Bireysel ve toplumsal hayatta orucun kıymeti

Sebilürreşad’da yaklaşık iki yıl sosyo-kültürel, siyasal ve ekonomik sorunlarla ilgili Osmanlı Türkçesiyle yazılar kaleme alan Hasan Hikmet Demirbağ’ın oruçla ilgili iki yazını Âdem Efe latinize ederek Dünyabizim okurlarıyla paylaştı.

Bireysel ve toplumsal hayatta orucun kıymeti

Bireysel ve toplumsal hayatta orucun kıymeti-I[1]

Cenab-ı Hakk’ın beşeriyet için ortaya koyduğu sorumlukların her şeyden evvel ebedi mutluluğu sağlayan prensiplerden ibaret olduğu şüphe kabul etmez hakikatlerdendir. Kainâtın yaratıcısının insanların nâçiz ibadetlerine muhtaç olmadığı, bütün cihanın küfür ve dinsizlik hâlinde olmasıyla da rablik şanına asla zarar gelmeyeceği hâlde beşerin fiil ve işlerin birtakım kayıtlarla sınırlandırılması, emir ve nehiylerin sınırları dâhilinde hareket mecburiyetinde bulunması ancak bireysel ve toplumsal selametin teminine yönelik ilahi tecelliler cümlesindendir. İbadetler sevaba sebep olmakla beraber sonsuz maddi faydalara da şâmildir. Bunun gibi men edilen şeylerden kaçınma insanları özel ve genel birçok tehlikelerden korur.

Herhalde ruhî terbiyeden ayrı kalamayan insanlık olumlu bir karakter, sağlam bir toplumsal temeli sağlamak için maneviyatın koruyucu kanatları altına sığınmamaya mecburdur.

Olgun, tabii ve fıtri bir din olan İslâmiyet, ortaya koyduğu kanunlarla bağlılarına hem uhrevî saadet yollarını açmış hem de dünyevi işlerine ait sıhhî, ahlâkî, ekonomik ve toplumsal bütün ihtiyaçlarını tatmin eylemiştir. Bir Müslüman ilahi yükümlülüklere bağlanmakla dünya ve ahiretini de harap olmaktan kurtarmış, kemale erişmiş olur. Farzlar meyanında mühim ve kapsamlı bir manası olan oruç, Cenab-ı Hakk’ın kullarına ihsan ve talim buyurduğu en büyük bir temizlenme kaynağıdır. Kıymeti sonsuz bir hazinedir. İslâm dini Allah’ın birliğine inanan kimselere orucu en tecrübeli eğitmenlerin başarmaya muktedir olamayacakları bir özeni, bir şefkati göstermiştir. Oruç nedir? Şeriatın öğretisi yönüyle ayın doğuşundan güneşin batmasına kadar yemek içmekten ve orucu bozan şehevi isteklerden kendini korumaktır.

Lâkin oruç yalnız mekanik bir amel değildir. Bunun şartları vardır. Vicdanı bir huzûr ve sükûn içinde huzurlu bırakacak, nefsi ifrat ve tefritten kurtararak bir hassas bir duruma, vücudu en tabiî bir nasihat ve harekette tespit edecek kayıtlardır ki oruçtan beklenen yüce sonuçları seçme imkânı verir.

Oruç evvela mükellefîni, ikinci olarak toplumu bolluk ve bereket tesirleri altında düzeltir. Bu tesirler kapsam ve içeriği bakımından başlı başına bir ilim sayılabilecek derecede geniştir. Ahlak, psikoloji, ekonomi, sosyoloji ve sağlık kavramları içinde kurtarıcı bir ayıklanmanın oruç sayesinde nasıl temin edildiği incelenmelidir. İlim ve fenlerin ilerlemesi dini yükümlülüklerin keşfedilmeyen faydalarını, matematiksel kesinlikle ortaya çıkarmıştır. O derecede ki herhangi bir âlim İslâmiyet’in bu yüksek hikmetleri karşısında derin bir uyanış vecdi ile uyanmaması mümkün değildir. Akıl sahipleri için, duyan ve uyanık bulunan vicdanlar için ne kıymetli membalar vardır. Elverir ki kalpler sapkınlık ve körlükle sakat olmasın.

Orucun bireysel hayattaki etkileri mühimdir. Bireylerde hâsıl olan duyumlar sonuç olarak toplumu da alâkadar eder.

İnsanlığın fiil ve işlerinin selameti sıhhatle ayakta durur. Vücut sıhhatte olmalıdır ki herkesin Hâlik’ına, şahsına, ailesine ve vatanına karşı mükellef olduğu görevlerini yerine getirmesi mümkün olabilsin. İşte oruç insan sağlığının en mühim bir hizmet edeni, ılımlı mizacın, iç huzurunun en iyi ilacıdır. Çünkü rükün ve şartlarıyla oruç tutanlar.

1. Yaşlılığın son aşamasına erişmiş bulunsa bile zindelik ve sağlığını korurlar.

2. Hayatları düzene girer. Belirli vakitlerde yemek yerler. Bu düzen bedensel faaliyetlerde, sinirler üzerinde güzel bir tesir meydana getirir.

3. Bir şahsın yirmi dört saat zarfında ihtiyacı olan gıda alınmakla beraber yalnız zaman ve şartların değişmesiyle yemekler arasındaki ara, yorulan mide ve bağırsakların dinlenmesini dolayısıyla kuvvetlenmesine sebep olur.

4. Alınan gıdanın layıkıyla emilimi sağlandığı ve kuvvetle hazmolunduğu için beden ağırlığı artar ve beden sağlığı geri döner.

5. Şehvetin sınırlandırılması, bedenin harap olmasını önler.

6. Sigaranın oruç halinde kullanılmaması solunum organlarını tahrişlerden korur.

Özetle oruç farizasını yerine getiren bir Müslüman her şeyden evvel sıhhatini, hayatını kazanmış olur. Yukarıda izah ettiğimiz yönüyle orucun maddi faydalarından başka psikolojik halleri ilgilendiren, vicdanı, ahlakı güçlendiren diğer etkileri daha mevcuttur. Oruç tutan insan tabii bir duyguyla ihtiyaç içinde bunalan fukarayı hatırlamaktan kendini alıkoyamaz. Bu düşünce merhamet, şefkat hislerini geliştirir. Zayıfların, zavallıların elem ve hicranıyla alâkadar bir ruh halini meydana çıkarır. Bu keyfiyet orucun toplumsal etkileri bahsinde izah edileceği yönüyle toplumsal sınıflar arasında denge ve ahengin kurulmasını gerekli kılar. Orucun maddî tesirleriyle ruh ve vicdanda doğal bir gelişme ortaya çıkar.

Oruç tutan kimse manevi zevkler ile haz sarhoşu, ilhama gark olur.

Oruç vücuda, hisse, ruha hâkimiyeti doğurduğu kadar azmi, intizamı hayatta bir gaye takibine yeterli metaneti kazanamaya kâfidir.

Oruç tutmaya alışan bir Müslüman metanetli, azimkâr, karakterli bir ruha diğer bir deyişle hayatı kazanmak için lazım gelen vasıflara sahip olur.

Aynı zamanda faziletler ve güzel ahlâka sahip, yiğit, dürüst, şefkat sahibi bir insandır. Ve bu derecede en büyük faktör, en sadık terbiye edici oruçtur.

Ruhu düzenleyen ve hayatı temin eden oruç ekonominin de müvellididir. Ruha olan tesirleri dolayısıyla israfı yasaklar. Kendi cinslerine yardım etmek arzusuyla fazla çalışmaya sevk eder. Çalışma ise serveti meydana getiren şeydir.

Ne bakımdan muhakeme edilirse edilsin oruç insanın maddî ve manevî huzurunu temin eden en büyük bir nimettir. Hazreti Peygamber bir hadis-i şerifinde “Sûmû tasihhû” yani “Oruç tutunuz maddeten ve manen halinizi düzeltirsiniz”, buyurmuşlardır. Kur’an-ı Kerim’de birçok ayet-i kerimede oruç te’kit olunmakla önemi ve faydaları emir ve işaret buyurulmuştur.

Şu halde bütün Müslümanların bu nimetin kadrini bilerek maddi ve manevi saadeti sağlamakla beraber Allah katında nasiplenenlerden olmaları için oruç farizasını tam bir uyumla yerine getirmeleri görevleri cümlesindedir.

Bireysel ve toplumsal hayatta orucun kıymeti-II[2]

Toplumsal yapılar kendilerini oluşturan çeşitli meslek ve statü sahiplerinin örnek, kabiliyet ve karakter derecelerinin bir yansımasıdır. Toplumu meydana getiren bireylerin olumlu ve olumsuz mâhiyetteki değerlerinin fazlalığı milletlerin gerçek hayatındaki mevkiini gösterir. Yani medeniyet herhangi bir milletin yalnız kuvvet ve siyaseti itibarıyla değil, toplumsal alanlarda belirli ve olumlu bir varlığa sahip bulunmasıyla gelişebilir ve ancak toplumsal ve maddî kıymetleri hem-ahenk olan milletlerdir ki ilerleme kabiliyetini ortaya koyar, kurtulmuş kabul edilebilir. Yoksa bireyleri olgunlaşmamış toplumlar için ilerleme yolları daima bin türlü engellerle karşılaşma eğilimindedir.

Bu sonuca göre toplum kavramı konusu oldukça doğal parçalarından olan bireysel hayat da kendiliğinden meydana çıkar.

İşte ibadetlerin, dünyevi hayatta görünen en büyük tesirleri, fertlerin huzura kavuşması sûretiyle toplumun kuvvetlenmesini sağlayacak araç ve vesileleri tamamıyla hazırlar, ruhları eğitim, fazilet hislerini geliştirmek sûretiyle en kuvvetli, fakat en medenî hayatın teminine yöneliktir.

İbadetler gelişme gayesinin meydana gelmesinde en mühim bir etkendir. Ortaya konuluş hikmetine göre kişisel, genel bakış açısından insanlığın muhtaç olduğu açılımları meydana getirir.

İlahi farzlardan namaz, hac, zekât nasıl ruhi eğitimi, toplumsal eğitimi, sistem birliğini, toplumsal sınıflar arasındaki dayanışmayı, refah ve saadet vasıtalarını temin ediyorsa oruç da bu esasları daha ziyade takviye eylemektedir. Kelimeteyn-i şahâdeteyni dille ve kalben söylemekle İslâmi hükümlere iman eden her bireyin devşirmeye başladığı sonsuz feyizler, ibadetler ve muâmelâtın ayrılması mümkün olmayan dini yükümlülükler öyle bir bütündür ki hakkıyla yararlanılabilmesi her şeyden evvel saf ve metin bir itikada, samimi bir amele bağlıdır. Mevzu-bahsimiz olan orucun bireysel etkilerden başka genel ve sosyal yönlerdeki olumlu semereleri, verimli neticeleri de mevcuttur.

Oruç nasıl bireyleri bir iyi duruma gelmeye ve olgunluğa sevk ederse toplum da ayıklanmaya, kurtuluşa doğru yükseltir:

1. Oruç sayesinde bireysel yaşantıda bir düzen kurduğu gibi bu fertlerin ürünü olan cemiyet hayatında da bâriz bir düzen ve uyum meydana gelir. Yeknesak bir manzara, bir vahdet ortaya koyar.

2. Oruçlu olanlar tabiî bir yöneliş ile ibadet ve taati severler. Bunun için camiler dolar, bu içtimâlar –toplumda bulaşıcı olan duyguların aktarımı dolayısıyla- herkesi arınmaya, nefis ıslâhına, ibadete teşvik eder; gafil görünenlere güzel bir örnek teşkil eyler.

3. Camilerdeki toplanmalar dolayısıyla vaaz ve nasihatlerle bireysel ve toplumsal hayatta gelişmenin gerekliliğini ve yapılması gerekli olduğunu, şartlarını bilme ortaya çıkar. Bilmeyenler bilmediklerini öğrenirler. Bilenler de ruhanî bir zevk ile İslâmi dayanışmanın bu bolluk ve bereketiyle misallerinden tat almış olurlar. İmanlarını bir kat daha kuvvetlendirirler. Dini muhabbet kalpleri birleştirir.

4. Oruç tutan her Müslüman Fıtır Sadakası vermekle yükümlüdür. Fukara sınıfının iktidarına mühim bir kaynak bu dini buyruk toplumsal sınıflar bir muhabbet meydana getirmekle beraber servet sahiplerini hayır ve hasenâta, fakir olanları da bu dini buyruğu yerine getirmek için çalışmaya, fakirlikten kurtulmaya sevk eder. Oruçla tok, açın hâlinden anlar.

5. Ramazan’ı müteakip bayram gelir. Bu bayram ne demektir? Bireyler ve toplumun maddî, manevî bir olgunlaşma imtihanından başarılı çıkması demektir. Bu imtihanı başarıyla sonuçlandıran milletler her zorluğu alt edecek kabiliyete sahiptirler. Onun için sevinsinler ki şerefe, kemale, yaşamaya layıktırlar. Bu çetin sınavı verebilecek insanlara ne mutlu!

İşte görülüyor ki oruç toplum hayatında bir dayanışma, bir yakınlaşma meydana getiriyor. Teşrinin ruhunu idrak ve takdir edilerek düşünülürse orucun toplum için ne büyük ve kurtarıcı bir değeri olduğu sabit olur.

Lâkin bu sabit olma hali sonuçlarıyla birlikte vücûd bulur. Esasen herhangi bu- şeyden istifade etmek için evvelemirde onun gerçekliğine nüfuz etmek ve sonra o ruh dâhilinde hareket etmek lazım gelmez mi? Mesela sağmal bir koyun alınır. Bu hayvancağız birçok ihtiyacımızın karşılanmasına araçtır, kazanmak ancak faydalanmak için evvela onun değerini anlamak yani korunmasına itina etmek, sonra da ondan süt, yün... vb. elde etmenin yöntemlerini bilmek lazım gelir. Aksi takdirde hiçbir şey elde edilemez. Oruç da diğer ibadetler de böyledir. Orucun faydası, feyzi, maddi ve manevî tesirlerdeki hissesi yalnız kıymetini ve ondan istifade etmesini bilenler içindir.

Ramazan ayı olgunluk ayıdır. Zühd ve takva ayıdır. Huzur ve sükûn ayıdır. Yakınlık ve sonuç alma ayıdır.

Bütün bu yüce esasları düşünürken bir de şehrimizin Ramazan gecelerindeki hayatını göz önüne getirelim. Dünyada hiçbir kavramın bundan daha açık bir tezadına rastlamak mümkün olamaz.

Normal günlerde daha sakin olan hayat birden bire karışır. Her köşede bir sinema, bir tiyatro, bir eğlence ve oyun, anlamsız bir kalabalık aile sahibi kimseler için geçilemeyecek bir rezillik ortamdır. Karşılıklı söz atmalar, sarkıntılıklar, bakışların sevişmesi yer yer şekilleri, bunların hepsi bir heveslerin bir toplamı şeklinde toplanır; bu kutsi ve mübarek geceleri seçer.

Müslüman namını taşıyan vicdan sahipleri bilmelidirler ki mukaddes kavramlara hürmet lazımdır. Gayr-ı Müslimlerin de bir karnaval mevsimi vardır. Fakat bu gece kendilerince mukaddes kabul edilen zamanlara tesadüf etmez. Bu hâli gören, İslâm dinini derinleştiren Batılı herhangi bir aydın acaba hakkımızda nasıl düşünür? O zat acaba “Müslümanlıkta oruç namı verilen bir ibadet var. Bununla ruhî, maddi bir kurtuluşa erişilecektir. Herkes biraz fazilete yakın, biraz daha riyadan, tutkulardan uzak bulunacak; ruh ve vücut biraz huzura, dinlenmeye imkân bulacaktır. Bu sayede ruhi ve toplumsal ahenksizlikler, pürüzler düzelecek, yeni bir çalışmanın kararlı hedeflerine doğru emniyet ve ümitle gidilmeye başlanacak. Hâlbuki bütün bunlar unutularak, maddi yorgunluklar içinde ruhî, ahlâkî bütün maksatlar kaybolur. Neden muhterem şeyler bu kadar ihmal ediliyor? Acaba bu millet gerilemeye mi uğramış? Dese ne cevap vereceğiz. Vakıa böyle be soruya cevap vermek zorunluluğunu kendimizde görmeyebilirsiniz. Fakat vicdanlarımıza karşı da aynı şeyi söyleyebilir miyiz?... Hiç zannetmiyorum.

Âdem Efe’nin Hasan Hikmet Demirbağ ‘ın hayatını kaleme aldığı yazıyı okumak için tıklayın.

 

[1] Sebilürreşâd, C. 23, Aded: 596, 6 Ramazan 1342/ 1 Nisan 1340/ 1 Nisan 1924 Perşembe, s. 376-377.

[2] Sebilürreşâd, 13 Ramazan 1342/17 Nisan 1340/17 Nisan 1924 Perşembe, s. 291-291.

YORUM EKLE