ADVİYE GÜNER 

Bazen hayattaki en sessiz anlar… aslında en yüksek çığlıklardır.

Ve bazı hikâyeler vardır… sadece izlenmez, kalbine işlenir.

Tabii platformunun kalbimize dokunan yapımı “Yankı: Görünmez El”, izleyiciyi sadece bir dönemle değil, vicdanla yüzleştiriyor. Bu bir dizi değil bir dönemin aynası… bu, yıllar boyunca susturulmuş bir gerçeğin yankısı.

28 Şubat… sadece bir tarih değil, içimizde sızlayan bir yara. Başörtülü kızların okul kapısında bekletildiği, annelerin gözyaşını içine akıttığı, inançlı insanların sırf duruşu yüzünden işinden, onurundan edildiği bir dönem.
Ve işte tam o dönemde, karşımıza çıkıyor Eray.

Cihangir Ceyhan’ın içe işleyen oyunculuğuyla hayat bulan bir adam o. Büyük bir bankada yönetici… ama daha büyük bir savaşın tam ortasında. Bir yanda yıllarca, yoksulluk, yokluk, imkansızlıklara rağmen uğruna çalıştığı kariyeri, öbür yanda vicdanı.

Ve bir karar anı: Ya susup sistemle birlikte mazlumları ezen tarafta yer alacak, olanları izleyecek ya da bedeli ne olursa olsun doğru olanı seçecek.

Ama mesele sadece onun değil… Eray’ın yeğeni, başörtüsü yüzünden eğitim hakkından koparılırken, bir amca olarak kalbi kanıyor. Hayat tarzı nedeniyle kamu görevinden kovulan ve yıllarca onun okuması için kendini, hayatını kardeşine adayan ağebeyi diğer tarafta... Hem ailesini ayakta tutmaya çalışıyor hem sistemin görünmez elleriyle savaşmaya. Bu öyle bir mücadele ki… sadece ekrandan izlenmiyor, izleyenin içine sızıyor.

Sinem Ünsal’ın canlandırdığı karakter, Eray’ın hem destekçisi hem aynası.

Onur Saylak, bir ağabey gibi görünse de, aslında sistemin içindeki derin yaraları taşıyor.

Duygu Sarışın, bankadaki rekabetin soğuk yüzünü temsil ediyor ama içindeki yalnızlık da gözlerinden okunuyor.

Ve Erkan Petekkaya… Teoman karakteriyle gücün nasıl yönlendirdiğini gösteriyor.

Gazeteci Cemal’i oynayan Ragıp Savaş ise medyanın nasıl bir silaha dönüşebileceğini yüzümüze çarpıyor.

Dizi sadece bir hikâye anlatmıyor…

Bir dönemi, bir travmayı, bir uyanışı anlatıyor.

Diyaloglar, iç sesler gibi… sahneler, yaşanmış anılar gibi.

Müzikler desen… her nota sanki içinden bir duygu alıp yankı yapıyor.

Görüntüler gri ama hissettirdikleri çok renkli… öfke, çaresizlik, umut, inanç…

Ve her bölümde bir soru bırakıyor izleyenin içine:

"Sen olsaydın, ne yapardın?"

Bu yapım izleyiciyi taraf tutmaya değil, düşünmeye zorluyor.

Tarihi yolculuğun bu ayki durağı: Osmanlı Musikisi Tarihi yolculuğun bu ayki durağı: Osmanlı Musikisi

Çünkü bazen tarih kitaplarında yazanlar yetmez…

O dönemi anlamak için, o insanların yaşadıklarını derinden hissetmek gerekir.

Bazıları “propaganda” der, bazıları “hayatın ta kendisi”…

Ama ne derlerse desinler… bu dizi bir şey yapıyor:

Unutulanları hatırlatıyor.

Sessizleri konuşturuyor.

Yankı bırakıyor.