Hayatı dört duvar arasında geçen bir nesil!

Hayat yıldızla, güneşle, ayla barışık; Ülger ve Terazi şükür ki biliniyor. Fakat ne yazık ki yarın öbür gün bunlar unutulup gidecek.

Hayatı dört duvar arasında geçen bir nesil!

Önceki bir haberimde Zemheri’den, Deve’den, Bela’dan, Aba’dan, Söğüt’ten dem vurmuş; Anadolu’da başka bir zaman anlayışından bahsetmeye çalışmıştım. Kış mevsiminin evrelerinin halk arasında farklı isimlendirilmesinden bahsetmiştim. Bu sefer yaz günlerindeki farklı isimlendirmelerden haberdar edeceğim sizleri.

Mesela Ülker’den (Hacı amcaların dilinde ‘Ülger’) bahsetmiştim. Bu Ülker denilen bir tek yıldız değil, yedi yıldızdan oluşan bir kümeymiş; bu bilgiyi tashih etmiş olayım. Burada yani Hatay’ın Hassa ilçesinde Kızıllarlı amcalar öyle anlatıyorlar. Bundan sonra yine bir yıldız kümesi olan Terazi doğarmış ki bununla ilgili de tebessümle anlattıkları bir hikâyecikleri var hacı amcaların.y

Çifte giden bir çiftçi çerçide kötü, kalitesiz başörtüleri görmüş. Rivayet o ki çerçinin duyacağı şekilde sormuş: ‘Kim alır ki bunu?’ Çerçi: ‘Ülker’i, Terazi’yi bilmeyen’ diye cevap vermiş. Hayatın cilvesi ki o başörtü akşam çiftçinin karısının başındaymış. Buralarda yaşlı amcalar arasında Ülker’i, Terazi’yi bilmemek bu anlamı içeriyor işte.

Sonra Kuyruk denilen yıldız arz-ı endam edermiş ki bunun yaz akşamları serinlik müjdesi anlamına geldiğine değinmiştim. Bu arada  ‘eyya-ı bahur’ denilen günler de başlarmış. Ama eyyam-ı bahur burada ‘ayın bakırı’ diye isimlendiriliyor. Belki de bakırın o rengiyle sıcak güneşin sarısı arasında bir ilişki kurulmak istenmiş. Yine rivayete göre ‘ayın bakırı’, ‘yakar kavururum’ demiş, buna karşılık Kuyruk da ‘ya ben olmasam, ya ben olmasam!’ diye ünlenmiş. Yıldızlar, ay, güneş her şey hayatın içinde ve hayata bence daha bir sahicilik katıyorlar.

Günün dolusu mu boşu mu?

Burada işler, hesaplar bir başka. Mesela sebze mi dikilecek, bir bilene sorulur: ‘Günün dolusu mu boşu mu?’ diye. Kamerî hesaba göre ayın ilk beş günü dolu yani bir şeyler ekmeye elverişli, sonraki beş gün ise bir şeyler dikmek için boş, yani elverişsiz. Boş günlerde dikilen çetiller (fideler) tekrar dikilmek zorunda kalınabilir ya da cılız ve verimsiz olurmuş.

Bu on günden sonraki dört gün dolu, dört gün boş; üç gün dolu, üç gün boş; iki gün dolu, iki gün boş; bir gün dolu, bir gün boş diye devam edermiş. Artık kocakarı inancı mı dersiniz ne derseniz deyin ama böyle bir hesap var işte. Yani sadece su, toprak ve güneş yetmiyor bir şeyler yetiştirmek için. İşin içine inanç da giriyor.

Bir şeyler dikilirken böyle de kesilirken yok mu uyulan bir hesap? Var elbette. Mesela ‘Ehad günü’nü duydunuz mu hiç? Haftanın günleri ‘Ehad’, ‘İsneyn’, ‘Selase’, ‘Erbaa’, ‘Hamis’, ‘Cuma’ ve ‘Sebt’ diye sayılır. Hâlâ yaşı altmış ve üzeri olanlar özellikle böyle bilip böyle kullanıyorlar. ‘Ehad, İsneyn ve Selase güleri sabah gün doğmadan önce kesilen ağaç muhkem olur’ diyor amca. Bu bilgi önemli, henüz her tarafımız betona kesmeden önce hezenlerle çatılırmış çatılar. Hezenlerin sağlamlığı da en azından bu hesaba göre sağlama alınırmış.

Neden bilmem, bana garip bir hüzün veriyor bunların bir habere konu olması bile. Yarın öbür gün bunlar unutulup gidecek. Ardında ne kalacak bize. Pozitivizmin zihnimizin en ücra köşelerine kadar sirayetiyle baş başa kalacağız ve sanırım hayat biraz daha çekilmez olacak. Biraz daha betonlaşacağız. Her şey aynileşecek. Kimlikler silikleşecek. Göğe bakan çocuklarımız Büyük Ayı’yı, Küçük Ayı’yı gözleyecekler en fazla. Kuyruk’tan, Ülker’den, Terazi’den habersiz bir nesil. Neyin ne zaman dikileceğiyle, neyin ne zaman kesileceğiyle ilgili bir fikri olmayacak. Daha da kötüsü belki de bu kimsenin umurumda da olmayacak.

Halil Arslan, Ülker, Terazi bilinsin istedi

YORUM EKLE