Babamın mesleği icabı deniz kıyısında bir hastanede gelmişim dünyaya. Siz de gözünüzü deniz kenarında açtıysanız, ilk çığlığınız dalga seslerine karıştıysa, deniz çocuğuysanız şayet, o vakit denizin kıyısında yaşamak; sabah ilk günaydını denize söylemek nasıl bir önem taşır bilirsiniz. Oysa annem bunun tam tersi, bir “dağlar kızı”ydı… Çünkü gözlerini bir dağ köyünde açmıştı dünyaya. Mavi bana nasıl tesir ediyorsa, başı dumanlı dağlar da ona aynı şeyi yapardı. Diyeceğim şu ki, bu dünyada ilk kimi, ilk neyi gördüğümüzü “hatırlamıyoruz” zannetsek de bir hatırlayan var bizde, bizden öte… İlk görüşte âşık olmuşuz, kimimiz dağlara, ormanlara, kimimiz masmavi denizlere…
Gelelim bizim zekatı ödenmiş sevgili balkonumuza…
Sekiz dokuz tane çam ağacının arasından size masmavi bakan denizi görürsünüz. Çamlardan bazılarının gövdeleri, (can dostumun tabiri ile) saran âşıklarca sarılıp sarmalanmıştır. Aralarında, Ege’nin olmazsa olmazı birkaç zeytin ve limon ağacını, kayısı ve muz ağaçlarını, gülleri, melisaları görürsünüz. Bu yeşillik deryasının dışında, fazla yakın sayılmayacak mesafede üç beyaz ev vardır. Bizim onların görüş alanında olmamamız Allah’ın bir lütfudur. Bir tanesi dışında!
O güne kadar, “balkonumun zekatı”nı, manzarayı dostlarla paylaşmak olarak düşünürdüm
Geçen gün o bir tane evin, balkonumuza bakan mutfak kapısında yaşlı bir adam dikkatimi çekti. Aslında dikkatimi çeken kendi değil, bizim balkona bakıyor olmasıydı. Biraz daha dikkat edince kendisini gizlemeye çalışarak, çam dalları arkasına saklanarak, hasılı türlü pozisyonlara girerek bizi izleme gayretinde olduğunu fark ettim. Emin olmak için, birkaç saatimi onu takibe ayırdım. Evet, gidip gelip aynı şekilde bakmaya devam ediyordu. Uzaktan anlayabildiğim kadarıyla yetmişli yaşlarda vardı. Huzurevi tecrübelerim beni bu duruma şaşırmaktan alıkoydu. Zira “Allah” demeden yaşlanan insanların, gençken neyse, yaşlanınca da öyle kaldıklarını çok görmüştüm.
Hemen içeri girdim. Nasıl “canım sıkılmadı” diyebilirim? Bal gibi sıkıldı. Allah’tan bir yol göstermesini istedim. Hemen hazırlanıp, bir taşla iki kuş vurmak niyetiyle çarşıya çıktım. Balkonun o kısmına branda bir perde diktirip, aynı gün taktım. Amacım; mahremiyetimizi ondan korumaktı. Aslında bir yandan, yaşlı adamı da kendinden korumak istemiştim. Ahir ömründe zarar hanesini hâlâ kabartıyor olması gerçekten acı vericiydi. Hidayet istediğimiz dualara onu da aldık… Hucurat Suresi’nin on ikinci ayetinin baş kısmında sakınılması gereken bu haller açıkça ifade edilir; zan, tecessüs, mahremiyet araştırmak… Allah bizleri mahremiyet araştırmaktan, tecessüsle bakmaktan ve suizandan muhafaza etsin.
Tedbir, takdirde varsa alınırmış ya, bu noktada, o bir çift meraklı gözü fark ettiren Rabbime şükürden acizim. Allah cümlemizi kem gözlerden muhafaza etsin. Dahası, kem bakan gözleri güzel bakmaya yönlendirme fırsatı versin bize... “Kalpler, Rahman’ın iki parmağı arasındadır. Onları istediği gibi çevirir.” diyen Allah Resulünün yolundan ayırmasın. Kalpleri çeviren Allah’ım, kalbimizi dini üzerine sabit kılsın.
O güne kadar, “balkonumun zekatı”nı, manzarayı dostlarla paylaşmak olarak düşünürdüm. Bir mertebede doğruymuş. Başka bir mertebede ise balkonumun zekatı; kul ile günahı arasına perde germekmiş.
İnce hesap yapman gereken bir yer daha var
Oysa zekat dediğimiz zaman akla, doğal olarak para gelir/gelmeli. Aman gelsin! Unutmaktan Allah’a sığın Zeynep. Geçende bir tanıdığım, zekat hesaplamak hakkında bir soru sordu bana… Bu arada belirtmek isterim ki, şayet yaşadığınız yerde “görüntü olarak” İslam kadını sayısı az ise, saf kalpli, samimi ama dinin hükümler kısmına bugüne kadar (şimdilik) uzak düşmüş kimselerce fetva makamı zannedilebiliyorsunuz. Onların zannetmesi bir şey değil. Allah, kişinin kendini, bu zanna kapılmaktan korusun. Neyse soruya geleyim; “zekat kırkta birdi değil mi?”
Soru sahibini yetkili mercilere yönlendirdikten sonra düşünmeye başladım. Takındığı hassasiyet çok güzeldi. İnceden inceye hesaplama isteği… En azından, cebindeki paranın içinde, kendine ait olmayan bir miktarın mevcudiyetini bilmesi ve gereğini yerine getirmeye çalışmasıydı güzel olan.
Kendime döndüm. “Korkma Zeynep” dedim. Kırkta biri geçmekten korkma. Kırkta iki, kırkta üç, beş, on, neyse artık… Kırkta birin üzerine çıkmaktan korkma. Senin cebini sen bilirsin. Verirken bu kadar ince hesap yapma. Alırken yap! İnce hesap yapman gereken bir yer daha var; düşüncelerinde, hal ve hareketlerinde, insanlarla, hayvanlarla, bitkilerle, senelerce “cansız” zannettiğin taşla, toprakla münasebetlerinde ince hesaplar yap. Âleme karşı nazik ol. Âlemin hakikati sarssın, kendine getirsin seni. Güven Allah’a! Korkma, kırkta iki verirsen günahı yok. Ama sana senin gönlünden fetva veren imam ne diyor? Ocağında pişen yemeğin kokusunun zekatı var; komşunu unutma. Çarşı pazar gezmenin zekatı var; esnafa dua etmeyi unutma. Hastane önünden geçmenin zekatı var; şifa duasını unutma. Yürüyebilmenin zekatı var; yürüteni unutma…
Demek yaptığınız yardımı unutmadın ha?!
İki dostum, kapılarında “özel mülk” yazan, büyük bahçeli malikanelerin önünden arabayla geçiyorlarmış. O muhteşem malikanelerin hemen yanında tenekeden küçücük bir kulübe görmüşler. Biri “Ayy” demiş, “Kolunu gördüm. Çok zayıf bir adam vardı içeride.” Diğeri bir yandan arabayla kulübeden uzaklaşırken, bir yandan da sitemkâr bir ses tonuyla; “Bu özel mülklerin sahipleri onun varlığından haberdar mı acaba?” demiş. Diğeri; “Bunu özel mülk sahipleri düşünsün. Biz onu gördük ve nasıl olduğunu bile sormadan yürüyüp gidiyoruz” demiş. Soruyu soran hemen arabayı çevirmiş; “O zaman yanına gitmek lazım.” “Evet ama böyle değil” demiş diğeri… Önce bir markete uğramışlar. Sonra barakaya… Yarım saatlik gezintilerinin, gözlerinin ve ahlaklarının zekatını vermiş, yollarına öyle devam etmişler.
Bana bunu anlatan dostuma “Demek yaptığınız yardımı unutmadın ha?!” diye takıldım. “Hangi yardımı?” dedi. “Kulübenin içinde hakikatte kimin olduğunu göstererek, Allah’ın bize yaptığı yardımı mı söylüyorsun? Unutmadım.” İyi ki dostuna takıldın Zeynep, sen de aldığın bu cevabı unutma dedim kendime.
Allah cüzdanlarımızın zekatı gibi; azalarımızın, aldığımız nefesin, hatta balkonlarımızın zekatını vermeyi nasip etsin. Onları vermeden imanımızın zekatını vermiş olmayacağımızı unutturmasın.
Balkonlarınız kırlangıçlara yuva olsun.
Zeynep İnan
dunyadayken faydalandigimiz nimetlere sukretmenin yollarindan biri olan zekatin inceligini buldum yazinizda yureginize saglik.