Kırk Yıl Sonra Dün Gibi Nurettin Topçu

Nurettin Topçu, samimi, idealist, menfaatçiliğe karşı bir fikir ve kalp adamı olarak yaşadı. 'Kırk Yıl Sonra Dün Gibi Nurettin Topçu' kitabıyla, onun öğrencisi olan, Topçu’nun Hareket dergisinde yazıları yayınlanan, Topçu’yla sohbet etme şansı yakalayan Muzaffer Civelek, hatıralar ışığında bir kez daha hocasını gündeme getiriyor. Muaz Ergü yazdı.

Kırk Yıl Sonra Dün Gibi Nurettin Topçu

Düşünceleri konuşmaktan çok sloganları, klişeleşmiş lafları tekrar etmeyi, meselelerle gerçekten uğraşmak yerine kestirme çözümler bulmayı daha çok seven bir zihin yapımız var. Var olan, bize dayatılan siyasi, ekonomik, kültürel bakış açılarının dışında konuşan, alternatif arayan insanlara pek kulak vermiyoruz. Zamana egemen olmuş siyasi ya da ideolojik kalıpların dışında düşünen, sistemden icazetli muhalifliğin ötesinde sahici bir yol arayan düşünce adamlarının gayretlerini görmezden geliyoruz. Durup düşünmek yerine sürekli bir hareket halindeyiz. Nereye gittiğimiz üzerinde fazla kafa yormuyoruz. Acilciyiz… Bu aceleciliğimiz her açıdan yanlış yapma riskini barındırıyor. Modernliğimiz, sosyal hayatımız, ahlakımız, siyasetimiz, iktisadımız, inancımız… Bu yanlış anlam dünyasında, garip bir seyir içinde…

1909-1975 yılları arasında yaşamış olan Nurettin Topçu, kendini sloganların, var olan ideolojik ezberlerin kolaycılığına bırakmış biri değil. Yaşadığı döneme egemen olan resmi ya da muhalif siyasi, iktisadi teori ve pratiklerin dışında bir yol olabileceğini de gösterdi. Başkaları gibi düşünmeyerek hakikate ulaşma çabasının da mümkünlüğünü işaret etti. Aykırı, muhalif olma budalalığına bulaşmadan… Dönemine hâkim olan sanayileşmenin, endüstrileşmenin, büyük sermeye biriktirmenin gürültüsünde toprağa dönmenin, kanaatkâr olmanın gerekliliğinden, erdeminden bahsetti. Gökdelenlerden, fabrika dumanlarından, kalabalıktan, kaostan görünmez hale gelen tabiatı savundu. Gün batarken ışıkları sönen ufuklarda kendi yalnızlıklarına gömülen dağları seyretmeyi insan ruhuna daha yakın buldu. Demir medeniyetine karşı doğanın saf duruşu… O, insanoğlunun tahripkâr, kabından çıkınca dur durak bilmeyecek ihtiraslarına karşı çıktı. İnsanın hırslarını, ihtiraslarını, nefsini kışkırtan bütün siyasi ve iktisadi sisteme muhalif olarak konuştu. Her şeyi metalaştıran kapitalizme, parayı tek kutsal kabul eden iktisadi anlayışa, sürekli biriktirmeyi temel alan mülkiyet kalelerine, insanlığı sıkıştıran kalkınma ekonomisine, teknolojisinin putlaştırılmasına direndi.

Hatıraların ışığında Nurettin Topçu

Nurettin Topçu, samimi, idealist, menfaatçiliğe karşı bir fikir ve kalp adamı olarak yaşadı. Milliyetçi bir duruşun içinden seslendi ama onun milliyetçiliği dönemine egemen ırkçı, Türkçü ve diğer insanları dışlayan bir milliyetçilik içinde olmadı. Ne kapitalizmin şımarttığı bireyciliği savundu ne de ferdi unufak eden cemaatçiliği, toplumculuğu… Yaşadığı zamanlardaki materyalist, ruhsuz komünizmin karşıtı olarak anti-komünist bir mahfilin içinde de yer almadı. Kapitalizmin vahşi bireyciliğine karşı “Anadolu Sosyalizmi”ni savundu… Kutuplar arasında vicdanlı bir ses olmak için didinip durdu…

Kırk Yıl Sonra Dün Gibi Nurettin Topçu” kitabıyla, onun öğrencisi olan, Topçu’nun Hareket dergisinde yazıları yayınlanan, Topçu’yla sohbet etme şansı yakalayan Muzaffer Civelek bir kez daha hocasını gündeme getiriyor. Nurettin Topçu’yu hatıraların ışığında yeniden hatırlatıyor. Kitap, Topçu’nun düşüncelerini, hayatını yakından tanımış birinin kaleminden çıktığı için bir kat daha önem kazanıyor. Bu çalışma daha önce Topçu ile ilgili malumat sahibi olanların bu malumatlarının daha berraklaşması ve onu okumaya yeni başlayacaklar için bir mukaddime olması açısından ayrıca bir değere sahip. Muzaffer Civelek onunla ilgili hatırladıklarının yanında, Topçu’nun yazılarından seçkilere ve kendi değerlendirmelerine yer veriyor. Kitabı okuduğumuzda büyük bir değerin anlaşılamaması, yeteri kadar tartışılmaması ve uyarılarının dikkate alınmaması bizleri hüzünlendiriyor. Evet, yazarın da tespitiyle Nurettin Bey ne yazık ki düşünce dünyamızda, literatürümüzde hak ettiği değeri bulamamış. Onun yıllar önceki korkularının, çekincelerinin bir bir gerçekleşmesi ve gerçekleşen bu şeylerin Türk toplumunun hayrına olmaması gerçekten üzüntü verici.

Toplumu yoğuracak üstün bir idrak, ruh yüceliği ve bilgelik 

Civelek, hocası Topçu’dan bahsederken onun fikirlerini bir formül, reçete gibi sunmadığını, sadece istikamet gösterdiğini, zamanın ruhunu ve kendimizi eleştirdiğini, değerlerimizi ve köklerimizi tanıttığını, milli varlığımızın içindeki İslami ve insani ruha vurgu yaptığını belirtiyor. Onun bütün çabasının karakterli, şahsiyetli insanlar yetiştirmek ve akıl cevheri paslanmış toplumumuzu bu pastan kurtarmak olduğunu söylüyor. Toplumu yoğuracak üstün bir idrak, ruh yüceliği ve bilgelik… Yazarın kitabına aldığı şu alıntı ve değerlendirmeler aslında her şeyi gösteriyor: “Emekli olduktan sonra ‘Beni Bursa’da küçük bir camide imam yapmazlar mı?’ diyerek bir özlemini dile getirmişti. Böyle bir şeyin olmayacağını biliyordu muhakkak, fakat besbelli ki o son demlerinde Bursa’da ilk Osmanlı atalarının ruhaniyeti ile birlikte olmak istiyordu.

Kitapta Topçu ile ilgili pek çok ayrıntı var. Bunlardan biri yazdıklarının içinde en çok beğendikleri. Öğrencilerine hasta yatağında en çok hangi kitabını sevdiklerini sorar. Öğrencilerin verdiği cevapların hiçbiri en çok sevdiği yazıları değildir. Kendisi Taşralı adlı hikaye kitabının sonlarındaki birkaç yazı der. Bunlar: “Yıldırımın Huzurunda”, “Mahşer”, “Büyük Mahkeme” ve “Ebedi Hayat.” Bu yazılar onun iç tecrübelerine dayanan, ebediyetle temas kurduğu yazılar. İçinde felsefe, sosyoloji ya da herhangi bir bilimin va’zettiği hiçbir şey yok. Tamamen ferdi tecrübe ve iç yolculuğa dair yaşantılar.

Nurettin Topçu’yu tanımak

Kitabın “Düşünce Dünyasından Bir Demet” adlı bölümünde Topçu’nun fikri temelleri yedi esas halinde okuyucuya sunuluyor. Bunlar: Mes’ul İnsan, Karakter Adamı, Yeniden Doğuş İdeali, Köklerde Uyuyan İnkılâp, Tarih ve Toprak Şuuru, Kültürün Emrinde Teknoloji, Milli İktisad Nizamı. Bu esaslar üzerinde düşünülmesi gereken, kısa vadeler için bir şey önermeyen esaslar. Yaratılış, yaşayış, ölümün birbirinden ayrılmadığı iç içe girdiği önermeler. Bunları tam anlayabilmek için İslam’ı, İslam tasavvufunu, tarihimizi, medeniyetimizi, modern dünyayı, kapitalizmi, sosyalizm, liberalizm, komünizm gibi ideolojileri bilmek gerekir. Aynı zamanda Nurettin Topçu’yu tanımak da… Çünkü kopyala yapıştır mantığı ile meseleye baktığımızda Topçu’yu hiç de olmak istemediği yerlere koyabiliriz. Zaten bu tehlike de yaşanmıyor değil. Mesela onun “Anadolu ya da İslam Sosyalizmi”, bütün dediklerimizden kopuk olarak değerlendirildiğinde yanlış anlaşılabilir. O, katı bireyciliğin, ruhsuz materyalizmin karşısında toplumsallığı, cemaatçiliği benimser. Servetin, malın tek elde birikmesi yerine bunların topluma dağılmasından yanadır. Yoksa seküler bir ideoloji olan sosyalizmin müridi değil. İslam’ın kanatları altında bir sosyalizm. Aynı ırkçı bir anlayışın uzağında milliyetçi olmasının karıştırılması gibi… O daha çok vatan, toprak milliyetçiliğini vurgular. Onun söyledikleri sadece kendi ırkına mensup olanlar için değil. Evrensel konuşur. Bütün insanların dertleriyle dertlenir.

Aynı tehlike Civelek’in de işaret ettiği gibi Topçu’nun Hitler’le ilgili düşüncelerinde de ortaya çıkıyor. Topçu gibi bir merhamet savaşçısı, insan sevgisi dolu bir şahsiyet Hitler hayranı gibi sunuluyor. Nurettin Bey Batı’nın dünyaya baş belası olarak getirdiği milliyetçilik anlayışından hazzetmez. Onların dünyamıza kötü bir sürprizi olan I. ve II. Dünya savaşlarından nefretle bahseder. Güç devşirmek, başkalarını sömürmek için girilen bütün mücadeleleri lanetler. Yani “Hitler hayranı” olması kendini yalanlaması anlamına gelir. Hatta Hitler için “İdeali hülyaya çiğneten adam” ve “kuvvet müdahanecilerinin galipken övdüğü, mağlupken yerin dibine batırdığı adam” der. Muzaffer Civelek’in dediği gibi Hitler’in şeytanlaştırılması Yahudilerin kendi melanetlerini, insanlığa karşı zulümlerini örtmek istemelerinden. Bu ırkçı, militarist zalimin resminin Nurettin Hoca’nın evinde bulunması Yahudilerin bu cinliğine, gerçekleri saptırmalarına bir sembolik isyan olabilir. Sinemadan tutun edebiyata kadar her yerde dönem dönem Hitler’in Yahudilere yaptıkları abartılı bir şekilde insanlığın üzerine boca edilir. Asıl Yahudi zulümleri perdelenir. Nurettin Topçu, Yahudi zihniyetinin para ile birleşen gücüne karşı duran milli ve insani duruşlara sempati besler.

Türk milletine yitirdiğinin ne olduğunu işaret etti

Çağdaşlaşmanın, sanayileşmenin, kapitalistleşmenin dünyamızı cehenneme çevirmesinin günümüzdeki kadar kesif olmadığı bir dönemde yaşayan Nurettin Topçu, yaşadığı dönemlerin ötesini görebildi. O dönemin hayhuyunda ve ideolojik kamplaşmalarında ortaya koyduğu üçüncü yol dikkate alınmadı. Türk milletine yitirdiğinin ne olduğunu işaret etti. Yıpranmış, dönüştürülmüş kavramların asliyeti için mücadele etti. Ne yazık ki onun söyledikleri, korkuları, tereddütleri siyasada makes bulmadı. En okumuş yazmışından en mekteplisine kesif bir cehaletin içindeyiz. Yozlaşma, çöküntü had safhada. O, bunu yıllar önce görmüştü. “Bu memlekette kâfi paranız varsa Galata Köprüsünün üstünde bir ev yaptırabilirsiniz.” diyerek bu çürümüşlüğü dillendirdi. Zamanında dindar insanlar da teknolojinin, makineleşmenin büyüsüne kapılmışlardı. Hatta Gümüş Motor fabrikasının bacasına hem Nurettin Topçu’nun hem Mehmet Zahid Kotku’nun hem de Erbakan’ın şeyhi Abdulaziz Bekkine Hz. resminin konması kararlaştırılır. Topçu buna karşı çıkar. Bugün yaşasaydı, içinde bulunduğumuz durumu görseydi ne derdi acaba?

Bir Anadolu dervişi edasıyla yaşadığı asrın dalkavuğu olmayan Nurettin Topçu, bir ömür Allah’a açılan kapıyı aradı ve hayatın gayesinin de bu kapıyı aramak olduğunu gösterdi. Bütün mevcut yolların yanında yeni bir yolun var olduğunu da…

Muzaffer Civelek, Kırk Yıl Sonra Dün Gibi Nurettin Topçu, Dergah Yayınları

 

Muaz Ergü

YORUM EKLE

banner36