İslâm, anlaşılmaktan ziyade yaşanmak için vardır. İslâmî yaşayış tarzında insan, dünyayı görev yeri bilir. Ona biçilen görevleri icra ederken de kul olma bilinci içinde yaşamanın sevincindedir. Aynı zamanda kendini geliştiriyor olmaktan manevi basamakları çıkıyor olmaktan haz duyar, dolayısıyla bu yaşayışı hayatına sindirir, kendinde canlı bir ahlâk hâline getirir. Müslüman, yeryüzündeki misyonunu kavramaya çalışıp ilahi buyrukları takip ederken her gün kendini yenilemek durumundadır. Bu yenileme işlemi de buyrukları uygulamak da tek bir eylemle gerçekleşebilir: Okuyarak.
Okumak, insanların birbirleriyle tanışırken hobileri arasında sayıp da hiç yapmadığı bir faaliyet değil aslında. Okumak ilk emir; hem gereklilik hem ihtiyaç. Aynı zamanda hem öğrenme alanı hem de tefekkür, tasavvur ve tahayyül imkânıdır. Dinî açıdan bakmayı bir kenara bıraksak bile okumanın insana çok şey kattığı su götürmez. Örneğin analiz yeteneğini artırır ve sebep-sonuçları daha iyi kavramaya başlarsınız. İnsanın karakterine değer katar, insan olmayı anlaşılır kılmasının yanında strese de iyi gelir. Kitaplardaki hayatlar aracılığıyla çevremizi de farklı görürüz. Manevi zenginlik de insanı güçlü kılar. Okudukça parçadan bütüne olan ilişkiler bir ağ örer, damladan deryaya misali ufkumuz genişler, bir kelebek etkisi oluşturur.
Okumayı nasıl yapacağımız da önemli bir mesele. Nitelikli okuma yapmadan ruhumuza bir şeyler katmamız pek mümkün olmayacaktır. İlk adımda ihtiyacımıza göre bir liste çıkarmak okuduğumuz eserleri seçmek için faydalı olur. Altını çizerek okumak, okuduklarımız hakkında notlar almak ve araştırma yapmak nitelikli okumanın bir parçasıdır. Neyi okuyacağımızı seçerken aslında bize neyin ekleneceğinin farkında olup buna karar verdiğimizi unutmamak gerekir. Kitaplar bu noktada hayatı kullanma kılavuzudur.
Kitap okumanın bu kadar önemli ve değerli olduğunu hepimiz biliriz aslında. Ama hayat meşgaleleri bizi serbest bırakmaz gibi gelir, boş bir zaman bulup “hobi”lerimizin başına oturamayız. Ancak bunun farkında olup “okumaya zaman ayırmaya” değil de “okumak için zaman oluşturmaya” gayret etsek durum değişebilir. Öncelikle neden okumamız gerektiğini kendimize hatırlatmamız gerekir. İnsan olma gayemize yardımcı bir eylem olduğunu fark edersek okuma isteğimiz artacaktır. Üstelik kitap okumayı sevenler bilir; dünyadan kitaplara kaçan çocuklar, sonrasında kitaplardan dünyaları kaçırır. Kitapları ihmal edip dünyaları kaçırmak istemeyiz. Bu yüzden yapacağımız birkaç hamleyle okumayı hayatımızın demirbaşı hâline getirmemiz mümkündür.
Peki, neler yapabiliriz?
İşe erteleme hastalığımızın tedavisi için uğraşmakla başlayabiliriz.
Yarın yerine bugün okuyarak az olsa da okumanın devamlı olmasına özen göstererek bunu sağlayabiliriz mesela. Sevdiğimiz alanlardan başlamak da okuma hevesimizi canlandırabilir. Bunun için hangi konuya merakımızın olduğunu bulmamız gerekir. Sosyal medyadan ziyade kaliteli vakit geçirmek için kendimize uygun ortam oluşturarak okumamızın niteliğini artırabiliriz. Ertelemeden ve az sayfa demeden kaliteli okumalar yaptıkça okudukça okuyasımız gelecek ve okumak bizde hobi olmaktan çıkıp kuvvetli bir alışkanlık hâline gelecektir. Okumayı yalnızca edebî sanat olarak da görmememiz gerekir. Yani sadece ruhu dinlendiren, zihnimizi maceralara sürükleyen bir aktivite değil; hem ruhumuzu dinlediğimiz hem de Allah’ı bulduğumuz bir zaman dilimi olursa aldığımız lezzet de artacaktır. Âl-i İmran Suresinde söylenen “Allah’ın ipine sımsıkı tutunun.” ayetindeki Allah’ın ipi, Kur’an hükümleridir ve bize ilk söylenen de bu sebeple “Oku!” emridir. Buna bir başka açıdan daha delil getirmek mümkün:
Tasavvufî metaforlarla dolu Hüsn ü Aşk eserinde Aşk’ın Hüsn’e kavuşmaya çalıştığı yolda karşısına çıkan engeller konusunda bir yardımcısı vardır: Sühan. Farklı farklı kılıklara girip yanına gelerek onu uyarır, nasihatler verir. Eserdeki metaforlara göre Aşk, kulu simgeler; Hüsn, Allah’ı ve söz manasına gelen Sühan da Kur’an’ı yansıtır. Bu durumda kul Allah yolunda karşısına çıkan engebeleri ayetlerin yardımıyla aşmış olur. Elbette ayet, yalnızca yazılı metin anlamında değildir. Görmekte olduğumuz, yaratılan her şey birer ayettir; Allah’ın varlığına delil, tefekkür aracı ve kendimize karşı uyarıcılardır. İşte bu manada, okumak dünyayı okumaktır.
Bazen hayatın içinde soluklanmak imkânsız görünebilir, şartlar yakamızdan tutuyor gibi olabilir. Yoğunluklarımız bizi kronik yorgunlar hâline getirebilir. Ancak amaçlarımız arttıkça yoğunluğumuzun arttığını unutmamak gerekir, ya hiçbir hedefimiz olmasaydı? Allah’ın istediği doğrultuda yaşama gayreti ve kendimizi doldurma isteğimiz olduğu sürece en dolu günlerin içinde bile kendimize hediye bir zaman dilimi oluşturabiliriz.
Allah tefekkür için çok fırsat yaratır, çok kapılar aralarmış. Fakat biz onları değerlendirmesini bilemeyince de tersi için yarattığı hâller, şartlar artarmış. Yani dünya kolumuzu bırakmazmış bir daha. “Zaman yetmiyor” düşüncemize bir de böyle bakalım ve kendi ruhumuzu kurtarmak için işe koyulalım.