Geçmişten bugüne değişen yüzleriyle kölelik ve köleliğe dair bazı kitaplar

Borçlanma, suça karşı ceza, savaş esirliği gibi pek çok sebepten kölelik, İslâm öncesi yüzyıllarda uygulanmış, İslâm sonrası da Birleşik Krallık’ta başlayan ticari zenginleşme ve sömürgeleşme ile farklı boyutlara ulaşmış, yeni karanın keşfi ile de yayılmıştır. Bu noktada Avrupa, karanlık geçmişini temizleyecek ilerlemeler yaşamakla birlikte kapitalist sistem köleliğin dinamiklerini değiştiren bir yönde ilerlemiştir. Ticaret ve kapitalizm üzerinden kölelik ilişkisini, Afrika’dan insan ticaretini ve Avrupa’nın sömürgeciliğinin kökenlerini, Osmanlı’da kölelik algısını anlayabileceğiniz bazı eserleri derledik.

Geçmişten bugüne değişen yüzleriyle kölelik ve köleliğe dair bazı kitaplar

Bilimsel sonuçlara bakılırsa insanlığın kurduğu ilk medeniyetin başlangıç yeri olarak kabul edilen Afrika; Çin ve Hindistan’la olan ticareti ile ilk devlet ve monarşilerin de teşekkül ettiği kıtadır. İslâmiyet gelmeden önceki dönemde Afrika’da, sonrasında Roma ve Eski Yunan’daki toplumlar içinde farklı şekillerde köleler mevcuttu. Ayrıca 1800’ün sonlarına kadar Amerika’da ve Birleşik Krallık’ta süren köleliğin kaynağının İslâmiyet olmadığı, üretim ve sermaye ilişkili ticari işgücü temelli olduğu apaçık ortadadır. Hatta eski Yunan’dan itibaren bazı insanların doğalarında kölelik olduğu inancı filozoflarca dahi kabul görebilmişti.

Köleliği İslâm ile özdeşleştiren çalışmalar ve İslâm’da kölelik

Borçlanma, suça karşı ceza, savaş esirliği gibi pek çok sebepten kölelik, İslâm öncesi yüzyıllarda uygulanmış, İslâm sonrası da Birleşik Krallık’ta başlayan ticari zenginleşme ve sömürgeleşme ile farklı boyutlara ulaşmış, yeni karanın keşfi ile de yayılmıştır. Bu noktada Avrupa, karanlık geçmişini temizleyecek ilerlemeler yaşamakla birlikte kapitalist sistem köleliğin dinamiklerini değiştiren bir yönde ilerlemiştir. İslamiyet ise kölelere ilişkin hakları getiren devrim niteliğinde düzenlemeler sunmuştur. Bununla birlikte kölelerin ve kadın kölelerin metalaşmasının, İslâm düzeninde çıktığı algısını yansıtmayı tercih eden ‘araştırmacılar’, Batı ülkelerinde daha yaygın görülen ve çok daha yakın tarihe kadar süren bu uygulamayı Ortadoğu ve İslâm coğrafyasına mal edecek eserler yayınladı. İngiltere’de köle ticaretine karşı çıkan kiliseler olduğu gibi, bunu doğal gören elitler, bugün bu konunun bir İslâm düzenlemesi gibi seslendirilmesini istemekteler.

Aydınlanmasını yaşadığı ifade edilen Avrupa gibi, İslâm coğrafyasının da insan hakları konusunda Kur’an gerçeklerini iyi kavraması gerekmektedir. Kur’an ayetleri ve hadisler ile dönemin uygulamaları karıştırılmamalıdır. Kölelik çalışmalarında belirli yüzyıllara ve coğrafyaya odaklanmayı seçmek genellikle diğer yerlerdeki yaygın insanlık dışı uygulamaları görmemeyi getirir. İslamiyet ve Kur’an’da kölelik kavramı ile ayetlerin iniş dönemindeki mevcut sosyal atmosfer arasındaki bağlantıyı yadsıyarak köleliği kabul eden ve hatta getiren bir din imajı sunmak en iyi ihtimalle cahilliktir. Bunun için Eski Roma’yı, Vikingleri ve İslâm sonrası Birleşik Krallığın sömürgeci tarihini okumak dahi yeterlidir.

Kur’an-ı Kerim indiğinde Arap toplumunda ve Afrika kabilelerinde kendi geleneklerine göre değişen farklı kölelik uygulamaları mevcuttu. Yaygın üç model göze çarpmaktadır. Bu üç model; insanların borçlarını ödeyememeleri durumunda köle olarak çalışmaları, kaçırılan ve savaşlarda ele geçirilen bir takım insanların zorla köle yapılması, ihtiyaç sahibi yoksulun köle olması şeklinde tanımlanabilir. Kur’an’ı Kerim ayetleri ve Hz. Muhammed’in (sav) hadislerinde, kölelerin özgürleştirilmeleri için önemli bir teşvik görülmektedir. Köleleri hürriyete kavuşturmanın sevabı ise ısrarla üzerinde durulan bir konu olmuştur.

İslâm 7. miladi yüzyıl başlarında köleliği, topluma yerleşmiş ve çağdaşı güçlü devletlerde tabii kabul edilmiş bir halde buldu. Köleliği tek yanlı ve kesin bir kararla kaldırma yoluna gitmedi. Ancak köleliğin kaynağını yalnız savaş hâline bağladı ve kölelerin haklarını düzenledi. İslam âlimlerinin bir kısmı Kur’an ayetlerini, esirleri öldürmeyi serbest kıldığı şeklinde yorumlamış olmakla birlikte, öldürmenin savaş devam ederken mümkün olduğunu, savaş bittikten sonra bunun mekruh ve haram olduğunu söyleyenler vardır. Ayrıca sadece Müslümanlarla savaşanların öldürülebileceği “Onlar sizinle savaşırlarsa onları öldürünüz” (el-Bakara, 2/191) ayetinde belirtilir. Savaşta esir düşenlerin karşı tarafın elindeki esirler ile değişimi de uygulanmış ve her iki tarafın kölelerinin özgürleştirilmesi yoluna gidilmiştir.

İslam toplumu kölelerin nesebi konusunda, hür kadınların köle eşlerinden olan çocuklarını hür kabul etmiş ve burada ataerkil bir gelenek uygulamamıştır. Bir Müslümanın yanında ve mülkiyetinde bulunan kölenin inanç özgürlüğü vardır. Gayrimüslim olarak kalabileceği gibi, İslâm’a girmesi ve İslâmî akideye sahip olması da hakkıdır. Efendisi onu bu konuda zorlayamaz. Çünkü iman kalp işi olduğu için, zorlama ile ‘inanmış görünmek’ kişiyi “münafık” durumuna düşürür. İslâmiyet inmeden önce süren kölelik düzeninde köleler hür kişiler ile evlenemezken, İslâm sonrası köle ve cariyelerin evliliği ile hürlerin evliliği eşit kılınmıştır. Ayrıca İslâm öncesi bir köleyi öldüren hür kişi ceza almazken, İslâm sonrası köle öldüren hür kişi de kısas olarak ölüm cezası alır hale gelmiştir.

Günümüzde kölelik

Bugün kapitalist sistemin de farklı bir kölelik düzeni olduğunu düşünenler oldukça fazla. Modern dünyada borcu olanın düştüğü durumlar ile Afrika’dan yeni dünyaya taşınan kölelerin kapitalizm inşasındaki yeri gibi hususlara bakıldığında, geçmişte ve bugün köleliğin gizli olmayan farklı bir ekonomik kölelik türü olarak varlığını sürdürdüğü düşünülmektedir. Kaldı ki savaş bölgelerinde, Libya’da modern köle pazarı kurulduğuna dair haberleri CNN gibi büyük sermayenin medyasında okumaktayız.

Kölelik ve ticaret arasındaki ilişki günümüzde farklı boyutta sürmektedir. En büyük sorun köle olunduğunun farkına varmıyor olmak. Köle oldukları şeyler insan kitlelerini öyle esir alıyor ki belki de sahip olduklarını zannettikleri ‘şeyler’ için ve onların daha fazlasına sahip olmak için kendileri gönüllü köle olarak yaşıyorlar.

Köleliğin tarihçesi

İngilizcede “slavery- slave” olarak geçen kölelik-köle kavramı, askeri olarak zayıf Avrupalı ve Slav ırkından insanların Vikingler olarak bilinen Nordik ülkelerce köle edinilmesinden doğmuştur. Köleler arasında İrlandalılar, Anglo Saksonlar ve Franklara rastlanır. Roma İmparatorluğu’nda imparatorluk nüfusunun %25’i kölelerden oluşmaktaydı. Eski Yunan’a ait kölelik tarihine baktığımızda, Aristo gibi bazı filozoflar da dâhil olmak üzere, bazı insanların doğuştan doğaları gereği köle olduklarına inanıldığını görüyoruz. Platon ve Sokrates döneminde kölelik genel kabul görmekteydi ve çok az kişi bunu protesto etti. Roma’nın tarım arazilerinde ve ev işlerinde işgücü desteği kölelerce sağlanıyordu. Roma’nın köleleri arasında Almanlar, Yunanlar, Araplar, Yahudiler, Britonlar yer almaktaydı. İş gücü olarak kullanılan kölelerin yanı sıra eğlence için kullanılan köleler de vardı. Gladyatörler ve cinsel köleler bunlar arasında yer alır. Hint Okyanusu adaları, Arabistan ve Batı Afrika arasında köle ticareti 8. yüzyılda yaygındı. Ayrıca Afrika topluluklarının kendi içerisinde de başka çeşit bir kölelik vardı.

Tarihçesi Sümerler’e kadar uzanan kölelik, okyanus aşırı taşımacılığın ilerlemesi sonucu kölelerin kıtalararası taşınmasıyla başlıca bir ticaret haline geldi. 400’lerde başlayarak Roma İmparatorluğunun çöküşüne kadar süren kölelik, 11 ve 12. yüzyıllarda ilk olarak başta yoğun görüldüğü Kuzey Avrupa’da azalmaya başladı. 1400’e gelindiğinde ise İspanya, Güney Fransa ve Portekiz’de hâkimdi. Avrupa’da kölelerin zorunlu çalışan tarım işçileri olmasından öte alınıp satılabilen formdaki varlığı dikkat çekmektedir. Arap ve Avrupa formu kölelik ile Afrika kabilelerinin kendi içlerindeki kölelik sitemi bu noktada farklıdır.

Avrupa’da İngiltere hâkimiyetindeki topraklarda ve bu topraklar dışındaki gelişmeleri ve köleliği anlamak için 14. ve 15. yy’a bakmak gerekir. 1441, Avrupalı-Portekizli kaptanların Afrika’dan gemiler ile köleleri taşımaya başladığı tarihtir. İlk büyük grup olarak Avrupa’ya köle şeklinde getirilen Afrikalı sayısı 235’tir. Papa V. Nicholas’ın itirazları köle ticaretinin İspanya’ya yayılmasını engelleyemedi. Ardından 400 köle Avrupa’ya geldi. Şeker tarlalarında çalıştırılmaya başlandılar. 1490’larda Colombus, deniz yolu ile kıta aşarak Dominik bölgesine ulaştı ve Hispanik yerlilerin köle ticareti amaçlı taşınması başladı. 1600’lere gelindiğinde Brezilya topraklarına dair gelişmeler dikkat çekti. Shakespeare’in eserlerinde köleliğin işlendiği ve Alman köle tüccarlarının da sahnede yerini aldığı döneme girilmişti. 1660 dolaylarında İngiltere’de ilk olarak devlet destekli köle ticareti şirketi olan Royal Adventurers in Africa şirketi kuruldu. 1670’lerde Hristiyan yayınlarda kölelik karşıtı ilk söylemler görünür olmaya başladı. 1688’lerde ilk olarak Pennsylvania’da itirazlar başladı. 1696’da Amerika’da kurumsal olarak kölelerin aileleri ile görüşebilmesi ve yeni köle getirilmesinin yasaklanması konuşulmaya başlandı. 1700 yıllarda Virginia’da 16.000 köle varken bu sayı 1770 yılında 187.000’e ulaşmıştır. Köleler kaçmaya çalıştıklarında ise çok korkunç cezalara maruz kalmışlardır. Kaçan insanların yakalanıp kol ya da bacakları kesilip kızgın zift içine yatırıldığı ve daha sonra asıldığı aktarılmaktadır.

Köleliğin ABD’de yasaklanmasını sağlayan yasa önce 8 Nisan1864’de ABD senatosundan, 31 Ocak 1865’te de Temsilciler Meclisinden geçmiştir. ABD’de köleliğe karşı olan Lincoln, Amerikan Birleşik Devletleri’nin 16. başkanı olmuştur. Köleliğin kaldırılması Güney eyaletlerde büyük tepki görmüştür. Kuzey ve Güney eyaletleri arasında mücadele baş gösterdi. Ardından gelen iç savaş ise olayın ne kadar ciddi boyutlara geldiğini kanıtlamaktadır. İç savaş, Kuzey’in zaferiyle sona ermiştir. 1865 yılında yasada düzenleme yapılmış ve kölelik tamamen kaldırılmıştır.

Çikolatadan kozmetikte kullanılan pek çok bitki türüne büyük zincirler, sorumlu üretim iddiasında olsalar da tedarik zincirleri şeffaf değil. Kullandığınız ürünün nasıl koşullarda oluştuğunu bilmek, çalışan rızasının gözetilip gözetilmediğine dikkat etmek aslında kölelikle mücadelede oluşabilecek bilincin omurgasını teşkil ediyor. Ticaret ve kapitalizm üzerinden kölelik ilişkisini, Afrika’dan insan ticaretini ve Avrupa’nın sömürgeciliğinin kökenlerini, Osmanlı’da kölelik algısını anlayabileceğiniz eserleri derledik.

Avrupa Afrika'yı Nasıl Geri Bıraktı? - Walter Rodney

Kapitalizmin egemenliğinin tüm dünyada ciddi biçimde tartışma konusu olduğu, alternatif yolların hayalden ibaret olmayıp gerçek bir ihtimal olarak belirdiği bir çağdayız. Rodney, Afrika’nın gelişmesine giden yolun, kıtanın geri bıraktırılmasının birinci sorumlusu olarak tanımladığı uluslararası kapitalist sistemden radikal bir kopuşu gerektirdiğinde ısrar ediyor. Afrika tarihini azgelişmişlik üzerinden değerlendiren eserde Walter Rodney, akademisyenleri de egemenlerin akademi dünyasındaki sözcüleri olarak tanımlar. Askeri küreselleşme ile ileri teknoloji şirketlerinin müdahaleleri arasındaki bağlantıyı da aydınlatan kitap, Afrika’da mevcut monarşileri, sömürgecilik öncesi dönemde kıta içindeki mevcut savaşlardan elde edilen esirlere dair durumu da anlatmakta.

Feodalizmden kapitalizme geçen ilk kıta olan Avrupa’da büyüyen kapitalist ekonomi için altın gerekliydi. Her şey çıkarlara göre oluşturulacaktı. Rodney, uluslararası hukuk kavramının; Avrupa’nın denizaşırı sulardaki çıkarlarının, diğer ülkeler açısından bağlayıcılığı olan kanunlarla korunması anlamına geldiğini belirtir. Bu kanunların, Afrika insanını taşınabilir bir mal haline getirdiğini aktarmaktadır. Afrika monarşileri varlıklarını korumak için kimi zaman savaştı, kimi zaman gelenlere, insan dışında şeyler satmayı denedi. Amerikan iş dünyasının denizaşırı yaygınlığı ve parasal olmayan kazançları, kauçuğun otomobil endüstrisindeki yeri gibi konularda derin bilgi sahibi olabileceğiniz eser, Liberya’daki Amerikan yatırımlarından ve ABD’nin 2. Dünya Savaşı sonrası dünyadaki kapitalist ve emperyalist güç oluşuna kadar pek çok noktayı aktarıyor.

Kapitalizm ve Kölelik - Eric Williams

“Kapitalizm ve Kölelik”, iki Afrika ülkesinin bağımsızlığına katkı sunmuş bir eser olarak nitelenmektedir. Sömürgelerin bağımsızlık hareketlerinin seslerinden biri olan Eric Williams, eserinde beyaz entelektüellerin kölelik ve ticaret üçgeninin önemli esaslarını görmediğini belirtir. Batı’nın Doğu karşısında nasıl üstünlük kurduğunu ve sanayi devrimine geliş sürecini inceleyen yazar, şeker, kahve ve pamuk gibi ürünlerin kapitalizmin gelişimindeki önemini de aktarır. İhracat ile köle taşımacılığı ve nakliye ilişkisi gibi alanları kavramak, kölelik konusuna bakışı şekillendirmekte önemli bir yer tutabilir. Eser, 1700’lerde Britanya dış politikası ve ticaretinde Afrikalı kölelerin yerini analiz eder ve köleleri krallığın kas gücü olarak niteler. Gemilerin artması ile Liverpool gibi bölgelerin sermeyesinin artmasında köle ticaretinin yadsınamaz bir rolü olacaktır. İleriki yıllarda, kanunun uygun gördüğü köle ticaretine özgürlük gerekçeli itirazların doğmasına da en çok bu bölge karşı çıkacaktı.

Köle ticaretinde en aktif şekilde yer almış kişiler, saygın kişilerdi ve iyi aile babasıydılar. Köle tüccarları kendi dönemlerinin insan hakları aktivistleri gibiydiler ve John Cary gibi köle ticareti savunucuları Yoksulların Entegrasyonu adlı bir dernek bile kurmuştu. İki-üç köle tüccarı birleşiyor ve tek seferde 1000’in üzerinde köle taşıyabilecek bir gemi satın alıyorlardı. 1787 yılında Afrika’ya köle ticareti için giden kargo gemisine baktığımızda; pamuklu ve keten ürünler, ipek mendiller, büyük ve kaliteli şapkalar, silah, barut ve top mermisi, toprak ve cam eşyalarla yüklü olduğunu aktaran Williams, bu çeşitliliğin getirilecek kölelere karşılık olduğunu yazar. O dönem bir Birmingham silahı ile bir köle aynı değerdeydi. Bir köleye karşılık bir silah satılmaktaydı. Kömür madenciliği, buhar gücü ve demir endüstrisi ilerledikçe üretim büyüyecekti. Lordlar Kamarasındaki birçok kişi koltuklarını köle ticaretine borçlulardı. Kölelerin gemide bir tehlike durumunda suya atılması gibi uygulamalar karşısında, köle sahipleri yasal yollarla tazminat hakkına başvuruyordu. Köle ticaretine karşı ilk hareket olan Bristol komitesi ise eski bir köle gemisi kaptanı ve belediye meclis üyelerinden oluşacaktı. İngiliz Parlementosu’nun kölelikle ilgili tartışmalara rağmen devlet adamları bu konuda adım atmayı seçmedi. Kısacası, köle ticaretinden elde edilen kazanç daha ağır basacaktı…

Özellikle Bristol’da öne çıkan şeker arıtım endüstrisi ise çay ve kahvenin yaygınlaşması ile büyüdü. Çay ve kahve başta krallara ait bir lüks iken günlük hayata yayıldı. Nakliyat ve liman işletmeciliği, şeker yetiştiriciliği başka ülkelerde olduğu için ayrıca önemliydi. Bristol’a geldiğinde cebinde 3,5 peni bulunan William Miles, önce limanda hamallık yapmış, sonra gemi imalathanesinde çıraklık yaparak 15 pound biriktirmişti. Bir ticari gemide marangoz olarak Jamaica’ya gitti. Buradan iki fıçı şeker aldı. Bu şekeri İngiltere’de satarak Jamaica’ya süslü mallar götürdü. Yeniden şeker satarak kısa sürede çok zengin olmayı başardı.

Peki, ham şeker neden kaynağında arıtılmıyordu? Bu sorunun cevabında kapitalizmin temel felsefesini ve yol haritasını okumak mümkün. Ham şekerin endüstriyel olarak işlenip beyazlatılması doğal kaynağın olduğu bölgede yapılsaydı daha az gemi gidecekti ve daha az siyah İngiltere’ye getirilecekti. Bu da deniz nakliyatı ile ticaret yapan ve İngiltere mallarını Afrika’ya satan tüccarların kaybı demekti. Sömürge adalarında şeker arıtma tesisi yasağı, krallığın bu planına paralel bir yasaktı. Bu nedenle de İngiltere’ye ithal edilen arıtılmış şekere de ağır vergi konulmuştur. Bu vergi, esmer şekerin dört katı kadardı. Bu sayede ülkenin milli gelirinin yükselmesi sağlandı.

Burada rekabete başka bir alanda Fransa’nın da girdiği görülmektedir. Şekerin yan ürünü romun damıtıldığı ‘melas’, Fransa’da Britanya’dakinden daha ucuzdu. Amerikalılar İngiliz romunu değil kendi ürettikleri romu tercih ediyorlar ve melasa ihtiyaç duyuyorlardı. Böylece Fransız yetiştiricilere rağbet arttı ve melas, Amerikan anakarası ile yabancı şeker sömürgeleri arasındaki ticarette temel ürünlerden biri haline gelince Britanyalı şeker yetiştiricileri için sıkıntı doğdu. Adam Smith ve Thomas Jefferson’un İngiliz endüstrisine dair yorumları, tekelci sisteme karşı tutumları, çoğunluk refahının azınlık menfaati içi yok sayılmasına bir itirazdı.

Osmanlı Devletinde Kölelik Ticaret-Esaret-Yaşam - Zübeyde Güneş Yağcı / Fırat Yaşa

Tarihin ilk dönemlerinde insanların değişik toplumlar halinde örgütlenme ve birbirleriyle mücadele etmeye başlamaları bir dizi olguyu da beraberinde getirdi. Kölelik de bu mücadelenin sonucunda “güçlünün zayıf üzerinde kurduğu hâkimiyet” olarak ortaya çıktı. Birbirleriyle savaşan toplumlar, ilk zamanlarda yendikleri toplumun savaşçılarını ve diğer üyelerini öldürüyorlardı. Toplumların nüfusları artmaya başladığında ihtiyaçlar da arttı. Hatta kendi ülkelerinde bulamadıklarını başka ülkelerden elde etmeyi öğrendiler. Bu arada insanların isteklerine bağlı olarak meslekler, uğraşılar çeşitlendi ve bazı alanlarda işgücü açığı ortaya çıktı. Bu işgücü açığını kimi zaman kendi kaynakları yetmediğinden kimi zaman ise özellikle ağır işleri kendileri yapmak istemediklerinden, savaşlarda mağlup ettikleri insanlardan karşılamaya başladılar. Böylece savaş esirlerini öldürmek vahşet olmaktan çıktı, kötü şartlarda da olsa yaşamayı sunduğu için kölelik insancıl bir davranış olarak kabul gördü. Bir süre sonra köleler/ insanlar ticareti yapılan bir meta haline geldiler.

Eserde, Osmanlı’da Slav ırklarından Ukraynalı, Kırım Tatarı ve erken modern dönemde Venedikli kölelerin varlığını yazan, farklı uzmanların makaleleri bulunuyor. Birleşik Krallık’ta olduğu gibi Osmanlı’da da köle emeğinin işgücü hacminde nasıl bir rol oynadığına dair de bilgi edinebilirsiniz. Batı Anadolu’da tarımsal işgücünde köle istihdamı, efendi ile köle ilişkisine dair şeyhülislâmların hak düzenlemesine dair aldıkları kararlar da kitapta yer alıyor. Kölelerin yaşama koşulları, sosyal statüleri de işlenmekte.

İslâm Toplumunda Kölelik ve Cariyelik - Dr. Ali Hatalmış

Kölelik ve cariyelik gibi insan onurunu ve yaşam hakkını sınırlayan tarihi bir olguyu, Hz. Peygamber (s.a.) ve ilk Müslümanlar nasıl karşılamıştır? Ali Hatalmış kitabında, Arapların günlük yaşamında köleliğin rolü belirli bir seviyeye gelmişken kabul gören son din İslâmiyet’in ve kutsal kitabının getirdiği düzenlemeyi açıklıyor. Kölelik, zamanın bir gerçeği denilip aynen benimsenip uygulanmış mıdır? Köleliğin kaldırılması yolunda adımlar atılmış mıdır? Kölelik şartlarının düzeltilip hafifletilmesi yoluna gidilmiş midir? Emeviler, köleliğin kaldırılması veya en azından şartlarının iyileştirilmesi yönünde seyreden olumlu gelişmeyi görmezlikten mi gelmiştir? Bütün bu süreçler nasıl yaşanmıştır?

Siyah Öfke - Mustafa Demirci

Ortalama tarih bilgisine sahip pek çok insan, Roma İmparatorluğu’na karşı Spartaküs önderliğinde M.Ö. 74-71 yıllarında başkaldıran Romalı kölelerin isyanından haberdardır. Ama pek çok tarihçi, Aşağı Mezopotamya’nın bataklıkları içinde çalıştırılan zenci kölelerin M.S. 869-883 yılları arasında Abbasilere karşı isyanının ismini bile duymamıştır. Basralı büyük toprak sahipleri tarafından bataklığın ortasındaki güherçile ocaklarında şekerkamışı ve pirinç tarlalarında çalıştırılmak için Doğu Afrika’dan (Zengibar, Mozambik, Mogadişu, Nubya ve Madagaskar) getirilen zenci köleler, 5.000-10.000 kişilik gruplar halinde çok ağır şartlar altında çalıştırılıyorlardı. Hz. Ali soyundan olduğunu iddia eden Ali b. Muhammed adında bir kişi, bu kölelere özgürlük ve efendilerinin topraklarını vaat ederek onların 869 yılında Basra yakınlarındaki bataklık bölgede isyan etmelerini sağlamıştır.

İsyana katılan toplam köle sayısı 300 bin civarındaydı. İsyancılar, büyük bir zenginlik içinde yaşayan Basra, Übülle, Sîraf, Ehfaz ve Abbadan gibi şehirleri tahrip edip binlerce kişiyi kılıçtan geçirdiler. Balta girmemiş ormanların ve sazlıklarla kaplı bataklığın ortasına kurdukları Muhtâra adlı başkentlerinden gönderdikleri ordularla Abbasi ordularını pek çok defa bozguna uğrattılar. Hatta başkent Bağdat yakınlarına kadar ilerlediler. Basra, Übülle, Ehvaz’ı 15 yıl boyunca ellerinde tuttular, buralardan vergi toplayıp bu bölgelere idareciler atadılar. Zorlu bir mücadeleden sonra isyanın merkezi Muhtâra ele geçirilerek komutanlar esir edilmiş ve zenci lideri Ali b. Muhammed de öldürülmüştü. İsyanın bilançosu ise çok ağırdı. Ölen insan sayısını bazı tarihçiler 500 bin ile 2,5 milyon arasında tahmin etmektedirler. İsyanın mali ve askeri ağırlığı Abbasileri parçalamış, güneydeki ticaret ve tarım zengini şehirler bir daha eski ihtişamını kazanamamıştır. Bu şiddet ortamı Karmatîleri ve İsmailileri tetiklemiştir.

Kur’an ve Sünnet Işığında Cariyeler - Ali Rıza Demircan

Yayıldığı dönemde mevcut kölelik sistemi içerisinde sadece gücü kırılan ve stratejik hedefleri tahrip edilen düşmandan esir alınmasını onaylayan İslâm, esirlerin öldürülmelerini yasaklamıştır. Sadece kendilerine karşı savaşanların öldürülebileceği belirtilir. Cariye, esir kadın demektir. İslâm cariyeler ile evlenebilmeyi getirmiştir.

İnsan üzerinde ilâhlaşma olan kölelik, mütekabiliyet yoluyla yasallaştırılamayacağı gibi tutsaklar da uzun süre esirler olarak tutulamazlar. Çünkü İslâm, özgürlük fidyelerini veremeyecek esirlerin hürriyetlerine kavuşturulmaları için, İslâm toplumunun resmi vergisi olan zekât gelirlerinden fon ayırmış, onlarla özgürlük sözleşmesi yapılmasını (Kitabet) emretmiş, özgürleştirici cezalar ve kefaretler belirlemiştir. Eser, cariyelere ilişkin, insanlık değerlerini koruyucu adil ve ahlaki kuralları vurgularken, müellifi de bu şekilde, geleceğin İslâm dünyasını kuracaklara, ruhlara sindirilemeyen Cenevre sözleşmesine karşılık oluşturacakları, uygulanması Cennet’e götürecek Mekke/Ankara Sözleşmesi’ni hazırlayacak bir bakış açısı kazandırmayı hedefler.

Serra Karaçam

YORUM EKLE