Mateos Vakayınamesi’nde Sultan Alparslan ve Romen Diyojen

İmparator Diyojen de esir edilip Sultan’ın önüne getirildi. Onunla beraber birçok Romalı kumandan da zincirle bağlı oldukları hâlde Sultan’ın huzuruna götürüldüler. Birkaç gün sonra Sultan, imparator Diyojen’le sulh akdetti ve ona bir kardeş gözüyle baktı. Ebubekir Aytekin yazdı.

Mateos Vakayınamesi’nde Sultan Alparslan ve Romen Diyojen

Diyojen nasıl Bizans İmparatoru oldu?

5 Mart 1067- 4 Mart 1068 tarihleri arasında Bizans imparatoru Dugidz öldü. Kendisinin küçük yaşta Mihail adlı bir oğlu vardı. İmparatorluk tahtı, bir sene kadar bir zaman boş kaldı ve İmparatoriçe Eudugi (Eudoksia) bu mevkii işgal etti.

1070’lerin başlangıç zamanında İmaparatoriçe, “Diyojen” adıyla tesmiye edilen “Romanos” adlı bir prensi gizlice getirtip onunla evlendi. İmparatoriçe, Diyojen’i kendi odasında sakladı. Sonra Dugidz’in kardeşi Sezar’ı çağırıp onu test etmek için:

“Şimdi ne yapmamız lâzımdır? Taht münhâl kalmıştır, Mişel ise henüz bir çocuktur” dedi.

İmparatoriçe, onu bu gibi sözlerle imha etmek istiyordu. Fakat Sezar, İmparatoriçe’ye:

“Bu, benim karışacağım iş değildir. Ben ve oğullarım senin kullarınız. İstediğin adamı tahta çıkarabilirsin” diye cevap verdi.

İmparatoriçe, bu cevap karşısında hayrete düştü ve aynı zamanda çok memnun kaldı. O, böylelikle bir fenalık işlemeden kurtulmuş oldu. İmparatoriçe ona:

“Odama gir ve imparatorun önünde eğil” dedi.

Buna çok hayret eden Sezar, çok şaşırarak tehlikeli bir söz söylememiş olduğundan dolayı Allah’a şükretti. Sonra odaya girip imparatorun önünde eğildi. Ertesi gün, Diyojen Ayasofya’ya götürülüp “İmparator” olarak takdis edildi. Bütün İstanbul halkı onu alkışladı ve başına taç geçirildi.[1]

Diyojen’in Müslümanlar’a saldırması

Bu yılda (yani 1069-1070 tarihinde), İmparator Diyojen, Roma hudutlarına kadar olan bütün Grek memleketlerinden ve bütün şark eyaletlerinden asker topladı ve muazzam bir ordunun başında olduğu hâlde Müslüman memleketinin üzerine yürüdü. O, Müslümanlar’ın meşhur bir şehri olup Halep'in yakınında bulunan maruf Mınbec (Membic) şehrine karşı karargâh kurdu. Membic’e karşı şiddetli bir muharebe oldu ve şehir, sayısız barbar askerin hücumuyla büyük bir tehlike içine düştü. İmparator, şiddetli hücumlardan sonra şehre karşı mancınıklar kurma emrini verdi, çünkü şehir metin surlarla çok tahkim edilmişti. Atılan muazzam taşlardan surun bir kısmı yıkılıp şehrin içine yığıldı. Şehrin bütün halkı, bundan büyük korku içine düşüp ellerinin üzerinde haç işaretleri yaptılar ve hep birden dışarı çıkıp imparatorun yanına gittiler. Bunlardan ileri gelenler, imparatorun ayaklarına kapandılar, kıymetli hediyeler takdim ettiler ve ona tâbi olup ölümden kurtuldular. Bunun üzerine imparator, şehre karşı merhametli muamelede bulundu ve onu kendi tâbiyeti altına aldı. Bu sırada İmparatoriçe tarafından Diyojen’e derhal İstanbul’a gelmesi için bir mektup vasıl oldu. İmparator, mektubu okuyunca acilen yola çıktı.[2]

***

Aynı yılda, Sultan Alpaslan’ın ailesinden olan Emir Gıdric, İranlılar’a karşı gizlice isyan edip İstanbul’a gitmeğe karar verdi. O, büyük bir orduyla beraber Roma memleketine geldi. Bu, görülmemiş ve işitilmemiş bir şey idi. Bu, Hazreti İsa’nın, İncil’de (Luka, XXI, 25) okunan şu sözlerini ispat etmekte idi:

“Son zamanlarda Güneş, Ay ve yıldızlarda alâmetler olacak ve yer sarsıntıları ve korkunç nişaneler vuku bulacaktır”. Bu, bütün memleketin Türk askerleri tarafından tekrar tahrip olunmasının başlangıcı oldu.

Sultan Alparslan Malazgirt’te

Sultan Tuğrul’un kardeşi olan Sultan Alpaslan, taşkın bir nehir gibi hareket edip muazzam bir ordunun başında olduğu hâlde Ermenistan’a yürüdü ve büyük telefata sebep oldu. O, Mandzgert (Malazgirt) şehrine hücum etti ve şehirde muhafız bulunmadığından dolayı onu bir gün içinde aldı. Çünkü Romalı muhafızlar kaçmışlardı.

Sultan, oradan askerleriyle beraber Amid (Diyarbekir) denilen şehre gitti ve şehrin kapısı önünde karargâh kurdu. Alpaslan, şehre karşı merhamet gösterdi, çünkü bu sırada karısı karargâhın içinde bir oğlan doğurdu. Buna “Tutuş” adını verdi. Sultan, oradan Tılkhum Bölgesi’ne gelip bu kaleyi muhasara altına aldı. O, kaleye karşı bütün gayretini sarf edip günlerce muharebe etti, fakat onu zapt edemedi. Bunun üzerine Sultan, kendisine vergi verilmek şartıyla sulh teklifinde bulundu.

Kale halkı bundan dolayı gevşedi, kaygısızlık içine düştü ve surları müdafaasız bıraktı. Bu vaziyeti gören Müslüman askerleri Sultanın isteği hilâfına olarak kaleye hücum ettiler. Şiddetli bir akınla şehri zapt ettiler, halkı kılıçtan geçirdiler, birçoğunu da esir ettiler. Bunu haber alan Sultan çok hayret etti ve dökülen kan için mükedder oldu. Çünkü o, onlara yeminle teminat vermiş bulunuyordu.

Sultan Alparslan Urfa’da

Sultan, oradan çıkıp muazzam ordusuyla beraber Urfa mıntıkasına akın etti ve şehrin kapısına kadar olan bütün yerleri istilâ eyledi. O, Sevaveragk’ın yakınında bulunan meşhur Tıltovrav Kalesi ile Arüdzatil’e hücum etti. Sultan, Tıltovrav Kalesi’ni zapt edip sayısız esir ve ganimet aldıktan sonra Urfa şehrine karşı yürüdü. Şehri her taraftan kuşattı ve geniş araziyi ordusuyla kapladı. Mevsim kıştı ve Mart ayının onuncu günü idi. Şehrin dükü, Bulgar kralı Alüsan (Alusianus)’un oğlu Vasil’di. Müslüman askerlerinin çokluğunu gören şehrin Hristiyan halkı, büyük bir korku ile sarsıldı. Çünkü Sultanın sayısız askerleri, ovaları ve zirvelerine kadar bütün dağları kaplamış bulunuyorlardı. Onlar, bu korkunç ejderin korkusundan dehşet içine düştüler. Sultan, sekiz gün hiçbir muharebe yapmadan orada kaldı. Fakat şehir halkı şaşkın bir vaziyet içine düşmüş olup müdafaa hazırlığı yapamıyordu. Şehirlilerin bu akılsızlığını gören bir Müslüman askeri, onlara gizlice seslenip:

“Niçin böyle şaşkın duruyorsunuz? Surları tahkim edin ve atlarınızı eyerleyiniz” dedi. Akılları başlarına gelen halk, surları tahkim etmeye başladı ve her bir adam cesaretle muharebeye hazırlandı. Cesur ve muharip bir adam olan şehrin dükü Vasil, şehri her taraftan tahkim etmeye başladı.

Bunu gören Sultan çok hiddetlendi, hücum borusunu çaldırdı ve şiddetle hücuma geçti. Müslüman askerleri, her taraftan surlara karşı atıldılar. O gün, büyük ve korkunç bir muharebe vuku buldu. Oklar, yağmur sağanağı gibi şehrin içine düşüyorlardı. Bütün Hristiyanlar, gözyaşları dökerek Allah’a dua ediyorlar ve kendilerini bu devin elinden kurtarmasını niyaz eyliyorlardı. Selçuklular, günün büyük bir kısmını hücumlarla geçirdiler, fakat bir şey elde edemediler. Bunun üzerine Sultan, surlara karşı mancınıklar ve diğer âletler kurdurdu, şehrin hendeğini odunla doldurttu. Sonra Urfa’yı bununla zapt etmek için on arabanın üzerinde ağaçtan bir kule yaptırdı. Kuleyi sura yaklaştırmak için araba harekete geçirilince kule aniden devrildi ve kırıldı.

Şehirdekiler, bir lağım açarak şark taraftan hendeğin içine çıktılar, orada yığılmış olan odunu şehrin içine attılar, kalanı da yaktılar. Müslümanlar, suru devirmek için hendeğin yedi yerinde derin çukurlar açtılar. Fakat şehirliler karşı istikametten lağımlar açarak toprağı kazmakta olan düşmanları tuttular ve öldürdüler. Sultan, elli gün Urfa’ya karşı şiddetli hücumlar yaptı, fakat bir şey elde edemedi. Sultan, yadigâr olarak İran’a götürülmek üzere surdan bir taş koparabilene büyük mükâfatlar vadetti. Bunun üzerine, Dovin Emîri Ebu Suar:

“İşte, yakınımızda bir mabet vardır ve içinde bize karşı gelecek kimse bulunmuyor” dedi. Bu, şehrin şark tarafında bulunan S. Sargis Mabedi idi. Müslümanlar onu yıkmak için çok gayret sarf ettiler, fakat bir taş bile koparamadılar. Bunu gören Sultan, son derece mahcup oldu. Bunun üzerine başlıca bir Arap emiri olan Khoreş, Sultan Alpaslan’la bütün İran ordusunu alıp Halep şehrine karşı yürüdü. Bu suretle kurtulmuş olan Urfalılar için o gün büyük bir sevinç ve bayram günü oldu.[3]

Romen Diyojen’in yeniden toparlanması

Grek imparatoru Diyojen, bu felâketin haberini alınca hiddetinden bir aslan gibi gürledi. Bütün şehirlere haber gönderip askerlerin toplanmasını emretti, bütün Garp memleketine fermanlar ve münadiler gönderdi ve Gund(Got)’lardan, Bulgarlar’dan, uzak adalardaki halklardan, Gamirk (Kapadokya)’dan, Bitinya’dan, Kilikya’dan, Antakya’dan, Trabzon’dan büyük sayıda asker topladı. O, Ermenistan askerlerinin bakiyesi ile birlikte Khujastan’dan barbar askerlerini de getirtti. Diojen, böylelikle deniz kumu kadar çok olan askerle muazzam bir ordu teşkil etti. Bu, (Mart 1071-Mart 1072) tarihinde vuku buldu.

İmparator, bu korkunç ordunun başında olduğu hâlde içinde dolu yağışı saklı bulunan bir bulut gibi yürüyüp Sivas şehrine geldi. Ermeni Kralzadeleri Atom ve Apusahi, büyük törenle onun istikbaline çıktılar. Bu sırada Romalılar, imparatorun nezdine gidip Sivaslılarla bütün Ermeni milleti hakkında tezviratta bulundular ve:

“Emîr Gıdric hücum ettiği vakit Ermeniler, biz Türkler’den daha çok fenalık yaptılar” dediler. İmparator Diyojen, Romalılar’ın bu sözlerine karşılık İranlılar’a karşı yapacağı harpten dönünce Ermeni mezhebini ortadan kaldıracağına dair tehditler savurdu ve yemin etti. Aynı zamanda Roma askerine, Sivas şehrini talan etme emrini verdi. Askerler, talan esnasında zalim imparator Diyojen’in bu haksız kararından dolayı birçok insanı da öldürdüler. İmparator, Ermeni Kralzâdeleri olan Atom ile Apusahl’ı da gözden düşürdü ve Sivas’ı matem içine soktu.

Bunun üzerine Roma imparatorluğu ricali ve Aşot’un oğlu Gagik şah ile kürabağat rütbesini almış olan Emîr Gıdric, İmparator’a: "Millettaşlarının tezviratına kulak asma, onların bütün sözleri yalandan ibarettir. Çünkü Türk muharebesinden sağ kalmış olanlar, (yani Ermeniler) (Romalılar’a) yardımcı olmuşlardır” dediler. İmparator, bu sözlerle teskin edildi ise de dönüşte Ermeni mezhebini kaldıracağına dair yemin etti. Bunu duyan manastır rahipleri, ona karşı lânet okudular ve onun, gittiği yoldan bir daha geri gelmemesini ve S. Barseğ (Basil) tarafından lânet edilen zalim Julien gibi mahvolmasını temenni ettiler. [4]

Malazgirt yeniden Bizans’ın

Diyojen, bütün askerleriyle beraber şarka doğru yürüyüp Ermenistan’a gitti ve Mandzgert (Malazgirt) şehrini hücumla zapt etti. Sultanın şehirde bulunan askerleri kaçtılar, tutulanlar da öldürüldüler. Bu sırada Halep şehri önünde bulunan Sultan, bu haberi alınca şarka dönmek üzere acilen hareket etti. Çünkü Roma imparatorunun muazzam bir orduyla beraber İran’a doğru yürümekte olduğunu söylediler. Sultan, bu kış, Halep’e karşı yaptığı muharebede şehrin büyük sayıda olan askerlerinin mukavemetinden dolayı onu zapt edememişti. Sultan, şehrin surunu delik deşik ettiği halde şehre yine bir şey yapamamıştı. İlkbaharda, imparator Diyojen’in harekâtını duyup Halep’i terk etti ve acilen Urfa’ya geldi. Şehrin dükü, ona atlarla katırlar ve yiyecekler takdim etti. Sultan, bunları aldıktan sonra hiçbir zarar vermeden oradan geçti ve yolunu şarka doğru devam ettirip Lesun denilen dağa vardı. Bu acele yürüyüş esnasında sayısız at ve katır telef oldu, çünkü Sultan, bir an evvel İran’a yetişmek için askerlerini firariler gibi ileri sürüyordu.

Sultan Alparslan’ın Diyojenle yaptığı barış

Bu sırada Diyojen’in karargâhından hain Romalılar’ın yolladıkları mektuplar Sultan’ın eline geldi. Onlar, Sultan’a: “Kaçma, çünkü ordunun büyük kısmı seninle beraberdir” diyorlardı. Bunun üzerine Sultan durdu ve İmparator Diyojen’e dostça bir mektup yazarak birbiriyle ittifak edip sulh içinde kalmalarını ve hiçbir vakit birbirine karşı ihanet etmemeleri teklifinde bulundu.

Sultan, Hristiyanlarla dost kalınmasını ve İranlılarla Romalılar arasında daimî dostluk akdedilmesini istiyordu. Bundan dolayı daha çok böbürlenen Diyojen, teklifleri reddetti ve onda harp etmek arzusu daha çok hararetlendi.

Hain adamlar Diyojen’e gelip:

“Ey imparator, senin muazzam orduna karşı gelebilecek hiçbir kuvvet yoktur. Askerlerin, yiyecek aramak için karargâhtan çıkmışlardır. Onları, muharebe gününde aç kalmamaları için ordulara taksim et ve salıver” tavsiyesinde bulundular. Bunun üzerine İmparator, Emîr Gıdric’i İstanbul’a geri yolladı, Tarkhaniat’ı 30.000 askerle beraber Khılat’a (Ahlat) karşı sevk etti. 12.000 asker de Apkhaz memleketine sevk etti. Onlar, böylelikle bütün askerleri ihanetle dağıtıp imparatorun yanından uzaklaştırdıktan sonra keyfiyeti Sultan’a bildirdiler. Sultan, Diyojen’in niyetinde sabit kaldığını görünce Roma ordusunun üzerine yürüdü. O, Horasanlı askerlerini aslan yavruları gibi ileri sürdü.[5]

II. Malazgirt Zaferi

Selçuklular’ın kendi üzerine yürüdüklerini haber alan Diyojen, muharebe borusunu çaldırdı ve Roma askerlerinin saflarını tanzim edip muharebe tertibatı aldı. Onların başına, Ermeni aslından cesur adamlar olan Khatap’ı ve Vasilag’ı kumandan olarak tayin etti. O gün, kısmen şiddetli bir muharebe ile geçti. Roma askerleri yenildiler, Khatap ile Vasilag maktul düştüler. Roma ordusu, firara mecbur kaldı ve imparatorun karargâhına iltica etti. Diyojen, bu vaziyeti görünce bütün askerlerini bir araya toplamak emrini verdi, fakat onun bu çağırışına kimse icabet edemedi. Çünkü Tarkhaniat ile diğer Romalı kumandanlar, kendi askerleriyle beraber İstanbul’a gitmişlerdi. Bunu haber alan imparator, Romalılar’ın kendisine ihanet ettiklerini anladı. Ertesi gün muharebe başladı. İmparator, sabah erken hücum borularını çalmak emrini verdi. Münadiler, Selçuklular’a karşı cesaret gösterenlerin imparator tarafından bolca mükâfatlandırılacaklarını, onlara yüksek mevki ve şehirler eyaletler verileceğini ilân ettiler. Bu sırada Sultan, muazzam bir orduyla beraber Romalılar’a karşı yürüdü. İmparator Diyojen de Mandzgert’in yakınında Doğodap denilen mevkide muharebe meydanına geldi. Uzları sağ, Padzunaklar’ı da sol cenahına, diğerlerini de ordusunun önüne ve arkasına yerleştirdi. Fakat muharebenin kızıştığı bir sırada Uzlarla Padzınaglar düşmanın tarafına geçtiler ve Romalılar tam bir mağlubiyete uğrayıp kaçmaya başladılar. Sayısız Romalı asker kılıçtan geçirildi, büyük bir kısmı da esir edildi. [6]

Esir Diyojen’le barış antlaşması

İmparator Diyojen de esir edilip Sultan’ın önüne getirildi. Onunla beraber birçok Romalı kumandan da zincirle bağlı oldukları hâlde Sultan’ın huzuruna götürüldüler. Birkaç gün sonra Sultan, imparator Diyojen’le sulh akdetti ve ona bir kardeş gözüyle baktı. Çünkü Sultan, bu ahd için Allah’ı şahit tutmuş olup Romalılar’a ittifak akdetmişti. O, bundan sonra İmparator’u, tahtına avdet etmek üzere büyük törenle İstanbul’a uğurladı.

Diyojen’in sonu ve Sultan Alparslan’ın üzüntüsü

İmparator Sivas’a geldiği vakit, eski imparatorun oğlu Mihail’in tahta çıkmış olduğu haberi geldi. Askerler onu terk edip kaçtılar, Diyojen de Adana denilen şehre iltica etti. İmparator Mihail’in askerleri onun üzerine gelince Diyojen, başına gelen tehlikeden kurtulmak için papaz elbisesini giydi ve Dugidz’in kardeşi olan Roma kumandanının yanına gelip:

“İşte artık benden endişe etmenize lüzum kalmamıştır. Zira ben bundan sonra bir manastıra çekileceğim. Mihail imparatorunuz olsun ve Allah ona yardım etsin” dedi.

O gün, Romalılar, Yahudiler’in yapmış oldukları veçhile İsa’yı tekrar çarmıha gerdiler. Çünkü onlar, bir imparator olan Diyojen’in gözlerini çıkardılar ve o, bu işkencenin acısına dayanamayıp öldü.

Sultan Alparslan, bunu haber alınca ağladı ve Diyojen’in akıbetinden dolayı çok kederlendi.

Sultan: “Romalılar’ın Allah’ı yoktur. Selçuklularla Romalılar arasında akdedilmiş olan dostluk ve ittifak yemini bugün çözülmüş oldu. Bundan sonra Haç’a tapan bütün milletler kılıçla mahvedilecek ve bütün Hristiyan milletleri esaret altına alınacaktır” dedi.

Sultan, Horasanlılar'a hitaben: “Bundan sonra aslan yavruları gibi olunuz, bütün memleketleri kartal yavruları gibi süratle kat edin ve Romalılar’a karşı asla merhamet duymayın” dedi.

Sultan, bu büyük zaferden sonra İran’a döndü.

***

Bu zamanda Sultan Alpaslan, bütün İran askerlerini toplayıp Gehon dahi tesmiye edilen büyük Cahun Nehri’ni geçti ve Sımırkhand (Semerkand) memleketini fethetmek üzere oraya girdi. O, büyük bir ordunun başında olduğu hâlde metin ve meşhur bir kale olan Hana üzerine yürüdü ve orayı kuşattı.

Bu kalenin sahibi Yusuf adında, cesur ve aynı zamanda azgın ve merhametsiz bir adamdı. Sultan, kaleyi günlerce muhasara altında tutup çok sıkıştırdı, aynı zamanda kalenin reisini, atalarının topraklarının dâimi sahibi kalmak şartıyla kendisine itaate davet etti. Kale reisi, hayli sıkıntılara göğüs gerdikten sonra Sultan’a arz-ı tazimat etmeye karar verdi fakat bu arada korkunç bir plân düşündü. O gün, karısı ve çocuklarıyla beraber şenlik ve ziyafet yaptı. Fakat geceleyin karısını ve üç oğlunu, Sultan’ın eline düşüp ona köle olmamaları için vahşiyane bir surette kendi eliyle kesti. Ertesi sabah, oğullarını kesmiş olduğu iki keskin bıçağı yanına aldı ve Sultan’ın huzuruna gitmek üzere kaleden çıktı. [7]

Sultan Alparslan’ın öldürülmesi

Sultan, onun geldiğini haber alınca huzuruna getirilmesini emretti. Reis, huzura çıkınca eğildi, fakat ona yaklaştığı sırada aniden Sultan’ın üzerine atıldı ve çizmeleri içinde saklamış olduğu iki bıçağı çekti. Onu, Sultan’ın huzuruna getirmiş olanlar bu sırada kaçtılar. Vahşi bir hayvan gibi Sultan’ın üzerine atılan adam, iki bıçağını da onun vücuduna sapladı. Sultan’ın adamları ileri atılıp onu, olduğu yerde öldürdüler.

Sultan üç yerinden yaralanmıştı ve çok tehlikeli bir hâlde bulunuyordu ve şiddetli acılardan kıvranıyordu. O, memleket halkının bundan haberdar olmaması için ordusuna ilerlemek emrini verdi. Beş gün sonra vahim bir vaziyette olduğunu hissedip başlıca reislerini ve mabeyincisini[8] yanına çağırdı. Sultan, henüz bir çocuk olan oğlu Melikşah’ı onlara takdim edip:

“İşte ben, yaralanmamın tesiriyle ölüyorum. Oğlum sizin hükümdarınız olsun ve tahtıma otursun” dedi. Sultan, bu sözleri müteakip hükümdarlık esvaplarını çıkardı ve oğlu Melikşah’a giydirdi. Onun önünde eğildi ve onu, gözyaşları içinde Allah’a ve Selçuklu emirlerine emanet etti. Sultan Alparslan, aynı günde ehemmiyetsiz bir adamın eliyle bu suretle ölmüştü.

Melikşah, babasına halef olarak tahta çıktı. O, iyi, merhametli ve Hristiyanlar’a karşı dahi tatlılıkla hareket eden bir zat oldu. Melikşah, babasının ölümünden sonra onun cenazesini beraberine alıp memleketine döndü ve babasını Marand[9] şehrinde atalarının kabrine defnetti. Melikşah, hâkimiyeti boyunca Allah’ın yardımına mazhar oldu. O, fethettiği bütün ülkeleri sulh ve asayişe kavuşturdu.[10]

Ebubekir Aytekin

Kaynakça:


[1] Urfalı Mateos Vakayi-Namesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162) Türkçeye Çeviren Hrant D. Andreasyan, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1987, S. 136

[3] a.g.e. S. 139

[4] a.g.e. S. 139-142

[5] a.g.e. S. 142

[6] a.g.e. S. 143-144

[7] a.g.e. S. 145

[8] Metinde, mabeyinci demek olan arapça “ hacib” kelimesinin bozuk bir şekli (khocab) olarak yazılıdır. “Tarihi Güzide” ye nazaran, Alpaslan’ın “ hacibi” i Hasan İbn Sabbah idi. Bu şahıs, Şii bir Müslüman olup Sünni mezhebine mensup olan büyük vezir Nizamü’l-Mülk’ün koyu bir düşmanı idi. (ED. DULAURIER).

[9]  Ptoelmee’nin “Morounda” diye kaydetmiş olduğu bu şehir, Tebriz’in 50 mil şimalinde Azerbaycan’da bulunuyordu. (ED. DULAURIER).

Müverrihimiz, Sultanın Merv’de gömülü olduğunu yanlış işitmiş olduğundan, onun yerine Merend'i kaydetmiştir (Prof. M. HALİL YINANÇ).

[10] a.g.e. S. 145-146

YORUM EKLE