Susmamıza rağmen insanlar hâlâ bizi dinlemeye devam ediyorsa, o sanat olur

Günümüzde de sanatçının doğaçlama ve yaratım sürecine odaklanarak ortaya koyduğu eserler revaçta. Bu yönden günümüz 'sanatçı'sı ile kilim dokuyan kızlar arasında benzerlik mevcut. Zihninden geçenleri akışına bırakarak tuvaline yansıtan bir ressam ile sembollerin manası üzerinde kafa yormadan o sembolleri kendisine göre en uygun renkleri kullanarak kilimine işleyen dokumacıların ortak yönü, doğallığında ortaya koydukları eserler...

Susmamıza rağmen insanlar hâlâ bizi dinlemeye devam ediyorsa, o sanat olur

Hikmet Şırlak, 1963 yılı Karaman doğumlu ancak henüz çocuk yaştayken ailesiyle İstanbul’a göçtüklerinden ve ömrünü Tarihi Yarımada’da geçirdiğinden fahri İstanbullu olarak anılabilecek birisi. İstanbul Erkek Lisesi’ni son sınıfta terk eden Şırlak, Cağaloğlu’nda okuduğundan Kapalıçarşı’ya aşinalık kazanmış ve çarşının muzip mimarisinin büyüsüne kapılıp buradan bir daha ayrılmaya gönlü ve kaderi elvermemiş.

Kilimin sanatla ilgisi biliniyor elbette ama Hikmet Şırlak özellikle bunu vurgulayan bir isim. Halı ve kilimlerle ticari bir şekilde başlayan ilişkisi zamanla büyük bir meraka dönüşmüş ve gel zaman git zaman bunu sadece kendisine saklamayıp öğrendiklerini, kilim ile sanat ilişkisini, kilim motiflerinin yerelliğini/evrenselliğini insanlarla paylaşma ihtiyacı hissetmiş. Birkaç sene evvel TEDx Konuşmaları’nda yaptığı da bu. En güzel TEDx konuşmaları arasında sayılan bu sunuma değinelim istedik biz de...

Hasıl olan anlatma isteğini betimlerken muzipçe gülümseyerek şöyle diyor Şırlak: “Geçen gün Şeyh Bedrettin’in Varidat’ını okuyordum. Orada ‘Tasavvufa eren halkın bilmediği bir şeye erer; onu halka söylemekten korkarsa münafık olur,’ deniyor. Yani, bu sırra ilk eren ben değilim, satan benim. Dolayısıyla ben münafık olmuyorum.

“Bu Sivas kilimi mi?”

Beyninin sağ lobunu da sol lobunu da çok iyi kullanan, küresel pazarlama ağına kapılmamış, kendi tarzını yaşayan” insanlar onun hedef kitlesi. Kapalıçarşı’daki dükkânda kilimlerini satmak için müşteriye ürünleri anlatmak, allayıp pullamak ona göre değil. O sadece kilimlerin konuşmasını istiyor; o sırada kendisi de müşteri ile sanattan, edebiyattan, resimden muhabbet açıyor, müşteriyle o yönden bir yakınlık kuruyor.

Dükkânın önünden her gün 100 kişi geçiyor. 99’u bizim müşterimiz değil, sadece 1’i bizim sattığımız kilimleri alacak kişi. O kişi de kilim aramıyor. Bizim ironimiz burada,” diyor Şırlak. Bu durumu birinin Van Gogh’a gidip aklındaki resmi tasvir etmesini ve aynı resimden yapmasını istemesine benzetiyor. Bir resim için bunu düşünmek ne kadar imkansızsa, kilimler için de öyle.

Güney Amerika, Kuzey Afrika, Anadolu ve Balkan kilimleri desen ve renk açısından farklı görünümde olsalar da kendilerini gizleyerek ifade etmek bakımından ortaklar. Manaları tam anlamıyla bilinmese de, haklarında ancak çıkarımda bulunulabilinse de sembollerin ne anlam ihtiva ettiği konusunda üç aşağı beş yukarı fikre sahibiz. Hikmet Şırlak’ın da dükkanına gelen müşteriler Ege kilimini gördüklerinde, “Bu Sivas kilimi mi?” diye sorarlarmış. Çünkü herkes gördüğü, evinde olan kilim ile diğer kilimler arasında benzerlik kuruyor; Şırlak’a göre bu, kilim motiflerinin, renk ve desenlerinin bir yönden ortak olduğu, insanların da yereldeki evrenselliğin ayırdığına vardığı anlamına geliyor.

Günümüz “sanatçı”sı ile kilim dokuyan kızlar arasında benzerlik

Modern sanat ile kilimler arasında da bir benzerlik kuruyor Şırlak. Malum olduğu üzere, modern sanatta klasik dönemde olduğu gibi kurallara sıkı sıkıya bağlılık yok. Klasik dönemde belli bir bilgi birikimi olan, sanat konusunda eğitim almış ya da kendini eğitmiş gözler bir sanat eserini gördüklerinde onun hakkında kolaylıkla yorum yapabilir, eserin bağlamını ve ortaya koyduğu anlamı kolaylıkla sezebilirlerdi. Ancak zamanla bireyselleşmenin artması ve hayatın her alanında zemin teşkil edecek temellerin bir bir yıkılması ile sanatta da bireysellik ön plana çıktı ve sanat eserlerinin anlamı artık kendileri içre hâle geldi. Sanat eğitimi almak, sanat konusunda bilgi sahibi olmak, pek çok sanat eseri görerek ‘göz’ünüzü eğitmek artık bir eserin manasını anlamak için yeterli olmayabiliyor. Sanatçının ne düşünerek yaratımda bulunduğunu hiçbir zaman öğrenemediğimiz gibi, sanatçının kendisi de bunun farkında olmayabiliyor.

Bu durum aslında büyük bir problem değil. Sanat denilen şey iradi ve kasti bir süreç olmak zorunda değil her zaman. Günümüzde de sanatçının doğaçlama ve yaratım sürecine odaklanarak ortaya koyduğu eserler revaçta. Bu yönden günümüz “sanatçı”sı ile kilim dokuyan kızlar arasında benzerlik mevcut. Zihninden geçenleri akışına bırakarak tuvaline yansıtan bir ressam ile sembollerin manası üzerinde kafa yormadan o sembolleri kendisine göre en uygun renkleri kullanarak kilimine işleyen dokumacıların ortak yönü, doğallığında ortaya koydukları eserler.

Modern ressamlar ile kilimlerin bu ortaklığını vurgulamak için bazı kilimlerine modern ressamların isimlerini veriyor Şırlak: Paul Klee, Claude Monet, Vincent van Gogh… Hatta vitrinde kilimleri hangi tabloya renk ve kompozisyon açısından benziyorsa o tablonun replikası ile birlikte sergiliyor. Renk açısından değil de, birincil ve ikincil katman kullanımı açısından Maurits Cornelis Escher’in eserlerini kilimler ile kıyaslıyor. Escher’in resimleri özellikle göz yanılmaları açısından meşhur; internette herkesin muhakkak birkaç sürreal resmine rastladığı bir ressam.

“Susmamıza rağmen insanlar hâlâ bizi dinlemeye devam ediyorsa, sanat olur”

Kilimlerin doğallığı, otantikliği ve biricikliği onların ticari olup olmamasından bağımsız Şırlak’a göre. Çünkü çok eski zamanlardan beri kilimler sadece evde kullanılmak ya da çeyiz olarak götürülmek için üretilmezlerdi, satıp geçimlerini sağlamak için de kilim dokunurdu. Ancak müşterinin kilim dokuyan kişiye söylediği tek şey kilimin ebatı olurdu; renk, biçim ve desen tamamen dokuyanın şahsi zevkine bırakılmış bir alandı.

Bir kilimin deseninin manasını anlamak için tasarımdan, göz oyunlarından, matematikten, birincil ve ikincil katmanlardan bahsedebiliriz. Ama bizi asıl çarpan şey, kilimi gördüğümüzde hissettiklerimizdir. Yani sanatsal değeri olan otantik bir kilimi gördüğümüz an ona vuruluruz; kilimi dokuyan kızın hangi sembolleri ne amaçla kullandığı, ikinci katmanda neleri vurguladığı gibi şeyler bizim için geri planda kalır. Ancak ilk bakışta o kilimin etkisi altında kaldıktan sonra diğer şeyleri merak ederiz; bizi ilk anda etkisi altına almayan kilimin bu anlamda bir değeri yoktur. Aslında tıpkı bir sanat eserinden haz almak için onu çözmeye çalışmanın bir manası olmadığı gibi, kilimleri de anlamaya çalışmamalıyız. Kilimi sanatsal açıdan tecrübe etmenin yolu onu çözmeye çalışmaktan geçmiyor. “Susmamıza rağmen insanlar hâlâ bizi dinlemeye devam ediyorsa, sanat olur,” diyor Hikmet Şırlak. İşte kıymetli bir kilim bu neviden olmalı…

“Kilimi konuşmak sadece kilimi konuşmak demek değil,” Şırlak’a göre. Bazı şeyleri konuşmak belki de artık bir zorunluluk. Geçmişi kurcalayarak geleceğin sorunlarına çözüm bulamayız belki ama bu çaba, en azından neyi kaybettiğimizi anlayabilmek için gerekli. Bu yüzden de Hikmet Şırlak’a ve kilimlere kulak vermemiz gerek.

Dilara Yabul

YORUM EKLE