Cuma namazının akabinde zuhr-i ahir kılmanın hükmü

Doç. Dr. Ebubekir Sifil 'Sana Dinden Sorarlar' kitabında 'Cuma namazının akabinde zuhr-i ahir kılmanın hükmü nedir?' sorusunu zuhr-i ahir adıyla kılınan namazın varlık sebebini esas alarak detaylı şekilde cevaplandırıyor.

Cuma namazının akabinde zuhr-i ahir kılmanın hükmü

Soru: Cuma namazının akabinde zuhr-i ahir kılmanın hükmü nedir?Cuma namazının akabinde zuhr-i ahir kılmanın hükmü

Cevap: Cuma namazının ve zuhr-i ahirin, ülkemizde bir zamanlar yoğun bir şekilde tartışıldığını biliyoruz. Türkiye’nin “daru’l-harp” olup olmadığının yine yoğun bir şekilde münakaşa edildiği dönemlerde ve şüphesiz onunla ilişkili olduğu için tartışılan bu mesele de tıpkı “dar” tartışması gibi sonuçlandırılmadan gündemden düştü.

Cuma namazının arkasından zuhr-i ahir kılınıp kılınmayacağı meselesinde tarafların bir kısmının siyasi mülahazalarla hareket ettiği de bilinen bir diğer husus. Türkiye’nin “daru’l-islâm” olduğunu söyleyenler, Cuma namazının sıhhat şartlarının mevcudiyetinde herhangi bir şüphe bulunmadığı gerekçesiyle zuhr-i ahir diye bir namazın kılınmaması gerektiğini söylerken aksi görüşte olanlar, sıhhat şartlarının mevcudiyetinde şüphe bulunduğu noktasına vurgu yapmışlardı.

Üzerinde tartışılan meselenin mezhepler arasında hatta mezhepler içinde ihtilaflı olduğunu, hakkında mezhep uleması tarafından farklı hükümler verildiğini asla hatırdan çıkarmamak durumundayız. Dolayısıyla mezhepler (özellikle de Hanefi mezhebi) içinde farklı tercihlerin konusu olmuş böyle bir meselede, görüşlerden birini seçerek diğerlerini görmezden gelmek, her şeyden önce böylesi önemli bir ibadetin bilincimizde tutması gereken yerin zedelenmesine müncer olacaktır.

Diğer mezhepleri sonraya bırakarak Hanefi mezhebinin Cuma’nın sıhhatinin şartlarıyla ilgili tespitlerine bir göz atalım öncelikle. Burada “sıhhat şartı” ifadesinden kasıt, Cuma namazının eda edilebilmesi için mükellefin dışında bulunması gereken şartlardır. (Mükellefte bulunması gereken şartlara “vücup şartları” denir.) Hanefî mezhebine göre Cuma’nın sıhhatinin şartları şunlardır:

          1. Cuma namazını imam (devlet başkanı) veya görevlendirdiği birisinin kıldırması

          2. Cuma kılınacak yerin şehir veya şehir hükmündeki bir yer olması

          3. Vakit

          4. Hutbe

          5. Cemaat

          6. Cuma kılınan camiin herkese açık olması.

Cuma’nın sıhhat şartları olarak zikredilen bu hususlardan bir veya birkaçının bulunmaması halinde ne olacaktır? İşte zuhr-i ahir adıyla kılınan namazın varlık sebebi esas olarak bu soruya verilen cevapta yatmaktadır.

Bu şartlardan özellikle ikincisinin zuhr-i ahir tartışmasında merkezi bir yer tuttuğunu görüyoruz. Tartışma bu noktaya inhisar ettirilince, bu noktada mezhep içinde mevcut ihtilafa intikal edilmekte ve taraflar burada “tercih edilmesi gereken görüş” olarak öne çıkardıkları görüşün altını çizerek konumlarını takviye etmeye çalışmaktadır.

Oysa konuya şöyle de bakılabilir: Mademki zuhr-i ahir meselesi, Cuma’nın sıhhat şartlarından biri (veya birkaçı) üzerindeki tartışmadan çıkmaktadır; öyleyse burada tartışmayı ilke düzeyine çekmek daha uygun olacaktır.

Cuma namazının arkasından zuhr-i ahir kılmanın hükmü konusundaki tartışmayı “ilke” üzerinden yürütmek derken kastettiğim şudur: Meseleyi, “Cuma namazının bir şehirde bir tek yerde kılınması şart mıdır, yoksa birden fazla yerde de kılınabilir mi?” sorusuna inhisar ettirmeden, “Cuma namazının sıhhat şartları olarak belirlenen hususlardan biri veya birkaçı hakkında tartışma varsa yapılması gereken nedir?” sorusunun cevabında yoğunlaşmak...

Böyle yapılmaz ise mesela bir şehirde birden fazla yerde Cuma namazı kılınabileceği konusunda İmam Ebu Hanife’den nakledilen iki farklı görüş, zuhr-i ahir tartışmasında tarafların her biri için delil teşkil etmekte ve konu kilitlenmektedir.

Üstelik bu nokta halledilse bile, mesela “şehir” tarifindeki ihtilaflar sebebiyle bir başka problem çıkmakta ve köylerde ve hatta kentlerde Cuma kılınıp kılınmayacağı tartışması baş göstermektedir. Burada da tarafların, mezhep uleması tarafından yapılmış farklı tariflerden yola çıkarak farklı sonuçlara varması mümkün olabilmektedir...

O halde yapılması gereken nedir?

Öncelikle konuya şu zaviyeden bakılmalıdır: Cuma namazının Kitap, Sünnet ve İcma ile sabit bir farz olduğu konusunda herhangi bir tartışma söz konusu değildir. Konu hakkındaki delillerin delalet ve sübutundaki katiyet sebebiyle Cuma namazının farziyetini inkâr eden (yani mesela “Cuma namazı diye bir namaz mevcut değildir” diyen) tekfir olunur.

“Cuma namazının sıhhatinin şartları olarak mezhepler tarafından belirlenen hususların delillerinin durumu nedir?” diye baktığımızda, söz konusu delillerin zanni olduğunu görüyoruz.

Böyle olduğu içindir ki Cuma kılınan yerin “şehir” olup olmaması, Cuma cemaatinin sayısı, Ulu’l-Emr’in izninin şart olup olmadığı ve birden fazla camide Cuma kılınmasının cevazı gibi konularda mezhepler arasında ihtilaf bulunduğunu görüyoruz. Aşağıdaki tablo 4 mezhebin bu hususlardaki içtihadlarını yansıtmaktadır:

Cuma namazının akabinde zuhr-i ahir kılmanın hükmü

Görüldüğü gibi Cuma namazının sıhhat şartları konusunda mezhepler arasında hatta mezheplerin içinde ihtilaf vardır. (Yazıyı uzatmış olmamak için bunları detaylı olarak zikretmedim. İlgili çalışmalarda bu hususlar zaten mevcuttur.) Binaenaleyh farziyeti konusunda kat’i deliller ve mazeretsiz terk edenler hakkında ağır tehditler bulunan Cuma namazının, “sıhhat şartları mevcut değildir” gerekçesiyle terk edilmesi doğru değildir. Zira -tekraren söyleyelim- Cuma namazının sıhhat şartları zanni delillere dayanılarak tespit edilmiştir.

Peki, bu söylenenlerden, Cuma namazının arkasından zuhr-i ahir diye bir namaz kılmanın gereksizliği sonucu çıkmaz mı?

Cuma namazının farz ve İslâm’ın önemli şiarlarından biri olduğunu gösteren delillere nazaran, Cuma’nın sıhhatinin şartlarının tespitinde dayanılan delillerin zanni olduğunu yukarıda vurgulamıştım. Taklit ehli olan bizlere düşen şudur:

1. Mademki sıhhat şartlarının tespitinde dayanılan deliller zannidir ve Müctehid İmamlar arasında tartışmalıdır, öyleyse zanni için kat’iyi terk etmemelidir.

2. Sorumluluktan çıkmış ve farzı yerine getirmiş olmak için Müctehid İmamlar’dan birinin “kılınır” dediği her yerde Cuma namazını kılmalı, orada Cuma namazı kılınmaz diyen imamın kavlinin gereğiyle de amel etmiş olmak için arkasına zuhr-i ahir eklemelidir.

3. Burada dikkat edilecek husus şudur: Cuma namazının arkasına ekleyeceğimiz zuhr-i ahirin kılınma gerekçesi, sadece bulunduğumuz yerin “şehir” hükmünde olup olmadığıyla ya da bir şehirde birden fazla yerde kılınmasının cevaz veya adem-i cevazıyla ilgili değildir; asıl gerekçe, Cuma’nın sıhhat şartlarının tespitinde İmamlar arasında ihtilaf bulunmasıdır.

4. Kaldı ki bahse konu şartların tespitinde bir tek mezhep içinde bile ihtilaf varsa ihtiyatı elden bırakmamak evladır.

5. Cuma namazının sıhhat şartları olarak tespit edilen hususların delillerinin zanni olması, onların büsbütün değersiz olduğunu elbette göstermez. Dolayısıyla bu şartların görmezden gelinmesi, hiçbir şekilde dikkate alınmaması kesinlikle doğru değildir.

Söz buraya gelmişken bazı noktalara da değinmek gerekiyor:

1. Zuhr-i ahirin bidat bir namaz olduğu iddiası:[1] Eğer bunu söyleyenler Efendimiz (s.a.) ve Sahabe (Allah onlardan razı olsun) döneminde olmayan bir şeyin ihdas edilmemesi konusunda samimi bir hassasiyet taşıyorlarsa Cuma namazının o dönemlerde kılınış tarzına dönülmesini istemelidirler... Kaldı ki bu bidat değil, ibadet hassasiyetiyle ve ihtiyata riayeten yapılan bir uygulamadır.

2. Hanefî mezhebinin Ulu’l-Emr şartını öngörürken dayandığı, “Kimin adil veya cair bir imamı (devlet başkanı) olduğu halde onu terk ederse...” hadisinin zayıf olduğu iddiası:[2] el-Aynî bu rivayetin birçok tarikten geldiğini söylemiştir ki[3] son derece haklıdır. Bu rivayet Cabir b. Abdillah, Ebu Hureyre ve Ebu Said el-Hudrî’den (Allah onlardan razı olsun) nakledilmiştir. Kimi tariklerinde hadis uydurduğu veya zayıf olduğu söylenen raviler var ise de bütün isnadları böyle değildir. İlgili çalışmalarda genellikle kaynak olarak sadece İbn Mâce[4] ve el-Heysemî[5] gösterilse de ez-Zeyla’î bu rivayetin, mezkûr üç sahabiye dayanan 5 tarikini zikretmiştir.[6] Ayrıca Abd b. Humeyd ve İbn Abdilberr tarafından da Cabir (r.a.) rivayetinin farklı isnadları nakledilmiştir.[7] Dipnotta belirttiğim yerde İ’lâu’s-Sünen sahibi de bu konudaki sahabi ve tabiî uygulamalarına ve rivayetlerine yer vermiştir. Bunların tamamından bir kuvvet hasıl olacağı aşikârdır.

Sana Dinden Sorurlar 1
Doç. Dr. Ebubekir Sifil

KAYNAKLAR:

[1] eş-Şevkânî ve Reşid Rıza bunlardandır.

[2] Bkz. DIA, VIII, 87

[3]  Umdetu’l-Kari, V, 232; VI. 191

[4] İbn Mâce, “İkâme”, 78

[5] Mecma’u’z-Zevâid, II, 169-70 (et-Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, VIII, 121)

[6] Tahrîcu’l-Ahâdîs ve’l-Âsâr (el-Keşşâf hadislerinin tahrici), IV, 23 vd.

[7] el-Müntehab min Müsned-i Abd b. Humeyd, 344; et-Tehânevî, İ’lâu’s-Sünen, VIII, 51

YORUM EKLE
YORUMLAR
Turan Şan
Turan Şan - 7 ay Önce

İstifade ettik.