Allah’la aramızdaki bağı güçlendirmenin yolları

Houston’da Almaghrib Enstitüsü’nde eğitimenlik yapan eğitimci-yazar Yasmin Mogahed, Memphis İslam Merkezi’ne konuk oldu ve “Allah’la İrtibat” konulu bir sunum yaptı. Mustafa Körkün Tarhanacı bizimle notlarını paylaştı.

Allah’la aramızdaki bağı güçlendirmenin yolları

 Houston’da Almaghrib Enstitüsü’nde eğitimenlik yapan eğitimci-yazar Yasmin Mogahed, Memphis İslam Merkezi’ne konuk oldu ve “Allah’la İrtibat” konulu bir sunum yaptı. Memphis İslam Merkezi ABD’nin Tennesse eyaletinde bulunan bir Aile Yaşam Merkezi. Hz. Peygamber’in kurduğu mescid merkezli medeniyet vizyonunu 2008 yılından beri Amerika’da bir nebze de olsa hayata geçirmenin derdinde bir sivil toplum kurumu. 55 dönümlük bir kampüsle Memphis’te yaşayan Müslümanların sosyal, sivil ve ruhsal ihtiyaçlarına cevap vermeye çalışıyor.       

Programdan aldığım notları aşağıda sizler için derledim: 

Kulluk özgürlüktür

Biliyorsunuz dinimiz bize “evlenmeyin, bir rahip gibi yaşayın, kendinizi tamamen toplumdan soyutlayın” diye emretmiyor. Bunlar Hz. Peygamber’in (sas) bize aktardığı pratikler değil. Dünyaya sahip olabiliriz fakat dünya bize sahip olmamalı, bunu nasıl başarabiliriz?

Bezm-i elest’teki sözleşmeyi hatırlayalım: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Evet, Rabbimizsin”. İnsan fiziki ve ruhi olmak üzere iki parçadan oluşuyor. Fiziki tarafımız çok yeni bir şey ve sadece bu dünya için, ruhi olansa yeni değil, bu dünya ile sınırlı değil, kabirde yaşıyor, hesap gününe ulaşıyor, sonsuza kadar devam eden bir tarafımız bu. Tüm ruhlar Elest Meclisinde bu şahitliği yaptı. İşte bu fıtrattır, her insanın Allah’ı bilip tanımasını sağlayan ve içinde yerleşik olan tabiat. Bu fıtratla Allah’ı bilip Allah’la irtibat kuruyoruz, O’na bağlanıyoruz.

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” (Zariyat 56) diyor Rabbimiz. O halde varlığımızın tek bir sebebi var: Kulluk. Bunun ilk manası aslında “köleliktir”. Kölelikle akla ilk gelen “zincirlerdir” oysaki kullukla insan Allah’tan başkasına yapılan tüm köleliklerden ve zincirlerinden kurtulmuş olur. Paraya kulluk, toplumsal standartlara kölelik, başkaları ne düşünecek, ne söyleyecek gibi zincirlerden kurtulur.

Her insanın kölesi olduğu bir şeyler vardır, bir ateistin bile! Soru şudur: Siz neye kölesiniz? Kimi paraya, kimi kendi arzularına... İnsanların homoseksüelliği meşrulaştırmaya çalışmalarının sebebi başka nedir ki: İnsanoğlu neyi arzu ediyorsa o meşru olsun istiyor, işte bu bir tür kulluktur. İstiyorum, hissediyorum öyle ise doğrudur, öyle ise yapmalıyım, madem nefsim arzuluyor ona itaat etmeliyim, doğru veya yanlış sorgulamam, o halde bu bir tür kulluktur. “Kötü duygularını kendisine tanrı edinen kimseyi gördün mü? Sen (Resûlüm!) ona koruyucu olabilir misin? (Furkan 43)”.  

Moda da böyle bir şeydir. Moda ne diyorsa onu giyiyoruz, bir gün jeans güzel diyor, bir gün tayta geçiyoruz, o halde modanın kölesiyiz.

İşte kulluk bu tip batıl köleliklerden kurtardığı için aslında özgürlüktür.

Kendimize ait bir standardımız olmalı, öyle değil mi? Akıntı ile oraya buraya savrulan bir köpük gibi olamayız. Allah’ın emri ile çelişiyorsa modanın, şunun bunun, nefsimizin dediğini yapamayız.

Siz dünyaya sahip olun, dünya size değil

Maalesef Hz. Peygamber’in 1400 yıl önce uyardığı noktadayız: Yemek yiyenlerin birbirlerini davet ettiği sofradaki bir tabak yemek gibiyiz. Sayımız çok fakat okyanustaki köpük gibiyiz, akıntı yönünde ilerliyoruz. Allah da düşmanlarımızın kalbinden bizim korkumuzu çekip almış, bizim kalbimize de vehn koymuş: Dünya sevgisi ve ölüme karşı duyduğumuz nefret. İşte bu sebeple zayıfız. İbrahim suresinde bahsi geçen ağacı düşünün. Kökleri sabit dalları göğe yükselen. Bu ağaçla suyun üstündeki köpükleri kıyaslayın, fark nedir?

Âlimlerin sık kullandığı bir benzetmeyi hatırlayalım: Bu dünyadaki yolculuğumuz denizdeki gemi gibidir. Gemi kalbimiz, deniz de dünya. Gemi su alırsa batar! Kalbimiz, dünyanın kalbimize girmesini engelleyebildiğimiz sürece canlı kalabilir. Gemiye su girmediği sürece kontrol gemidedir, su gemiye sızdığı andan itibaren kontrol kimdedir? Titanik’i batıran su almasına sebep olan dibindeki bazı deliklerdir. Koca gemi, “batmayan gemi”, ikiye ayrılıp batmıştır. Dünya sevgisi tüm diğer hastalıkların başıdır. Belki tüm sorunlarımızın çekirdeği, özüdür. O halde dünyanın kalbinize girmesine izin vermeden bu hayatı nasıl devam ettirebilirsiniz? Bir mağaraya saklanmak mı, evlenmemek mi, sürekli oruç tutmak mı?

Dünyayı kalbimize sokmadan elimize almamız gerekiyor. Bunu başarmak zor tabii, dönem dönem gemiyi batırabiliriz de. Neyse ki Allah dilediği takdirde tüm kalpleri iyileştirmeye her zaman kadirdir. İbn Kayyim el Cevziyye’nin güzel bir tabiri vardır: “Şeytan, Âdem dünyaya indirilince çok sevinmiştir fakat bir şeyin farkında değildir. Dalgıç denizin dibine iner ve en güzel incileri toplayıp su üstüne geri çıkabilir.” Subhanallah!... En dibe bile batabiliriz ama hala yukarı çıkabiliriz, ümidimizi kaybetmediğimiz sürece.

Şeytanın hedefi: Allah’la insan arasındaki iletişimi kesmek

Şeytan suyun üstünde iken sizi kibirle, suyun altında ise umutsuzlukla kandırır. Yukarda iken yani bir tür İslami hayatı benimsediğinizde melek olduğunuzu zanneder ve bir tür haram polisi olmaya başlar, herkesi düzeltmeye çalışırsınız. Oysa mükemmel değilsinizdir. Gurur ve kendini aldatma hali. Kalbinize girmiş olan kibir size bunu yaptırır. Şeytan yanınıza gelir ve “harikasın” der. Bu, şeytana imtihanı kaybettiren kibrin ta kendisidir. Aynı kibirle hatasından dönmeyi de reddetmiştir.

Bir günah işlediğinizde sizin de kendisi gibi davranmanızı ister. Pişmanlık ve tevbe ile dipten yukarı çıkmanızı istemez. “O kadar çok günah işledin ki artık kurtuluşun yok, Allah’tan çok uzaktasın. Bu günahı işlediysen nasıl olur da namaza durursun, bir münafık gibisin, kafandaki başörtüsünden utanmalı ve onu çıkarmalısın!” vb sözler şeytana aittir.

Hem mükemmel olduğunuzu söylediğinde hem de umutsuzluğa kapılmanızı istediğinde Allah’tan uzaklaşıp kulluğu terketmenizi istiyor. Şeytan Allah’la iletişiminizi kesmek istiyor.

Allah’la irtibatı korumanın 4 yöntemi

Gün boyu Allah’la irtibatımızı koparmamak için sırasıyla şu pratik metotlardan bahsederek konuşmamı bitirmek istiyorum: Nefes, gıda, temizlik ve korunma.

1-Bedenin yaşaması için ilk ihtiyacı nefestir, oksijen almaktır. Benzer şekilde kalp de oksijensiz yapamaz ve ölür. Kalbin oksijeni nedir? Namazdır, Kur’an’dır, duadır, en genel anlamda zikirdir. Fakat bir numara namazdır ve namazı terkettiğinizde kalbin oksijenini kesiyorsunuz demektir. “Bugün çok meşgulüm, geceleyin eve dönene kadar nefes almayacağım” diyebilir misiniz?          

Maalesef insan, yarın ölüp yok olacak bedenin ihtiyaçlarına çok büyük önem verir de sonsuza kadar yaşayacak olan kalbin, ruhun ihtiyaçlarını ihmal eder. 

Ramazan’da bir sabah namazını kaçırmak hepimiz için şok edicidir. Neden mi? Çünkü sabah uyandık ve güneş doğmuşsa sahuru kaçırdık demektir. Dünyanın sonu gelmiştir, vahlar bize. Oysa Ramazan’dan sonra kaçırdığımız sabah namazları bizi o kadar etkilemez? Mesele şu ki midemizin bir yemeğini kaçırmamız travmatik bir durumken kalbimizin gıdasını kaçırmamız o kadar büyük bir sorun teşkil etmez.

Namazdan kastımız vaktinde kılınan namazdır. Kıyamette ilk sorgu namazdan olacak ve o iyi geçerse sonrası da iyi geçecektir. Allah namaz ilacını belli vakitlerde alınması üzere yazmıştır. İlacın fayda vermesi için reçeteyi prospektüse göre uygulamak gerekir.

2-Beden oksijenden sonra gıdaya ihtiyaç duyar: Yemek ve su. Kalbin yemeği ve suyu nedir? Tekrar zikirdir, duadır, Kur’an’dır. Allah’ı sürekli anarak Allah’la irtibat kurmaktır.

3-Banyo yapmama gerek yok, altı ay önce yapmıştım diyen biri var mı? Ramazan’dan Ramazan’a banyo yapamayız, değil mi? Beden sürekli terler ve kirlenir, kalp de öyledir. Günahlarla sürekli kirlenmektedir. Kalbi istiğfar ve tevbe temizler fakat bu sürekli olmak zorundadır.

4-Mücevherinizi salonun ortasına koyup tüm pencereleri, kapıları açsanız ve evden çıkıp gitseniz mücevher çalındığında kim suçlu olur? Onu kasaya koymalı, kilitlemeli, evi sıkı sıkı kapatmalı, etrafına çit çekmeli, mümkünse özel güvenlik önlemleri almalısınız. Kalbiniz o mücevher kadar değerlidir çünkü ona sahip olan bedeninizdeki her şeye sahip olmuştur.

Öyleyse kalbinizin kapıları nelerdir?

Gözler: Allah gözlerinizi koruyun derken aslında kalbinizi koruyun demek istiyor çünkü neye bakarsanız kalbiniz mutlaka etkilenir, hem de derhal. Harama baktığınızda kalbinize zehiri döküyorsunuz.

Kulaklar: Kulağınızla haramı dinliyorsanız kalbinize zehiri akıtıyorsunuz.

Dil: Dilinize sahip çıktığınızda kalbinizi muhafaza ediyorsunuz.

Dost: Şeytanın gireceği bir diğer kapı da kötü arkadaştır.

Kulak, göz, dil ve arkadaş, bunları korumaya almalısınız. Ve yine zikir. Zikrinizle ve duanızla kalbinizi korumalı, kuvvetlendirmelisiniz.       

Dinlediğiniz için teşekkür ederim… 

Not: Programı aşağıdaki linkten dinleyebilirsiniz:  

https://www.youtube.com/watch?v=imoHdakcS6Q&t=106s

Memphis Islamic Center (MIC)

Connecting to God in Everyday Life – an evening with Yasmin Mogahed 

YORUM EKLE