Rivayet odur ki ölenin ardından ağlayanlar gözyaşlarını şişelere doldurur ve ölüyle beraber gömerlermiş. Bu, ölünün ardından gösterilen bir tür vefa ritüeliymiş. Gözyaşlarının doldurulduğu şişelere gözyaşı şişesi denirmiş. Bu şişelerin sembolik olduğu ve çoğu kez mezarda yatanı çeşitli açılardan tasvir ettiği de söylenir. Bu şişelerin hakikatinin tam olarak ne olduğu kaynak yetersizliğinden bilinmiyor.

Defineciler buluyor, altın yerine

Definecilerin hayal kırıklıklarının öznesi olmuş bu şişeler zamanla. Öyle ki cesaret edip altın bulma umuduyla mezarlara kazma sallayanlar, karşılarında tuhaf bir şişe buluyor. İçi boş tuhaf bir şişe. Son bir ümitle şişeyi baş aşağı çevirseler de nafile, dökülmüyor zaman içinde şişe içine dolmuş topraktan başka şey. Bu talihsiz defineciler sayesinde gün yüzüne çıkıyor birçok şişe, çıkıyor ama şişeler hakkında -dediğimiz gibi- fazla malumat yok. Birkaç şişe koleksiyonerinin kitap yazmasını beklemekten başka da yapılacak bir şey yok şimdilik bu bahiste.

Gözyaşından dem vuralım

Madem böyle, yani gözyaşı şişesi hakkında güvenilir gerçek bilgiler yok, biz de sıyrılalım gözyaşı şişesinin hakikatini aramaktan ve hakkında bilgi sahibi olduğumuz bir konudan, gözyaşı konusundan dem vuralım. Ve gözyaşı şişesini de, gözyaşının yurdu belleyerek yapalım bunu…

İnsanın kendi sesine sağır olduğu bu zamanda gözyaşının akıbeti de malum. Sesi işitmeyen, görmeyen insanın haliyle hissedemeyeceği de aşikâr. Sadece yürüyen, durmadan yürüyen insanın; sese, görüntüye kayıtsız kaldığı, haliyle hayreti yitirdiği bir zamandan bahsediyoruz. Bu zamanda devinen anın içi boş. Kendi gölgesinden korkacak kadar ıssız herkes. Ve bu yalnızlığın ektiği korku bir kaçış yeşertiyor insanda. Kaçarak ve hakkı olmayanı kaçırarak yaşayan kalabalıklar… Bu kalabalık kendi ücrasında başkalarının ıssızlığını var ediyor.

Öte yandan kendi sesini, nefesini, talihini ve ekmeğini leş kargalarına kaptırmış gariplerin, her tanesi bin mısraya bedel gözyaşları var. Yoğunlaştırılmış insan curcunasının gürültüsü ne oranda fazla ise, garipler o oranda sessiz. Curcuna onlara sadece sükûtu uygun görüyor. Sükûtu ve gözyaşını. Bir tarafta ağlamak için neden bulamayanlar, öte yandan ağlamamak için çare bulamayanlar var. Bir tarafta altın yaldızlı gözyaşı şişelerini vitrinlerinde sergileyenler, öte yanda gözyaşlarını sığdıracak büyüklükte gözyaşı şişesi bulamayanlar. Böyle büyük bir çelişki beliriyor ve insanın hançeresini tıkıyor gözyaşı bahsinde.

Külli bir bakış gerek

Bu dert; öyle insan, vicdan, kültür, adalet, eşitlik gibi süslü kavramlarla deva bulacak gibi de değil. Ortada büyük bir sorun var. Eskiden çivisi çıkmış dünya derlerdi. Şimdilerde dünyanın çivisi olduğuna inanmaya bin şahit...

Velhasıl şişe gözyaşısız, gözyaşı da şişesiz. Bize düşen külli bir ‘bakış’ın izini sürmek. Öyle külli bir bakış ki hem ağlayanı hem de ağlatanı görebilecek, ağlatana gözyaşı şişesi uzatıp ağlayanı teskin edebilecek bir bakış.

“Beni ört” diyeni örtenin merhametiyle ve örtünenin sıtmasıyla, külli bir bakış.

Serdar Arslan yazdı