynı ümitsizlikle fırını açar. Fakat bu kez çiniler tüm güzelliğiyle hocaya gülümsemektedir. Şimdi sıra bir sonraki zorlu aşamaya gelmiştir:  "Eninde sonunda seni yakalayacağım, nereye gidersen git" dediği ve en son 16. yüzyılda kullanıldığı düşünülen “mercan kırmızısı” rengini bulmak. Üstadın çiniye tüm sırlarıyla vakıf olması ise yaklaşık yedi senesini alacaktır.

1550-1605 tarihleri arasında kullanıldığı bilinen mercan kırmızısı, bilhassa lale motifini ve bazı çiçek motiflerini ön plana çıkarmak için kullanılırdı. Bu rengi ortaya çıkaran usta, ya ömrü yetmediği için ya da rengin kimyasını kimseyle paylaşmak istemediğinden (ki bu durum birçok sanatkârda görülmüştür) reçetesi tamamen kaybolup gitmiştir. Yaklaşık 400 yıla yakın formülü bulunamayan mercan kırmızısının peşine birçok kişi düşmüş, fakat hiçbir sonuca ulaşamamıştır. Bu arayışta olan Kocaoğlu kardeşler, 8 yılda 12 bin deney yaparak her yolu denemiş fakat kırmızı yerine kendilerine has bir renk olan pembeye ulaşabilmişlerdir. Öyle ki, insan kanını bile kullanmış ancak sonuç alamamışlardır. Sanat tarihçisi Nurhan Atasoy'un deyişiyle mercan kırmızısına en çok yaklaşabilen isim yine Faik Kırımlı olmuştur.

Çininin asli vatanı İznik’tir

Faik Kırımlı, “İşin sırrını buldum fakat bu bilgi benimle kalamaz” diyerek yeniden İznik yollarına koyulur fakat buradan bir kez daha eli boş ayrılır ve bu kez rotasını Kütahya’ya çevirerek buradaki Altın Çini’de çiniyi öğretir. 1987 senesindeyse yeniden İznik yollarına düşer. Evvela belediyeye giderek çini işi için bir mekân ister fakat belediye başkanı İznik'in içinde kurulan fırının dumanının insanlara rahatsızlık verebileceğini ve ancak şehrin dışında bir yer verebileceklerini söyler. Kırımlı, “Çininin asli vatanı İznik ve burada yapılması doğru olur” diyerek bu teklifi reddeder.

Hocanın imdadına, daha sonralarda talebesi olacak olan Eşref Eroğlu ve eşi yetişir. Kendisine şehrin merkezindeki arsalarını tahsis ederler. Hazırlanan ilk denemeler fırına girdikten sonra, herkes merakla sonucu beklemeye koyulur; belediye başkanı, kaymakam, halk...

Duman çıkar önce, sonra külhan kısmına kayar. Alevin yan yatıp bacaya doğru akmasıyla birlikte herkes rahatlar. Fırından çıkan çiniler pırıl pırıldır. İlk deneyimin olumlu sonuç vermesi, belediye ve halk tarafından memnuniyetle karşılanır ve çoğunluğu genç kızlardan oluşan ilk ekip kurularak İznik’te çini üretimi 300 yıl aradan sonra yeniden başlar.

Çini sanatı artık İznik’le birlikte yeniden nefes almaya başlamış ve böylece Faik Kırımlı’nın rüyası gerçeğe dönüşmüştür. Hızla devam eden üretimlerde fırının üçüncü yakılışında, İhlas sûresini yazdığı levhayı çıkarır fırından. Bursa'daki Yeşil Camii için hazırlanan bu levha daha sonraasıldığı yerden çalınır ne yazık ki.

Çalışmalara eşlik eden sırlı bir rüya

Kırımlı, çini sanatının yeniden hayat bulması ve ülkenin her köşesinden talep edilmesinin üzerine, atölyesini yetiştirdiği talebelere ve Eşref Eroğlu’na bırakır ve bu işi İstanbul’da devam ettirmek üzere İznik’ten ayrılır. O sıralar gördüğü bir rüyanın etkisinden kurtulamamıştır: "Eşrefoğlu Camii'nin banisi Eşrefoğlu hazretleri; üzerinde devetüyü sarısı bir cübbe; başında kocaman bir destar; okuyup üflüyormuş. Bana diyorlar ki rüyamda, 'Biz günün birinde çininin tekrar buraya geleceğini biliyorduk. 300 sene önce söylenmişti bize'. Ben de böyle ilahi bir pozisyonda olduğumu hissediyordum; çünkü çok sıkıntı çekiyordum. 'Bu benden çıkacak' diye söyleniyordum. Şükür ki, başardım."

Hocanın yetiştirdiği talebeler arasında dünyaca ünlü seramik ustası Kato’nun oğlu, Rasih Kocaman, Turgut Tuna, Faruk Şahin ve bu işin sıkıntısını en fazla çekenlerden birisi olan Ersin Öcal yer alır. Çeşitli üniversitelerde de ders verir fakat fakülte olarak modern sanatlara yöneldiklerini söyledikleri için çiniye ilgi duyulmaz.

İçindeki öğretme arzusu sönmek bilmeyen Kırımlı, Sanat Tarihi Yıllığı XI. 1982 yayınında “İstanbul Çiniciliği”, Antika dergisi 16. sayı ve 27. sayılarında “İstanbul’da Ehl-i Hiref Çini Ustaları” ve “İznik Çinileri ve Cenovalı Çini Tüccarları” başlıklı yazılarında birikimlerini çini meraklıları ile paylaşmıştır.

Kırmızıyı arayan adam

2002 senesinde ise, genç yapımcı Selim Evci “Kırmızıyı Arayan Adam” belgeseli ile çini sanatını 300 yıllık uykusundan uyandıran, mercan kırmızısı rengini ise yaklaşık 400 yıllık bir aradan sonra çinide yeniden kullanabilen tek isim olan Faik Kırımlı’yı herkese tanıtmak ister. Bu belgesel uluslararası yarışmalarda ödül alır.

Hocamız bu alandaki çalışmalarıyla çininin sırlı dünyasına ışık tutarken çini eğitimi veren yüksekokullardaki Geleneksel Türk El Sanatları Bölümü’nde Eski Çini Onarımları Ana Sanat Dalı’nın açılmasına vesile olmuştur. Aynı zamanda çini atölyelerinin büyük çoğunluğu, İznik Vakfı ve yine İznik’te yer alan atölyelerde emeği oldukça fazladır. Bu alanda ilerlemek isteyen hiç kimseyi geri çevirmemiş, gerek mektupla gerekse bizzat ders vererek gelişmelerine katkı sağlamıştır.

Bugün, çini sanatı halen hatırlanıyor ve seviliyorsa, İznik ve Kütahya’da başta olmak üzere çini sanatını icra eden herkes, bunu biraz da üstada borçludur diyebiliriz. Ve elbette ki, onu çini ile tanıştıran arkadaşına…

Faik Kırımlı hoca, 11 Aralık 2011'de rahmet-i rahmana kavuşur. Ardında 300 yıl sonra can bulan İznik çinisi, büyük emek vererek bulduğu mercan kırmızısı rengi, geçmişte yaşayan üstadlara sadık kalarak “Amel-i Faik” imzasını kullandığı çok kıymetli çinileri ve yetiştirdiği yüzlerce talebeyi bırakarak…

Zeyneb Demirel

YORUM EKLE
YORUMLAR
Müslüm Işıklar
Müslüm Işıklar - 2 ay Önce

Adını ilk defa duydum hocamızın. Hakkında başka araştırmalar yapma fikri oluştu. Mekanı cennet olsun. Başarılı bir yazı.