Genel bir Amman çerçevesi çizmeye çalıştığımız bir önceki yazıdan sonra Amman’da dikkat çeken bazı tüketim alışkanlıklarına ve gündelik hayattaki ayrıntılara dikkat çekmek niyetindeyim.
Çay ve kahve
Ürdünlüler için kahve bahsi gerçekten mühim. Her yerde her şekilde kahve içilen bir memleket düşünün. Orası burası. Herkesin elinde karton bardakta yapılmış Türk kahvesi mevcut. Sağda solda ufak büfeler var, Türk kahvesi ve çay yapıyorlar. Aslında bizim çayla ilişkimizin bir benzerinin burada kahve ile kurulduğunu söyleyebiliriz. Fakat ne buradaki kahve Türkiye'deki kahve, ne buradaki çay Türkiye'deki çay.
Kısaca çaydan devam edip kahveye geri döneyim.
Evvela çay demlenmiyor, sallama içiliyor. Çayın güzelliği ya da kötülüğü demlenmesine göre değil, sadece size sunulan çayın markasına göre değişiyor. Yoksa her yer zaten sallama çay yapıyor. Çay namına önemli farklılık, ekseriyetle nane atılması, genelde şekerli içilmesi ve zaman zaman çaya ada çayı eklenmesi.
Türkiye’de gündelik hayatın vazgeçilmezi olan çay, burada ancak talep edildiğinde ikram edilen bir ürün. Türkiye’deki çay gibi ikram edilen içecek ise, Bedevi kahvesi denilen, özel bir şekilde yapılmış kahve.
![]() |
Türkiye’de kahveyi sevdiğimizi ve önemsediğimizi söyleriz ve kahve ritüellerle doludur Mesela, nerede içerseniz için fincanda gelir, fincan yoksa içilmez denebilir. Kahvenin kendisi nedir, işte genelde marketten alınan, imkan varsa Eminönü’nden “taze” alınan kahve, kısık ateşte pişirilir, köpük önemlidir, vs... Fakat Türkiye’de taze kahvenin ancak özel gayretlerle bulunabildiğini bilen bilir. Burada ise vaka-i adiyeden bir şey taze kahve bulabilmeniz. Pek çok kahve satan dükkan mevcut, hemen kavuruyor, hemen çekiyor ve veriyor. Kahveler de tek çeşit değil, geldiği ülkeye göre, kavrulmasına göre, çekilmesine göre ayrı ayrı satılıyor. Genelde kakuleli seviliyor. Tadına dahi bakmadan, kokusundan, farklı bir kahve aldığınızı hemen anlayabiliyorsunuz.
Kahvehaneler
Burada kahvehane kültürünün eksikliği hem şaşkınlık verici hem de düşündürücü bir nokta. Burada biraz durayım müsaade ederseniz.
Kahvehanenin 16. yüzyılda Osmanlı'da ortaya çıkışından sonra, cami-ev-dükkan üçlemesinin dışında bir farklı alan ortaya çıkardığına dair tezler mevcut, bilenler vardır. Hatta meşhur kamusal alan tabirinin en meşhur açıklamalarından birisi de, Avrupa'da bu nevi bir kahvehane/kafe kültürü sonrası aydınlanmanın doğduğu, kamusal alanın doğduğu üzerine gelişiyor. Burada kahvehanelerin olmayışını, insanların bu klasik üçlemenin dışında bir mekana pek fazla rağbet göstermedikleri (en azından Türkiye’deki kadar fazla rağbet göstermedikleri) şeklinde düşünürsek, aynı zamanda Arap ülkeleri ile ilgili, Amman ile ilgili “insanlar camilerde çok vakit geçiriyorlar” şeklinde dile gelen vakıayı da anlayabiliriz.
Yine bu vakıa ile ilişkili olarak, “Araplar da camilerde çok rahat oluyorlar yahu” eleştirisini manalı bir yere oturtabiliriz.
Evet yaşlı amcalardan gençlere pek çok kişi camilerle “kıl ve çık” sisteminin dışında bir ilişki kurmuş. Eş, dost, tanıdık… Cami dışında bir yerde yaşlı amca görmemiş olmam durumu anlatır sanırım. Tabi bu durumun değişeceği kesin, zira eskiden beri gelen bir kahvehane kültürü olmasa da, yeni yeni gelişen bir lokanta, kafe kültürü var. Gençler buralarda vakit geçiriyor, evde barkta kapı önünde içebilecekleri nargileleri artık burada içiyor.
Alışveriş merkezleri
Türkiye'de pek uğramadığımız “mall”lara geldiğimizden beri birkaç kez gitmemiz bu noktaya da temas etmeme neden oldu. Bunun bazı sebepleri var, birincisi kime alışveriş yeri sorsanız buraları gösteriyor hakikaten. El yordamıyla başka mekanlar bulmak da vakit alıyor.
İkincisi her yere “mall”/alışveriş merkezi diyorlar. Tabi şöyle bir durum mevcut: Biz gittiğimizde hiçbir alışveriş merkezi kalabalık değildi fakat oralardan çıktığımızda, “bugün izdiham vardı” dediler. “Buralara insanlar çok rağbet ediyor” gibi bir cümle kuramayacağım çünkü nüfusla ilgili kriterlerimiz farklı fakat çok fazla isimlerinin geçtiği kesin. Nereyi sorsanız “şu 'mall'da”, “bu 'mall'da” diyor insanlar. “Mall” dediğimiz de tahmin edebileceğiniz gibi, alışveriş merkezi; markalar dahil her şey aynı. Hatta “şimdi kendimi Türkiye’de hissettim” diyebileceğiniz kadar aynı. Üzücü tabi. Daha üzücüsü hayatların bu kadar merkezinde yer alması.
![]() |
Ama buralara dair enteresan bir şey var yine de, AVM’ler ile sokak arasında dağlar kadar fark var. İnsanlar mı değişiyor, değişik insanlar mı tercih ediyor her birini, bilemedim. Fakat sakil duran, gerçekçi durmayan bir tarafı var buraların, her ne kadar kime sorsanız “mall” dese de.
Son olarak tabi “mall”larda ezan vakti ezan okunması, kocaman ve güzel mescitlerinin olması, hatta marketlerde bile zaman zaman müzik yerine Kur'an-ı Kerim okunması gibi şeyleri, gündelik hayatın ufak ve mutluluk verici detayları olarak zikredebiliriz.
Şehrin dikkat çeken ve zaman zaman eksikliği hissedilen öğelerinden bir tanesi, kısa da olsa oturabileceğiniz kafeterya ve cami dışında bir mekanın bulunmaması. Bir işiniz çıktı, dışarıdasınız ve vakti geçirmeniz gerekiyor. Ya bulabilirseniz bir kafeteryaya gireceksiniz, ya camiye gireceksiniz, ya da lokantaya gireceksiniz. Cami dışındaki tüm alternatiflerde para harcamak mecburiyetindesiniz, tabi kaldırıma çökmek alternatifini değerlendirmezseniz. Bunun nesi var denebilir. Haklıdır da. Fakat şehir hayatının bilinmezliklerle dolu yapısı herkesi bir şekilde dışarıda durmaya zorlarken, parkların bu noktada önemli bir işlev gördüğü ve Amman’ın bu konuda gerçekten fakir bir yer olduğu, altı çizilmesi gereken bir nokta.
Mehmet Erken yazdı