Üniversitenin tarihi ve geçirdiği evrimleri, ilgililerin kişisel araştırmalarına bırakarak üniversitenin bugününe odaklanmak üzere söze şöyle başlamak istiyorum; üniversiteye karşı hissiyatım nicedir şu şarkı sözüyle özetlenebilecek kıvamda: “Başka türlü bir şey benim istediğim…”
Zira çok uzunca bir süredir –kendi öğrenciliğimden itibaren- şunu görüyorum; öğrenciler üniversiteye daha çok kitap okuyup bir şeyler öğrenip düşünüp fikir geliştirip bunları birbirleriyle paylaşmak ve kendilerini olgunlaştırmak için gelmiyorlar ekseriyetle. Hem bu durumu hem de işin hocalara bakan yönünü anlamak üzere sözü meşhur filozof Gilles Deleuze’e bırakmak istiyorum. Deleuze, kendisiyle üniversite hakkında yapılan kısa bir röportaj parçasında şunları dile getiriyor:
''Soru: … günümüz üniversitesinde büyük hocalar döneminin geçtiğini düşünüyor musunuz? Üniversitelerde işler çok iyi gidiyor gibi görünmüyor.
Gilles Deleuze’ün cevabı: Bu konuda çok fazla fikrim yok zira artık orada bir yerim yok. Korkunç bir zamanda orayı bıraktım. Hocaların öğretmeye nasıl devam edebileceğini anlamıyordum. İşletmecilere dönüşmüşlerdi. Üniversite ve güncel politik gidişat çok açık: üniversite disiplinleriyle hiç ilgisi olmayan disiplinlerin oraya zorla sokulmasına paralel olarak üniversite bir araştırma alanı olmaktan çıkacak.
Benim hayalim, üniversitelerin araştırma sahaları olarak kalmaları ve üniversitelerin yanı sıra teknik okulların sayısının artması; bu okullarda muhasebe, enformasyon bilimi vb. öğretilebilir ama araştırma düzeyinde muhasebe ve enformasyon biliminde bile sadece üniversiteler müdahale etmeli. Bir teknik okul ve üniversite arasında anlaşma pekala mümkündür. Mesela bir okul, öğrencilerini araştırma dersleri almaya gönderebilir. Ama teknik okul konularını üniversiteye soktukları anda üniversite bitmiştir, artık bir araştırma alanı değildir ve üniversitedeki bu idari sıkıntılar, bir sürü toplantı, insanı (hocaları) giderek bitirip tüketir.
Hocaların nasıl olup da bir ders hazırlayabileceklerini anlayamadığımı söylememin nedeni buydu; o yüzden her yıl aynı dersi tekrar ettiklerini sanıyorum ya da artık bir hazırlık filan yapmıyorlar. Belki yanılıyorumdur, hazırlanmaya devam ediyorlardır, öyleyse ne âlâ. Ama öyle görünüyor ki üniversitede araştırmanın kaybolması, yaratıcı olmayan disiplinlerin, araştırma disiplini olmayan disiplinlerin yükselişi yönündeki eğilim devam ediyor ve buna üniversitenin iş pazarına adapte olması deniyor. Üniversitenin rolü, iş pazarına adapte etmek değildir. Bu, teknik okulların işidir. ''
Gilles Deleuze
Tecrübeyle temellendirilmiş eleştiriler
Yukarıdaki alıntının önemi birkaç hususa dayanıyor. Öncelikle, Deleuze, salt eleştirel bir konumda olmaktan ziyade bizatihi uzun soluklu tecrübesine dayandırılmış yerinde tespitlerle besliyor görüşlerini. Bu bağlamda onun eleştirilerini şöyle özetleyebiliriz: üniversite mantığına ters alanların üniversiteye sokulması, üniversitelerin iş pazarına adapte edilmesi, hocaların idari vb. sıkıntıları hasebiyle asıl odaklanması gereken şeylere odaklanamamaları. Burada altı çizilmesi gereken husus, Deleuze’ün bu eleştirileri henüz 2000’li senelere ulaşmadan yapmış olması. Dolayısıyla öngörülerinin ne kadar haklı olduğu da ayrıca not edilebilir. Ve söz konusu gidişatın yalnızca kendi ülkesi olan Fransa ile sınırlı kalmayıp küresel bir yaygınlığa erişmesi. Hatta bu gidişatın Fransa’dansa diğer bazı ülkelerde çok daha görünür olması…
İkinci olarak, pek çok konuda yapıldığı gibi yalnızca eleştirmekle kalmayıp sorunun temeline işaret ettikten sonra uygun gördüğü çözüm önerisini de belirtiyor. Bu nokta benim açımdan ayrıca önemli çünkü üniversitenin geldiği noktaya dair düşüncelerimim temelde üniversitenin iş pazarına adapte edilmesini başat problem olarak görürken buna dair çözüm önerisi olarak aklıma gelen çözüm de tıpkı onun önerdiği gibi bir yapıydı. Bu vesileyle zihnimdeki çözüm önerisinin somutlaşmış bir izahını ve her şeyden önce önemli bir destekçisini bulmuş oluyorum.
Üniversiteler ikili bir sistem üzerinden yeniden yapılandırılabilir mi?
Bu noktada Deleuze’den hareketle üniversite hususundaki temel çözüm önerimi şöyle özetleyebilirim: Eğitim sistemin son aşamasını oluşturan kurumsal yapı, tekli bir üniversite mevcudiyeti yerine ikili bir sisteme oturtulabilir. Bundan kastım, düşünme ve araştırmanın -bilimin bugün zihinlere yerleştirdiği anlamda bir araştırma değil buradaki- öne çıkarıldığı, ilim yuvası denebilecek konumdaki gerçek üniversiteler ile temel amacı iş pazarına adapte etmek olan teknik yüksekokulların bir arada bulunması. Aslında bu yapı halihazırda bazı ülkeler için yabancı da değil. Örneğin, eğitim sistemi sık sık taltife uğrayan İsveç’teki yapı buna çok benzer. Her ne kadar ülke ufak da olsa kişi başına oldukça az bir sayıda üniversite var ülke genelinde. Bunlara girmek sınavla değil, daha önceki eğitimdeki durumla ilgili. Fakat üniversiteden mezun olmak hiç kolay değil. Öte yandan, tekniska högskola adı verilen teknik yüksekokullar mevcut ki, bunların temel gayesi iş sektörüne adapte edilmiş bölümlerden mezun vermek. Yine de söylemem lazım ki üniversite-teknik okul arası ayrım İsveç’te de gittikçe bulanıklaşmakta. Velhasıl, üniversite-teknik okul ayrımını ve aralarındaki ilişkileri net bir şekilde belirlemek oldukça önemli durmaktadır.
Son olarak, eğer dünyanın gidişatı böyle devam edecek ve üniversiteler, veliler, öğrenciler ve hocalar tarafından iş pazarına adapte bir kurum olarak tamamen kabul görecekse en azından Deleuze gibi bu durumdan yüreği yanan azınlıklar için –işte yine Ian Dallas’ın garipleri geliyor aklıma- kendilerinden ödün vermeden, girdaba kapılmadan yaşayabilecekleri bazı gerçek ilim yuvalarının var olması ve var olmaya devam etmesidir. Hatta fark edilmese dahi büyüklükleri azlığıyla çekip çeviren bir şekilde devam etmesi en büyük temennim değil, hayalimdir.
Zeyneb Hafsa