1961 yılı, 21 Kasım günü… Vefakâr dost; ölüm gelip yetişiyor. Sıfatı, soy isminden önce gelen bir zat-ı muhterem Celal Hoca. Belki ölüm taze iken bizi daha çok etkiler ama bugün Celal Hocanın vefatının üzerinden elli beş yıl geçmiş olmasına ve onu hiç görmemiş olmamıza rağmen yokluğu ile üzülüyor, bize miras bıraktığı nesli ile teselli oluyoruz. Biz biliyoruz ki; “Âlimin ölümü, âlemin ölümü gibidir.”
Celal Hoca’nın talebelerinden Nurettin Topçu, hocasının vefatı üzerine “Vefakârlık ve dostluk duygularının serab olduğu anda bütün bir ömür beklerken, tek vefakâr dost; ölüm gelip yetişiyor. O öldü. Biz onun dünyamızda bıraktığı işlerden fazlasını tanımayız. Onun bize bıraktığı, gözleri kamaştıran ve âleme ebede kadar ışık dağıtacak bir ilim ve fazilet güneşidir. Onun bu muhteşem mirası paylaşmakla bitmez. Lakin üstadın yazılı eseri bulunmadığı için, kendisinin kıskanç manevi mirasçıları, dostları ve bahusus talebeleri olacaktır. Ne mutlu onlara!” diyor. Celal Hoca’nın geride bıraktığı eserleri, kitapları yok elbette; lakin o, geride eser olarak Asım’ın Nesli’ni bırakıyor. “Bir muallimin, isminden çok hocalığı ile ebediyete intikal etmesi ne büyük bahtiyarlıktır!”
“O, hangi derse giriyorsa hakkıyla ders veriyordur”
Trabzonlu’dur Mahmut Celaleddin . Gürcüzadeler’dendir. Küçük yaşta babasını kaybeder. Annesi hafizedir ve ağızdan geceleri Kuran ezberletir oğluna. Annesi de vefat edince yetim kalır. İlme, okumaya merakı çoktur. Daha çocukluk yıllarında, medresede okurken, hocaları, başarısından dolayı “Molla Celaleddin” diye hitap ederler ona. Yetim kalan Molla Celaleddin’e Trabzon dar gelir. İlim talebiyle, hevesle İstanbul’a gelir. Büyük zorluklarla karşılaşmasına rağmen ilim öğrenme isteğinden asla vazgeçmez. Kuran’ı ezberlemiştir ama anlamak da ister. Duaya endekslenmiş bir hayat yaşamış olan Celal Hoca, bir gün gönülden dua eder: “Ya Rabbi! Eğer bana bu kitabın dilinden anlamayı nasip edersen, ölünceye kadar senin dininin dellalı olacağım.” Duası kabul olur Celal Hoca’nın ve son nefesine kadar ilim öğrenir ve öğretir.
Onun hayatından çıkaracağımız dersler çok elbette. İlim öğrenmenin yaşı yoktur, hepimize malum; Celal Hocanın hayatından muallimliğin de yaşının ve emekliliğinin olmadığını çıkarıyoruz. Arapça muallimi olarak göreve başlayan Celal Hoca, 1947 yılında Vefa Lisesi’nde görevine devam ederken yaş haddinden “edebiyat muallimi” olarak emekli olur. Arapça muallimi olan Celal Hoca, Arapça dersi okullarda okutulmamaya başlayınca bir müddet işsiz kalır. Daha sonra felsefe ve edebiyat derslerini okutmaya başlar. Uzun yıllar Milli Eğitim Bakanlığı da yapmış olan talebesi Hasan Âli Yücel, Celal Hoca için, “O, hangi derse giriyorsa hakkıyla ders veriyordur” der.
“Dünyan ve ahiretin mamur olsun”
Üsküdar imam Hatip Lisesi’nden birkaç talebe ile bir gün Celal Hoca’nın Medine’de yaşayan ve artık yalnızca yılda bir-iki ay İstanbul’a gelen büyük kızı Ayşe Hümeyra Ökten Hanım’ı ziyarete gittik. Ziyaretimizden son derece memnun olan Ayşe Hümeyra Hanım, daha sonra Üsküdar İmam Hatip Lisesi’ne ve İlim Yayma Cemiyeti Kız Öğrenci Yurdu’na da davetimiz üzerine icabet ederek bize hem kendisini hem kendi tabiriyle imam hatip mekteplerinin kurucusu olan babası Celal Hoca’yı anlattı. Talebeleri görünce duygulandı tabii olarak. Hem imam hatip lisesi öğrencileri hem İlim Yayma Cemiyeti yurdu talebeleri… “Babam bu günleri görseydi çocuklar gibi sevinirdi” diyordu. Evet, Celal Hoca, imam hatip okullarının kurucusu… Öyle meşakkatlerle açılıyor ki bu okullar, adeta çekmediği çile kalmıyor. Ayşe Hümeyra Ökten, dört yıl orta kısım, üç yıl da lise kısmı olmak üzere yedi yıllık imam hatip okulu projesini, dönemin Milli Eğitim Bakanı’na kabul ettiremeyip on aylık imam hatip kursları açıldığında, babasının, kurs talebesizlikten kapanmasın diye günlük yevmiyelerini vererek ameleleri de kurs talebesi gibi gösterdiğini anlatıyor. O dönemde hükümettekiler, en üst seviyedekiler bile cahil insanlar Celal Hoca’ya göre. Arapça dersinin bu okullarda okutulmasına lüzum görmüyorlar. İmam Hatip projesini kendi kalelerinin düşmesi ve irticanın zaferi olarak görüyorlar.
Celal Hoca, Emine Mahmude Hanım ile evlenecektir ve Arapça dersi müfredattan kaldırıldığından işsiz kalmıştır. İşsiz kaldığından kayınvalidesi haberdar edilir. Kayınvalidesi; “Biz, kızımızı hocanın vazifesine değil şahsına veriyoruz ”demiştir. “Ya, ya, öyle” diyor Ayşe Hümeyra Teyze ve ekliyor: “O zamanlar öyleydi, kanaat vardı. Şimdiki gibi değildi. Tul-ı emel var şimdi. Herkes kendi hayatını uzun uzun ve düzgün planlamak istiyor. Her şey şimdi daha zorlaştı.”
Babasından kızına hatıra, dilinde bir dua var ve onu öğretiyor bize Ayşe Hümeyra Teyzemiz: “Dünyan ve ahiretin mamur olsun”
Bir neslin yetişmesine öncülük etmiştir Celal Hoca
Tevfik İleri, Milli Eğitim Bakanı olunca imam hatip okulları açılır nihayet. Zafer kazanmış bir kumandan gibi seviniyor Celal Hoca. Öğrencilerinden emekli hadis profesörü Nedim Urhan Hoca, imam hatip okullarını açamadık diye ağladığına şahit olmuş hocasının. Celal Hoca’nın imam hatip okullarının açılışıyla ilgili yaşadığı sıkıntıları anlattığı şu sözler öyle manidar ki: “O kadar engel çıkardılar ki önümüze hiç yoktan. Formalite diye diye… Eğer tepemize tebevvül etmeyi de formalite icabı diye önümüze sürselerdi, ona da katlanacaktım inanın! Çok şükür müsaadeyi aldık nihayet…” İmam hatip okullarının açılmasından sonra İlim Yayma Cemiyeti ile işbirliği yapılır. Binalar tadil edilir. Hükümet sadece okulların açılmasına onay verir ve başka bir ihtiyacına karışmaz bu okulların. İlk yılda, Celal Hoca okul müdürü iken okulda hizmetli olmadığından ders bittikten sonra paçalarını sıvayarak tuvaletleri temizler. Okulun hocaları, “bu işleri talebelere yaptır” derler. Celal Hoca “Hayır” der: “Talebeler gözümüzün nuru, dinimizin yarınki hadimleri. Onların izzet-i nefislerini kıramam. Haysiyet duygularını zedeleyemem, inkisar-ı hayale uğratamam. Halet-i ruhiyelerini altüst edemem. Çünkü talebelerime bu yaşta, bu çağda böyle bir iş yaptırırsam onların izzet-i nefsiyle oynamış olur, cemiyete ve insanlara karşı küskün ve kırgın yetişmelerine sebebiyet vermiş olurum. Bunu yapamam. Esasen bu gibi işler insan tabiatına giran gelir. Kendi nefsimin hoşlanmadığı bu işi talebelerime hiç yaptırmadım. Nihayet iş başa düşer. Bu sebeple mektebin helâlarını ve musluklarını günlerce bu mektebin müdürü olan bu fakir temizlemiştir. Bugünki halimize şükredelim.”
Bir neslin yetişmesine öncülük etmiştir Celal Hoca. Tevfik İleri, imam hatip okulunu ziyarete geldiğinde şunları söylemiştir: “Bu okulları doğmadan boğmak isteyenler var; ancak ağırbaşlı hareket edersek istikbal bizim olacaktır.”
Eğitim sistemini beğenmez ve bütün bir neslin heba edildiğine inanır Celal Hoca. Tarih ve din adına ne varsa dışlanmış, temelsiz bir nesil yetişmiştir. Aslında emekli olduktan sonra ahlak- kelam ve fıkıh projelerini gerçekleştirmek ister, kitap yazacaktır ama bu zamanlar imam hatip okullarının açılmasına denk gelir, çalışmalarını tamamlayamaz. Celal Hoca, ömrünün son zamanlarını da Medine’de geçirmek istemesine rağmen Medine’den dönmeye karar verir. “Bize bir vazife var” der. Hocalıktan emekli olamaz. Yüksek İslam enstitüsü açılır ve Celal Hoca Medine’den dönerek ömrünün sonuna kadar bu okulda derslerine devam eder. Felsefe derslerine girer. Ali Fuat Başgil; “Felsefe ile uğraşıp iman zaafı olmayan, ilim ve felsefesini, iman ve ameli şahsında toplamış ender din adamlarından biri” diyor Celal Hoca için.
Haksızlık karşısında tepkilidir daima Celal Hoca
Çok akıllı bir insan Celal Hoca: Tabiatı temaşayı, şiiri çok sever. Hafızasında binlerce beyit vardır. Bütün ilimlere vakıftır. Tasavvufa da meyli vardır. Rüyalar üzerinde tasarrufu vardır. Rüya yorumunu da bilir. Devrinde birçok âlim ile dosttur. Babanzade Ahmet Naim Efendi, Mehmet Akif, Abdulhakim Arvasi Hazretleri, Ali Ulvi Kurucu, Kenan Rıfai…. Fahredddin Efendi ile Mehmed Zahid Kotku Hazretleri de yakın dostluk kurduğu, ders aldığı büyük zatlardandır.
Celal Hoca öyle bir hocadır ki kimin çalışkan kimin tembel olduğunu, kimde cevher var kimde yok, bir-iki soruyla hemen bulur ve inci avcısı gibi ortaya çıkarır. Talebelerine anlatacağı dersi, takkesini masanın üstüne koyup önce takkeye anlatır. Takkesinin ondan yıllarca ders dinlediğini söyler. Prensiplidir, ciddidir. Ancak latifeyi de sever. Talebelerine “şeddeli eşek”, “uzun kulak” gibi latifelerde bulunur. Yalın, net bir insan; samimiyet, safiyet ve ciddiyet sahibi. Parolası: “Sözüm odun gibi olsun hakikat olsun tek.” Okuduklarını, vereceği dersleri sürekli düşünür. Öyle ki bir gün düşünce dünyasına dalınca kar üstünde ayakkabısız eve kadar geliyor da kapıda ayakkabısız olduğunu fark ediyorlar. Yine talebelerinden Marmara İlahiyat Fakültesi’nden emekli Emin Işık Hoca; bütün ilimlere vakıf hocası için, “Ya Rabbi, bu beyin toprak mı olacak” diyor.
Haksızlık karşısında tepkilidir daima Celal Hoca. Sonuna kadar hakkını arar. “Arapça Kolej” projesi kabul edilmeyince Şura-yı Devlet’e dava açar, peşini de bırakmaz davasının ancak davanın sonuçlanmasına ömrü vefa etmez. “Ben anud bir adamım” diyor. Hal ile kâl’i, sözü ile eylemi birbirini tutmayanlara; “Hem hacı baba hem terelelli” der.
“Dindar görüneceğiz diye mutaasıp olmayın! Aydın desinler diye de taviz vermeyin”
Harcamakla eksilmez düşüncesindedir hocamız. Misafiri ve ikramı çok sever, cömerttir… Oğlu, Prof. Dr. Sadettin Ökten’in tabiriyle, ilmi ve yaşantısıyla, tam anlamıyla, bir Osmanlı münevveri…
“Âlimler, Peygamberlerin varisleridir.” Peygamber mirasına sahip çıkıyor Celal Hoca. Yine talebelerinden Prof. Dr. Hayrettin Karaman Hocamız, ondaki peygamber sevgisini anlatırken o anda bulunduğumuz salondaki kırmızı koltukları göstererek, “Celal Hoca, peygamber efendimizi anlatırken salondaki şu kırmızı koltuklar gibi kızarırdı, kıpkırmızı olurdu” demişti. Beni etkileyense; Hayrettin Hocamız da o gösterdiği koltuklar gibi kızarıyordu hocasındaki Peygamber sevgisini anlatırken…
Celal Hoca çok üşürmüş, yaz-kış pardösü giyermiş. “Ben akıllı adamım. Akıllı adamlar asabi olur, asabi adamlar da çok üşür” dermiş. İmam hatip binası için uygun bir yer ararken de, ömrünün son yıllarında da yanında talebeleri olur, pardösü ve çantasını taşırlarmış. Celal Hoca’nın talebelerinden Orhan Okay hocamız, özellikle son zamanlarında hocasının yanında olmaktan ve ona hizmet edebilmiş olmaktan bahtiyar…
Celal Hoca, asrın ihtiyaçlarına müdrik, asrın ilimleriyle mücehhez, Şark’ı da Garb’ı da iyi bilen, tavizsiz fakat müsamahakâr âlimler ve nesiller ister. “İslam’ı asrın idrakine söyletmeliyiz” düşüncesinde... “Dindar görüneceğiz diye mutaasıp olmayın! Aydın desinler diye de taviz vermeyin” diyor.
“Ben yemedim, çocuklarıma da hiç haram yedirmedim”
Ömrünün son zamanlarında yüksek İslam enstitüsünde muallimlik yaparken, bir gün, kaybettiği ders notlarını aramak için okula gider. Yaman Dede ile karşılaşır okulda. Yaman Dede, yemek yiyelim diye teklifte bulunur hocaya. Celal Hoca kabul etmez teklifi. Okulda o gün dersi olmadığı için yemek yeme hakkının bulunmadığını söyler. “Ben yemedim, çocuklarıma da hiç haram yedirmedim” der.
Dini konulardaki hak-hukuk meselelerinde tavizsizdir. “Cehenneme postumu serecek değilim” diyerek, dünyalık bütün menfaatleri reddeder, duasını yerine getirir, dinin dellalı olabilmek için çabalar durur. Ali Fuat Başgil, “Celal Hoca bu memlekette hakikaten heder olan kıymetlerden biridir” der Celal Hoca için.
Emanet bıraktığı yazıları, not defterleri, ders notları gözden geçirilip gün ışığına çıktığı takdirde rahmetlinin değeri daha fazla takdir edilecektir elbette…
21 Kasım günü, 1961 yılı… Hayatı boyunca hep üşümüş Celal Hoca. Hava çok soğukmuş o gün ve kar yağıyormuş. Rahlesinin başında, çalışma odasında ders çalışıyormuş yine. “İlk Kar” yazmış takvim kağıdına… “Tahammül edilemeyecek bir ağrı değil” dediği ağrıyla rahmete varmış. İki gün evde kalmış naaşı. Talebeleri, eserleriymiş onun. Yalnız bırakmamışlar hocalarını. “Ölmüş haliyle de hocamız solgun ama öyle güzeldi ki…” diyorlar…
Rabbimiz! Bizi de bu dinin dellalı eyle. Bizi vefadan, sevdiklerinden, sevdiklerini sevmekten ayırma!
Yasemin Kapusuz
Örnek alınacak kimse arayanlar bu Zat-ı Uhteremi örnek alsın. Onun gibi olmaya çalıştım fakat şahsen ben olamadım. Rabbim cenette buluştur.