Ramazan ayı geldi; ey ay yüzlü dost! Sofrayı topla, yükselme yolunu aç. Helvayı bir görüşün şundan ötürü seni tatlandırıyor ki; bal sana “Efendi, ben senin toprağınım” diyor. Ey hercai boşboğaz! Ne vakte kadar helva isteyeceksin? Dön, vakittir artık, yüzünü helvaya doğru dön.
Pek büyük olan kimsenin dudağı, sevgilisinin dudağını ana ana kurumuştur. Boş karnı zurna gibi inler. Sen de boşa! Boşalmak ve dudağını ney üfleyenin dudağına koymak iyidir. Ney gibi onun nefesiyle dol. O zaman ağzında şeker çiğnersin.
Sen ekmekten daha iyi olursan ne ziyan edersin? Ekmek artıran sofra nerede? Can artıran sevgili nerede? Aşk derdinden iç açıklığına ereriz. İç açıklığından da kaf dağına ereriz. Çünkü a canım, orucun kafına ulaşan serçe, anka olur.
Arkları her yıl temizler ki, suyu aksın da ekinler yeşersin. Sen de arkını temizleyenlere imanını arttır ki sana onlar su akıtsınlar da her cüz'ün dirilsin.
Ey dinleyen! Bu sözümü bir selin gökremesi bil. Sel gibi gökrüyor ve canı denize çağırıyor.
Ey ay parçası! Senin her kitabın yetmiş iki cilt oldu. Ona haset edenler gürûhu da yetmişi geçti.
Gönül çadırının ipini tutmuşuz
Biz cehennemin kapısını kapadık, yani ekmek taamını. Sen de cennetin kapısını aç, yani parlak gönüllülüğü.
Hep ekmek sofrasını görürsün, cihanın canını ne vakit göreceksin? Ey benim cihanımın canı. Git, cihanın canını ara.
Ey can, bunların hepsi geçti. Sen muhtaç olanlara bak. Biz gül gibi, güz ve kıştan yapraksız kaldık. Biz, bu buğday ve darı harmanından duymuşuz.
Ey ay! Sen başaksız ve ölçeksiz bir nur harmanı yap. Biz döşemeciler gibiyiz. Gönül çadırının ipini tutmuşuz. Bu gece susam çiçeklerinin ve nergislerin üzerine çadır kuracağız.
Yol arayan kumru gibi böyle daha ne kadar “ku ku” nerede nerede, diyeceksiniz? Gümüş tenli sevgilinin güzelliğinden bu âlem parçalanıyor. Her biri ay gibi parlak, her biri bir şehinşah gibi yüce, her biri birbirinden güzel güzeller, yol üzerinde durmuşlar, yol kesen olmuşlar.
Ey benim canım canım! Sen çok yanan bir kandil olunca, o sana çok yağ verir. Sen şahsın yücelikler iste. Tereddüde düşmek hoş değildir. Arslandan huy al. Sen yiğit bir erkeksin, kadın değilsin ya. Kan dolu yola ayak bas. Mecnun yüzüne yüz koy. Cenk kılıcını çek, esed burcunun ankasını kap yakala... Ey dudu huylu mutrip, üçüncü terci'i yüksek sesle söyle ki, nehirde akan su gibi aksın, hayat versin.
Güneşteki parlaklık, aydaki ipek güzel esvap kendilerinden değil, üzerlerinde serpilen nurdandır
Ey ateş felekten hoşça geçen İsa, gökten aşağıya eğil, bizi yukarıya çek. Ben toprakla birdim, ayaklar altında sürünürdüm. Sen bana bir sıfat verince, toprak benim ayağımın altına serildi. Bu alçak yerde canıma öyle bir sürme çekti ki, bu göz dar görüşlülük hastalığıyla dertli iken, deniz gibi engin görüşe kavuştu. O kadehin sarhoşluğu olmadıkça, gönül zaif ve uyuşuktur. O Kayser'in sürmesinden yoksun olan gözler iyi görmezler.
Arslanlar ormanına git, tâ ki, âhu avlayasın. Sultanın meclisine git, tâ ki sultanın şarabından tadasın. Sultanın meclisinde, her tarafta bir sâki parlak şaraplarla dolaşır. Her köşede ay gibi, gümüş gerdanlı bir mutrip terennümlerle coşar. O mecliste sen sevgilinden şöyle sorarsın: “Sen kul musun, yoksa arş mısın? Aman Ya Rabbi, sen bu debdebeyi bu ihtişamı nereden kazandın?”
O arslan âlemin altı cihetine nasıl sığar? O arslanca pençe altı cihetten dışarıdır. Onun parlaklığı güneşi yakar, ayı kurak bırakır. Zira güneşteki parlaklık, aydaki ipek güzel esvap kendilerinden değil, üzerlerinde serpilen nurdandır.
O öyle bir nurdur ki, o nurun zevkinden can ebediyyen mest olup kalır. Allah'a yemin ederim ki, senin güneşin o nurun çevresine ulaşamaz. Madem ki Ceyhun nehrine batmışım, onun vasfını şimdi ben nasıl söyleyeyim? Başım sudan dışarı iken dudaklarım güzel güzel söylüyordu. Sen balık olmadıkça bu nehir seni batırmaz.
Taptaze gülşenden başkası bu çimenliğe bulamaz. Bu eşsiz Husrev değil mi ki bunu söyleyip açıkladı, ona nasıl “yazı yazmaz ve tasvir etmez” diyeceksin ve öyle sanacaksın?
Rindlerin meclis halkasına gir
Ey ulu sultan, sana malik olan gönül iki cihandan ileridir. Leylâ da Mecnun da o sultanın aşkından mecnundurlar.
Ne zaman ki oruç ayı geçti bayram geldi. Ayrılık gecesi geçti. Sevgili göründü. Senin o sabahın sahici sabah oldu. Azrân, Vâmık oldu. Maşukun âşık, şeyhin mürid oldu. Cenk gitti, zafer geldi. Zehir gitti, şeker geldi. Taş gitti, inci geldi. Kilit gitt, anahtar geldi. Bayram geldi, hak yolunu arayanlar gazel okuyarak, oynayarak cünbüş ediyorlar. Zehir ondan şeker olur, bulut ondan ay olur. Her kurada can, ondan tazelenir, genç olur.
Kalk meydana git, rindlerin meclis halkasına gir. Git misafiri karşıla. Zira onlar uzak yoldan geldi. Onun gamları bütün sevinç, esâret bağları bütün hürriyet oldu. Sen ona bir tane verdin mi, karşılığı sana fazlasıyla yüzlerce bağ gelir. Ben o güneş doğusunun kölesiyim, nimetinin içine batmışım. Onun temiz nimetinden başkası pis ve hayırsızdır. Kadehinin lezzetinden gönlüm onun tuzağında kaldı, canım o lezzeti anlayınca, o da koşup geldi.
Ahmed Sadreddin alıntıladı