İlk sınırların oluşması, muhafazası ve aşk üzerine…

Her cisim, dünya üzerinde bir alan kaplar. Bu alan, cisme sahip olan her varlığın, aynı zamanda doğal sınırıdır. Yani canlı cansız her varlık, aynı zamanda kişisel bir had oluşturur. Bu da bizleri, bugün ülkeler arasında çizilen haddin, yaradılışın ilk anından itibaren var olduğu sonucuna götürebilir. Müslüm Işıklar yazdı.

İlk sınırların oluşması, muhafazası ve aşk üzerine…

Her cisim, dünya üzerinde bir alan kaplar. Bu alan, cisme sahip olan her varlığın, aynı zamanda doğal sınırıdır. Yani canlı cansız her varlık, aynı zamanda kişisel bir had oluşturur. Bu da bizleri, bugün ülkeler arasında çizilen haddin, yaradılışın ilk anından itibaren var olduğu sonucuna götürebilir.

Cisme sahip bu varlıklar içerisinde aklını kullanan, kullandığı akıl ile ilmini ileriye taşıyan, kendinden sonraki nesle bu ilim için yeni baştan uğraşmaması mirasını ve bilgisini devreden insan, sınırları belirleyicilikte hâkim rol oynar.

Nefsin aşırılığı ile de donatılmış olan insan, bu haddi oldukça ileri noktalara, yani karşıdakinin alanına taşıyarak ilk sınırları belirlemiştir. Kur’an-ı Kerim’de “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik; onu yüklenmekten kaçındılar, sorumluluğundan korktular; fakat onu insan yüklendi; çünkü o çok zalim, çok cahildir.”[1] ayetinde de insana verilen bu donatıdan bahsedilir. Emaneti yüklenen insanın cehaletine ve zalimliğine vurgu yapılırken kastedilenlerden birkaçının da karşıdakinin alanına girme, onun toprağını kendi alanına dâhil etme, haksızlığa meylederek sınırları öte noktada belirleme hususları olabilir. 

İlk gümrük sınırlarının oluşması ve huhafazası

Semavi dinlerde ilk kardeşkanı dökülmesinde, yani Habil ile Kabil kardeşlerin olayında bir anlamda ilk gümrük sınırından, bir başka deyişle sınırın belirlenmesi ve buradan kaynaklanan çatışma olaylarından bahsedilir. Tevrat’ta, kardeşini öldüren Kabil’in çiftçilikle, maktul Habil’in ise çobanlıkla uğraştığı bilgisi nakledilir.[2] Bu da kardeşler arasında sınırların konduğu, birbirlerinin alanına giremeyeceği sonucuna götürebilir. Bu, aynı zamanda yerleşik hayat ile göçebe hayat çatışmasının da başlangıç noktasıdır.

Bahse konu sınırlar, süreç içerisinde yerleşik hayatın yaygınlaşmasına ve göçebe hayatın üstünde hâkimiyet kurmasına doğru evrilip kapitalist yaşam sarmalına dönüşecek, böylece ticaretin belirlenmesinde rol oynayacaktır. Yerleşik hayatta dünya nimetlerinden faydalanmanın artması ise sınırların ötesi ile girilen ilişkileri ortaya çıkaracaktır. Bir yerde üretilen veya çıkartılan ürün, üretilmeyen veya çıkartılmayan başka bir coğrafyaya satılacak, oralardan da kendinde olmayan ürünler alınacaktır.

Bu, kaçınılmaz bir döngüdür. Aksi durumda, yani ticari ilişkinin gerçekleşmemesi durumunda tek tip ürünler, tek bir alanda şişerek sıkışıp kalacak ve belki de tüketilmeden yok olmaya mahkûm olacaktı. Karnında taşıdığı bebeği bünyesinden atamayan gebe bir anneyi düşünün, doğumla gelmesi beklenen hayatın tam aksine, anneyi de öldürebilecek bir durum oluşur. Gebe veya kebe, Türkçe’de şişkin anlamına gelir. Ölen kişilere söylenen gebe-r-mek fiili de ölünün şişmesine atfen ifade edilir.

İşte, ticaretin artması da insanlığın menfaatine bir gelişmedir; sıkışmışlığı, yokluğu ve israfı önleyerek varlığı oluşturur. Bu ilişkileri ilerletirken içeride üretilen ürünlerin bir kısmının, en azından yarıdan fazlasının içeride tüketilmesi de iç piyasanın menfaatine olacaktır. Artık veya fazla mal olarak adlandırılan kısmının ihracı ile de piyasa şişmekten, tabiri caizse gebermekten kurtarılabilir. Şişkinlik ve mahrumluk arasında bir denge kurulması da bu bapta önemlidir. Söz konusu bir dengenin sağlanması da illegalitenin, yani yasa dışıcılığın veya kaçakçılığın önüne geçmekle olur.

Sınırları koruma ve gümrüğü muhafaza etme

Ticaretten ve giriş çıkışlardan kaynaklı durumlar sebebiyle ülkenin ekonomik yönden ihracat-ithalatının kontrolünü sağlayan gümrükler de sınırın öte tarafından gelecek tehlikelerle karşılaşan ilk yerler olur. İşte burada, ülke içinde üretilen veya ülke içine girecek olan metanın, bu metayı getirip götürenlerin ve bu alan üzerinden ülkeye giriş-çıkış yapanların korunması zorunluluğu doğar.

Bu noktada da sınırları/gümrükleri korumakla görevli askerler ve Gümrük Muhafaza devreye girer. Tarihten bu yana, birçok ülke, sınırların güvenliği için kolluk kuvvetleri oluşturmuştur. Örneğin Osmanlı’nın büyümesinde büyük payı olan uc beyleri de sınır muhafızları olarak dikkat çeker. Nizam içerisinde ilerleyen denge için büyük öneme sahip olan bu kuvvetler, Sinan Çetin’in yazıp yönettiği Propaganda filminde Gümrük Muhafaza Müdürü Mehdi’nin (Kemal Sunal) ‘gümrük, muhafaza edildiğine göre önemli bir şeydir’ cümlesinde bahsedildiği üzere hayati öneme sahiptir. Zira kıtlıkla varlık arasındaki dengeyi bu güçler oluşturur.

Her nesnenin bir bitimi var ama aşka hudut çizilmiyor

Tüm bu yazılanlar çerçevesinde, yeniden Habil ile Kabil konusuna dönülecek olunursa; bu iki kardeş, Tanah’ta[3] bahsedildiği üzere, ziraat ve hayvancılıkta elde ettikleri ürünleri tanrıya sunarak aralarına sınır koymuşlardı. Yani rekabeti, rakip olmayı, murakabeyi, karşı sınıra geçerek birbirlerini gözetlemeyi başlatan ticaret erbapları oldular. Bu durum, iki kardeş arasında Kabil’in hazmedememesi temelli bir gerginlik oluşturdu.

Yahudi anlatılarına göre, Habil ile Kabil, kendi işleri olan tarım ve hayvancılıktan elde edilen mahsullerini Allah’a sunar. Allah, Kabil’in bu hazırlıkta özensiz olmasından dolayı, Habil’in sunumunu kabul eder. İşte bu gerginlik, ilk ticari sorunu da ortaya çıkarır. Bir anlamda kalite kontrolün de önemine vurgu vardır. Kabil, bu noktada Habil’e bilenir.

Ancak tüm bunlara rağmen ‘ana belirleyici etken tamamıyla ticaret olmuştur’ dersek yanılmış oluruz. Özellikle erkeklerin daha fazla sorunlar çıkardığı karşı cins meselesi, bu ikilinin arasındaki bir başka, belki de ana sorundur. Tanah’ta belirtildiği üzere; Kabil, Habil’e onu öldüreceğini, zira Allah’ın onun sunumunu veya kurbanını kabul ettiğini, üstelik onun kendi ikiziyle evlendiğini söyler. Ki daha sonra kardeşini de öldürür. Böylelikle ilk cinayetin arkasında yatan ana sebepten birincisi olan sınır ve ticaret meselesi baş gösterir. Bu anlamda sınırlar, gümrük bölgeleri ve o bölgelerin muhafazası, ilk insanlara dayanacak kadar köklüdür.

Yine de bahse konu gerekçeden kaynaklı sorunları iki kardeş belki de çözebilirdi, daha doğrusu Kabil, bu sorunu görmezden gelebilirdi. Zira tarih boyunca birçok sınır sorunu, kişi veya ülkelerin diplomatik girişimiyle çözülmüştür. Ama Kabil’in tek derdinin ticaret ve kazanç olmadığı, bir başka söyleminden, kısacası kadın meselesindeki tepkisinden de anlaşılıyor.

Bu anlamda hem dünya malı hem de (erkekler için) kadın, Kabil özelinde insanlığın ilk çeldiricisi olarak tarihteki yerini almıştır denebilir. Yani ilk sınır oluşmuş ve Habil’in ölmesiyle belki de ilk sınır ihlali yapılmıştır.

Allah’a sunulan ürünün beğenilmemesi bir yere kadar ama cins-i latif[4] meselesinde kaybetmesi, Kabil’in gururunu daha fazla incitmiş olmalı. Günümüzde, söz ve bestesiyle en beğenilen türkülerden olan Mihriban’ın şairi Abdurrahim Karakoç’tan binlerce sene önce Kabil’in, ‘Her nesnenin bir bitimi var ama aşka hudut çizilmiyor Aklima’[5] dizelerinin ilk faili olması muhtemeldir.

Sınırınızı, ekmeğinizi, ticaretinizi, Hakk ve hukuk çerçevesinde aşkla icra ve muhafaza etmeniz dileğiyle…

KÖKEN BİLİM/ETİMOLOJİ SATIRLARI

Yazıda bahsi geçen bazı sözcüklerin kökenleri:

Had: Sınır demektir. Arapça kökenlidir. Çoğulu hudud’dur ki o da dilimizde kullanılır. Yine mahdut, serhat, tahdit, hiddet, haddizatında, hadde gibi sözcükler de aynı köktendir. 

Gümrük: Ticaret, vergi, ticareti yürütmekle görevli memur… Orta Yunanca, yani Bizans kökenli bir sözcüktür. Özgün hali kommerki olan kelime, Latince’de commercium olarak karşımıza çıkar. Günümüzde en sık kullanılan kelimelerden market, Roma ticaret veya çarşı tanrısı Merkür (ki adı güneş sisteminde güneşe en yakın gezegene verilmiştir), kargo manasındaki bonmarşe, rahmet, bereket anlamından şükran, teşekkür anlamlarına evrilen mersi ve kapitalizmin başlangıcını oluşturan altın madenine dayalı Avrupa ekonomisini ifade eden merkantilizm, bu kökenden gelir.

(Gümrük) Muhafaza: Arapça hfz kökünden gelen sözcük, koruma anlamında kullanılır. Hafız, hafize, hıfz, mahfuz, hafazan, muhafız, mahfaza… gibi birçok sözcük de bu kökene dayanır.

Rakip-Rekabet-Murakabe: Rakip; gözeten, kollayan anlamına gelen, rkb köküne dayanan Arapça kökenli bir sözcüktür. Rekabet, murakabe ve murakıp da bu köke uzanır.

Dipnotlar

[1] Kur’an-ı Kerim, El-Ahzâb Suresi (33/72)

[2] Ömer Faruk Harman, TDV İslâm Ansiklopedisi, 1996, İstanbul c. 14., s. 376-378

[3] Tanah: Yahudiliğin temelini oluşturan kitapların otoritelerce kabul edilmiş bir derlemesi veya koleksiyonu.

[4] Cins-i latif veya latife: Hoş tür, nazik kişi, yani kadın.

[5] Yahudi anlatısına göre ilk insanlar ikiz olarak yaratıldı. Daha sonra ikizler, çapraz olarak evlendirildi. Habil’in ikizi Lebuda, çirkin; Kabil’in ikizi Aklima ise güzeldi. Dolayısıyla Habil, güzel Aklima ile evlenince Kabil’e, Habil’i öldürmek için bir sebep daha çıkmıştı. 

YORUM EKLE
YORUMLAR
Sultan Dinçer
Sultan Dinçer - 1 hafta Önce

Kalemine sağlık üstad.

Abdurrahman çoban
Abdurrahman çoban - 2 hafta Önce

Teşekkür ederiz sürükleyici anlatım ve bilgiler için emeğinize sağlık