Yasmin Mogahed: Üzülme, Allah bizimle!

Fırtınanın ortasında olsa da henüz kurtulamamış ve hala acılarının içinde olsa da Allah’ın rahmetinden ümit etmeye devam eder, mümin... Mümin üzgün olabilir ama Allah’ın rahmetinden asla ümidini kesmez. Kendim ve sizler için “Estagfirullah” diyerek Allah’a tevbe ediyor, günahlarımızın affını diliyorum. Rabbim çok bağışlayandır.

Yasmin Mogahed: Üzülme, Allah bizimle!

Benden “La tahzen innallahe meana: Üzülme, Allah bizimle beraberdir.” kavramıyla ilgili konuşmam istendi. Ümitsiz olma, üzgün olma, umudunu kaybetme Allah bizimle…

Buna değinmeden önce; Allah yolunda bizleri ümitsizliğe düşürebilecek bazı şeylerden bahsetmek istiyorum.

Kendini hoşlanmadığın bir durumda bulduğunda, değiştirmek istediğin bazı şeyler olduğunda, herhangi bir problemi düzeltmeden önce doğru bir şekilde teşhisi koymalısınız. Bir problemi teşhis edebilmek için de ancak doğru bir görüşe sahip olmalısınız. Bu durumda günümüzdeki görme türünden farklı olan bir görüşten bahsedeceğim. Basira denilen daha derin bir görüşten… Basira içgörüdür, basira kalp gözüdür. Basira; kendi gözlerimizle göremediğimiz dünyayı görme ve anlama yeteneğidir. Çünkü birçok insan fiziksel gözleriyle mükemmel bir vizyonuna sahip olabilir ama kalbin gerçek görüşüne tamamen körüz.

Allah Teâlâ şöyle buyurur: Ama gerçek şu ki gözler kör olmaz; lakin göğüsler içindeki kalpler kör olur.

Bakın, çoğumuz dünyayı fiziksel gözlerimizle ve zihnimiz aracılığıyla anladığımıza ve kavradığımıza inanıyoruz. Ancak Allah bize diyor ki: Kalp, dünyayı görmemizi sağlayan, dünyayı kavrayıp anladığımız bir araç. Bu yüzden Allah Teâlâ buyurur ki: “Kalpleri var, fakat anlayamazlar.” Kalpleri var bununla akıl yürütmüyorlar… Kalplerimiz bu dünyayı nasıl anlamamız gerektiğini gösteren bir araçtır. Ve eğer kalp sapmışsa, örtülüyse, düzgün bir şekilde çalışmıyorsa o zaman etrafımızdaki gerçekliği anlamamız ve görmemiz düzgün olmayacaktır. Bu nedenle Allah bizi bu körlük hakkında uyarıyor.

Bu körlük, kalbin kör olduğu bir körlük

Şu anda çok fazla kafa karışıklığı olan bir durumla karşı karşıyayız. Şu an etrafımıza baktığımızda karanlık görünüyor ve hangi yöne gideceğini bilmek zor… Farklı insanlar farklı şeyler söylüyor. Kime inanmalıyım? Hangi grubu takip etmeliyim? Hangi web sitesini okuyabilirim? Çok fazla kafa karışıklığı var… Evet, ilim aramamız lazım ve evet ilim ehlini aramamız lazım ama size şunu söyleyeyim: Bu odanın her yerinde kör edici bir ışık olsaydı ancak gözlerinizi sizler bağlasaydınız, ışığı görebilecek miydiniz? Cevap hayır, göz bağlarınızı çıkarmadan gözünüzün önündekini gerçekten göremezsiniz. Yani bu, hiç kimsenin senin için yapamayacağı bir rol. Dünyanın en harika öğretmenine sahip olabilirsiniz ama bu, Allah ile bireysel olarak yapmanız gereken iştir.

Ve lenslerinizi cilalamak zorundasınız. O lens kalptir. Kalp, dünyayı nasıl görebileceğinizdir. Kalbe iyi bakmalısın ki o, ışığı alabilmek için yeterince sağlıklı olsun. Çünkü göz bağını kaldırmazsan ışık gözlerine ulaşamayacak... Ve kalp, ışık almaya hazır olmadığı sürece, kalp hazırlanmadıkça, temizlenmedikçe ve almaya muktedir olmadıkça; dünyadaki tüm ışıklarla çevrili olabilirsin, en bilgili öğretmenlerle çevrili olabilirsin ama yolunu göremezsin. Ve bu bireysel olarak yapmamız gereken bir şey. Kalplerimizi öyle bir temizlemeliyiz ki gördüğümüz şeyleri gerçekte olduğu gibi görebilelim.

“Allah’ım! Bize hakkı hak olarak göster ve ona tabi olmayı bize nasip eyle! Batılı da batıl olarak göster ve bize ondan gereğince uzak durmayı nasip eyle!” (Hadis-i Şerif)

En büyük problemlerden biri ve ilki, gördüğümüz şeylerin ne olduklarını anlayamıyor olmamız. Kafamız karışık. Doğruyu yanlıştan, siyahı beyazdan, yukarıyı aşağıdan ayırt edemiyoruz. Ve merceği temizleyene kadar da problemi teşhis edemeyeceğiz.

Öncelikle merceği temizlememiz ve onu korumamız gerekiyor. Tam şu anda; sizi ve kendimi uyarıyorum. Benim için Kur’an-ı Kerim’deki en güçlü hikâyelerden biri, Hz. Musa’nın (a.s.) Kızıldeniz’in önündeki hikâyesidir. Bu hikâyenin içinde sanki tüm durumumuzu açıklayan bir anlatı varmış gibi hissediyorum. Zorluklarla karşılaştığımızda verdiğimiz tepkiler… Allah Teâlâ bize bu hikâyede farklı insanların aynı olaya veya aynı dış engele verdikleri tepkileri karşılaştırarak gösteriyor.

İki topluluk birbirini görünce Musa’nın arkadaşları, ‘Eyvah yakalandık’ dediler.” (Şuara Suresi, 61)

Musa (a.s.), firavundan kaçmaya çalışırken arkasından ordusuyla gelen bir firavun var. Hz. Musa ve kavmi, önlerindeki Kızıldeniz’i görüyorlar ve arkalarında firavun ordusu... Bu bir süper güç ordusu… Onlar ise bir grup köle ve şimdi çok çok zor bir durumla karşı karşıyalar.

Bu doğal bir tepki ama şimdi size inanılmaz bir şey söylemek istiyorum: Hz. Musa’nın tepkisi. Hz. Musa da aynı durumda ve aynı duruma bakıyor. Ama ‘Basira’ kalbi başka bir şeye bakıyor ve odaklanıyor. Ve ‘Kale kella’ diyor. Yani “Hayır kesinlikle hayır”. Bildiğiniz gibi ‘kella’ kelimesi çok vurgulu bir hayır, kesinlikle hayır.

“Musa, ‘Hayır! Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir’ dedi.” (Şuara Suresi, 62)

Bu hikâyeyi bu kadar sevmemin nedeni, bu hikâyenin sadece bir hikâye olmaması…

Allah’ın fiilen, “İnne fi zalike le ayeh: Doğrusu anlayanlar için bu kıssada büyük bir ders vardır” demeye devam ettiğinin işaretidir. Bu gerçekten bir işaret ama çoğu insan almıyor ve çoğu insan anlamıyor. Sen ve ben asla arkamızda bir orduyla büyük bir su kütlesinin önünde olmayacağız! Ama kendimizi kapana kısılmış hissettiğimiz durumlara düşeceğiz… Bir çıkış yolu görmediğimiz durumlara düşeceğiz. Belki de şu anda öyle hissediyoruz. Politik olarak böyle hissediyoruz, sosyal olarak büyük ölçüde böyle hissediyoruz. Ama burada çok güçlü olan şey, Hz. Musa’nın (a.s.) nasıl bu şekilde cevap verebildiğidir. Nasıl hayır diyebildi? Yenilmeyeceğiz hayır! Sarsılmayacağım, hatta yenileceğimiz konusunda endişelenmiyorum bile!

Cevap şu ki: Odak noktası, problemin üzerinde değildi! Odak noktası, ne Kızıldeniz ne de ordu değildi. Odak noktası Allah’tı. “Kuşkusuz Rabbim benimledir. Bana yol gösterecektir.” dedi.

Allah bize sonsuz bir ders veriyor. Kapana kısılmış gibi hissettiğimiz durumlara düşeceğiz... Bu imkânsız görünen durumlara gireceğimize dair bir söz... Hz. Musa içine düştüğü durumdan nasıl çıkacağını bilmiyordu, insanlar denizleri ikiye bölerek dolaşmıyorlardı.

Bu normal bir olay değildi ama yine de endişelenmedi. Bizim içinse... Bizim için söylemesi kolay, oh, sorun değil çünkü bir A/B/C/D planım var. Nasıl olacağını tam olarak bildiğimizi düşündüğümüz durumlarda tamam… Ama nasıl olacağı hakkında hiçbir fikrin yokken de Allah’a güveniyorsan; bu tevekküldür.

Hz. Musa biliyordu ki Allah benimle ve bana doğru yolu gösterecek! Şimdi diyeceksiniz, peki ya üzerimize düşeni yapmaya ne dersiniz? Bu hikâye hakkında bu kadar güzel diğer bir şey: Bunca olumsuzluğa rağmen kesin olan şu ki Allah onu kurtaracaktı. Ama Allah yine de Musa’dan harekete geçmesini istedi. Ondan bir şey yapmasını istedi: Asasını alıp denize vurmasını istedi. Harekete geçmesi istendi.

Bizden tevekkül sahibi olmamız isteniyor ama tevekkül hareketten ayrı değildir. Birlikte gitmek zorundalar! Akıl ve tevekkül; Peygamberimizin dediği gibi devenizi bağlayın ve aynı zamanda Allah’a güveninizi ortaya koyun. Ayrı olduklarını düşünmeyin! Bunun, deveni bağla ve sonra Allah’a tevekkül et olarak tercüme edildiğini çok sık duyuyorum. Öyle demiyor! Akıl ve tevekkül diyor, adama, Peygamber Efendimiz (s.a.). İkisi eşzamanlıdır.

Kendi eylemciliğimize güveniyoruz ve istediğimiz sonuçları tam olarak görmediğimizde umudumuzu kaybediyoruz. “İşte şimdi yakalandık.” yenileceğiz gibi bir tavrımız var. Ama görüyorsun Allah’a tevekkül edersen, ne olursa olsun, Allah’ın arkanda olduğunu bilirsin. Hz. Musa (a.s.) ile olan da buydu. Denize vurması söylendi, o yüzden harekete geçiyor. Bu çok önemli bir nokta.

Şimdi size, ‘Git büyük bir değnek ya da büyük bir sopa al ve vur Michigan’a desem… Bölünmeyecek! Neden? Çünkü sonuca neden olan Hz. Musa’ya bunu Allah’ın söylemesi idi. Bu, onun ibadetinin bir parçasıydı. Aktivizmimizle ilgili yaptığımız her şey ibadetimizin bir parçası olmalıdır. Ama açılımımızın, kurtuluşumuzun; eylemlerimiz sayesinde olacağını asla zannetmemeliyiz. Anlamamız gereken çok çok önemli nokta şu ki: Bizi kurtaran sadece Allah’tır. Bir şeylerin açılmasını sağlayan sadece Allah’tır. O; el-Fettah: Ben el-Fettah değilim, sen el-Fettah değilsin… Bizler organizasyonel olarak el-Fettah (iyilik kapılarını açan, darlıktan kurtaran) değiliz. Biz şartlarımızı değiştiremeyiz, Allah şartlarımızı değiştirir. Ama burada değişim formülüyle ilgili çok önemli bir nokta var.

Şüphesiz ki bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah'tan başka hiçbir yardımcı da yoktur.”

Bir toplumu oluşturan fertler kendi iç dünyalarındakini değiştirinceye kadar, Allah onların oluşturduğu toplumu değiştirmez. Yapmamız gereken ama aynı zamanda asla umutsuzluğa kapılmamamız gereken bir çarpıcılık var. Aynı zamanda tavır almalıyız.

“Musa: ‘Hayır, endişelenmeyin! Kuşkusuz Rabbim benimledir. Bana yol gösterecektir.’ dedi.”

Bu son derece önemli ve söyleyeceğim şu ki: eğer soruna çok fazla odaklanırsanız Beni İsrail’in tepkisini göstereceksiniz. Çünkü her konuştuğumuz şey sorunsa, tek düşündüğümüz sorunsa, tüm paylaştığımız sorunsa, tartıştığımız tek şey sorunsa o zaman olan şey şudur ki: bu psikolojik olarak da bir gerçektir; her neye odaklanırsan o şey büyür. Bu yüzden Allah bize zikir üzerinde yoğunlaşmamızı söylüyor. Allah’ı anmaya ne kadar çok odaklanırsak Allah’ın hayatımızdaki önemi o kadar artar. Ama eğer yanlış giden herhangi bir şeye odaklanırsak, umutsuzluğa düşeceğinize eminim! Sorun büyüyecek çünkü odak noktanız haline geliyor.

Hz. Musa’nın odak noktası ise çok farklı bir odak noktası: “Doğrusu Rabbim benimledir ve bana doğru yolu gösterir.” Evet ben üzerime düşeni yaparım. Ama üzerime düşeni yaparken kalbim Allah’a bakıyor. Kalbim probleme bakmıyor. Evet, ibadetimin bir parçası olduğu için üzerime düşeni yapıyorum ama odak noktam Allah’tır. Ve odak noktanız Allah olduğunda umutsuzluğa kapılmazsınız çünkü Allah’ın size sahip olduğunu bilirsiniz, bu son derece önemlidir.

Allah’a giden yolda başımıza gelen veya bizi yoldan çıkarabilecek bir diğer şey ise: Mesela, araba kullanan birini düşünelim. Yoldan çıkmanın iki yolu var. Biri: Yakıtınız bitebilir. Araba kullanıyorsanız ve benzin doldurmak için durmazsanız ne olacak? Yakıtınız bitecek ve hedefinize varamayacaksınız. Tıpkı bir arabanın yakıt ikmali yapması gerektiği gibi sizin de yakıt ikmali yapmanız gerekir. Sürekli bir ruhsal yakıt ikmali kaynağınız yoksa yanarsınız. Ve bu, birçok aktivistin düştüğü hatalardan biridir. Herhangi bir çalışan, bir anne ve aktivist, bir öğretmen, herhangi biri. Eğer içsel bir yakıt ikmali kaynağı yoksa… İçini Allah’la yeniden doldurmaya zaman harcamalısın! Çünkü buna sahip değilseniz, devam edebilmenizin bir yolu yok. Arabanın, benzini bittiğinde yola devam edememesi gibi.

Araba sürerken yoldan çıkmanın diğer bir yolu da kaza yapmaktır. Çarpabilirsiniz veya bir şey gelip size çarpabilir. Yapabileceğiniz şey; barınağımızı ve sığınağımızı kontrol etmektir. Ümmet olarak sağlam bir temele ihtiyacımız var. Allah’ın Kur’an’da bu konuda söylediği gibi köklerimizin daha sağlam olması gerekiyor. İbrahim Suresinde “Sağlam ağaç, iyi ağaç ve kötü ağaç” arasındaki fark bu: “Kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir.”

Ağaçlarla ilgili şaşırtıcı olan şey, bir ağaç ne kadar uzunsa köklerini toprakta o kadar derine sokmak zorunda. Gökyüzüne doğru ne kadar yükselirse, o kadar derine kök salacak ve kökleri o kadar geniş olacaktır. Bu nasıl olmamız gerektiği ile ilgili... Ümmet olarak… Biri üfleyip püflediği anda yıkılanlar gibi olamayız. Kökleri derinde, sağlam meşeler olmalıyız. Evet, havalar kötü olacak. Evet, büyük kötü kurtlar üfleyip püfleyecek ama sağlam köklerimiz varsa bu bizi yok edemez.

Peki, bu sağlam kökleri nasıl yapacağız?

Bu bireysel ve toplu olarak yapmamız gereken bir iştir. Ancak Allah ile olan ilişkimize geri dönmeliyiz. Allah’ın kitabı ve Peygamber Efendimizin sünnetleri… Bunları anlamaya ve bu ilişkiyi inşa etmeye geri dönmeliyiz çünkü Allah, böyle şeylerin geleceğini bize söylüyor. Allah bize bunu Kur’an’da söylüyor: Yoksa sizden öncekilerin çektikleriyle karşılaşmadan cennete girebileceğinizi mi sandınız? Onlar öylesine yoksulluk ve sıkıntı çekmişler, öyle sarsılmışlardı ki peygamber ve yanındakiler, ‘Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?’ demeye başladılar. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara Suresi, 214)

Allah’ın bize işaret üstüne işaret; ders üstüne ders verdiği şeyler var. Sadece dünyayı bile incelersek…

Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır. Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. ‘Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru’ derler.” (Âl-i İmran Suresi, 190-191)

Görüyorsunuz, etrafımız işaretlerle dolu. Ancak bu işaretler sadece belirli bir grup insan tarafından anlaşılacaktır.

Peki bu bir grup insanlar kim?

Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. ‘Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, Seni eksikliklerden uzak tutarız.’ derler.

Biz sadece uygun olduğunda Müslüman olan bir halk olamayız. Allah’ı sadece bilen, sadece uygun olduğu zaman dua etmek için ayağa kalkan bir toplum olamayız. Çünkü ne var biliyor musunuz, bu insanlar hayatın her anında, her koşulunda; ayakta, güçlü olduklarında, otururken, belki çok değilken ve yanlarına yatarken dahi Allah’ı zikrederler.

Hayatın her anında Allah’ı anmak… Böyle olmadıkça göklerin ve yerin ayetlerini okuma ve anlama kabiliyetine sahip olamayız. Evrenin her yerinde, baktığınız her yerde tekrar tekrar bulacağınız o işaretlerden biri; Allah’ın tasarımı, büyümenin ve değişimin zaman almasıdır. Büyüme ve değişim zaman alır. Bir çocuk, bir bebek… Allah’ın bir haftada bir çocuğu geliştirme yeteneği vardır. Ama Allah onu öyle tasarlamıştır ki 9 ay, bazen de sancılı aylar sürer. Bunlarda bir işaret var. Bir meşeyi bir yıl içinde büyütebilirdi. Ama Allah öyle tasarlamıştır ki bu ağaçların o yüksekliğe ulaşması bazen yüzlerce yıl alır. Allah bize değişimin zaman aldığını, büyümenin zaman aldığını öğretiyor. Hatta değişen hiçbir şey yokmuş gibi görünebilir. Ağaca bakıyorsunuz, gerçek bir değişiklik görmüyorsunuz. Zaman alıyor… Değişiklik meydana gelmeden önce gerçekleşen bir süreç var.

En sevdiğim hikâyelerden biri de imkânsız bir durumda olan bir kadının hikâyesi… Hz. Hacer… Bir çölün ortasındaydı ve bir çocuğu vardı. Etrafta kimse yoktu. Ne yaptı? Bakın, bu kadın Allah’a tevekkül etti; fakat oturup gökten su düşmesini beklemedi. Kalktı, çabaladı, koştu. Safa’dan Merve’ye koşarak su aradı. Burada onun hikâyesi hakkında beni gerçekten etkileyen şey şu ki: Safa’ya baktıktan sonra su bulamadı yani hiçbir şey görmüyor. Merve’ye gidiyor. Hiçbir şey görmüyor… Şimdi zaten denedi. Bizler ne yapıyoruz? Bir şeyi denediğimizde ve işe yaramadığında? Genelde ne yaparız? Pes ederiz. O, pes etmedi. Daha önce kontrol ettiği yere geri döndü. Vazgeçmiyor. Tekrar geri gidiyor. Bunu bir kere yapmıyor, iki kere yapmıyor… Yedi kez yapıyor! Bu o kadar güçlü ki bir şey ki Allah bize de öğretiyor. Bu, Allah’ın sünnetlerinden biridir.

Bazen bilirsiniz, değişim ve büyüme, sadece zaman almakla kalmaz, devam ettirmek zorunda olduğunuz bir tekrarı gerektirir. Neden tekrar? Neden bu kadar çok kayıt? Neden günde beş kez? Çünkü Allah bize değişimin ve büyümenin sabırla, tekrarlama ve sebat yoluyla olduğunu öğretiyor. Yani işe yaramadığı için pes eden bir insan olamayız. Zaten denediğimiz hiçbir şey işe yaramadı, vazgeçelim diye düşünürsek dayanıklı, güçlü insan ve toplumlar olmalıyız.

Bu bir sürat koşusu değil, kesinlikle bir maraton. Dayanıklılık göstermeliyiz

Bir şeyler yolunda gitmediği anda vazgeçmemeliyiz.

Son olarak şunu söylemek istiyorum. Allah’a giden yolumuzun bir kısmı Yaradan ile olan ilişkimiz, bir kısmı da yaratılanla olan ilişkimizdir. İlkelerden biri budur. Tekrar tekrar bu ilke bize söylendi: Eğer bir insan başkalarını önemsemezse, başkalarına merhamet etmezse, o zaman Allah tarafından merhamet edilmez. İnsan yaratılana merhamet ederse Yaradan da ona merhamet eder. 

Eğer bir insanın yaşadığı bir zorluğu alırsan, bilirsin, o zaman Allah senin bu hayatta ve ahirette yaşadığın bir zorluğu kaldırır. Sen kardeşine yardım ettiğin sürece Allah da sana yardım etmeye devam edecektir. Bizler şefkat ehli olmalıyız, merhamet ehli olmalıyız. Başkalarının mücadelelerini önemsemeliyiz, bu da imanımızın bir parçası. Toplumun bir parçası olmalıyız ve başkalarının acılarını ve mücadelelerini önemsemeliyiz. Bunun ön saflarında yer almalıyız. Bu bizim dinimizin bir parçasıdır. Yanlış bir şey gördüğünde, onu değiştirmeye çalışman gerekir ve eğer bunu yapamazsan, en azından kalbinden nefret et. Ve bu, imanın en zayıfıdır. Kalbimizde ondan nefret bile etmiyorsak o zaman bu, imanımızla ilgili bir problemdir.

Şefkat ve umut insanı olmalıyız. Allah Kur’an’da bize tekrar ve tekrar mücadeleyle karşı karşıya kalacağımızı bildirmiştir.

Şununla bitireceğim ki en sevdiğim dualardan biridir. İnançlı birinin zorluk karşısında nasıl durması gerektiğini ifade eder.

Bir müminin zorluk içindeki duruşu nasıl olmalıdır?

Bunu Eyyub aleyhisselamdan öğreniriz. Mücadele üstüne mücadele, imtihan üstüne imtihandan geçmişti. Sıhhati imtihan edilmiş, malı, ailesi imtihan edilmiş… Izdırap içinde Allah’a niyazda bulunur ve şöyle der: “Şüphesiz ki ben derde uğradım, Sen ise merhametlilerin en merhametlisisin.”

Bunun beni bu kadar etkilemesinin nedeni, bir yandan acısını kabul etmesi, bunun zor olduğunu kabul etmesi; diğer yandan ise asla ümit kesmemesi. Gerçekten “başıma musibet, felaket, meşakkat geldi” diyor. Rol yapmıyor, acısını kabul ediyor ama aynı nefeste Allah’ın rahmetinden emin ve umut dolu. Çünkü O, merhametlilerin en merhametlisi… Fırtınanın ortasında olsa da henüz kurtulamamış ve hala acılarının içinde olsa da Allah’ın rahmetinden ümit etmeye devam ediyor.

Mümin üzgün olabilir ama mümin Allah’ın ümidinden ve rahmetinden asla ümidini kesmez.

Kendim ve sizler için “Estagfirullah” diyerek Allah’a tevbe ediyor, günahlarımızın affını diliyorum. Rabbim çok bağışlayandır. “Allah’ım! Seni her türlü noksanlıklardan tenzih eder, hamdimi Sana takdim ederim. Senden başka hiçbir ilah bulunmadığına şehadet ederim. Senden mağfiret diliyor ve Sana tevbe ediyorum.”

Allah’ın selamı ve bereketi üzerinize olsun.

YORUM EKLE