“Bugüne kadar göklere çıkardığımız tarif dışı bir Mehmet Akif” varmış. Farklı tarihlerde ve farklı TV kanallarında yayınlanmış programlardan Mehmet Akif’le ilgili kesitlerin yer aldığı kısa videoları izleyen vicdan sahibi herkes, dehşete kapılır. Şimdiye kadar; ne çocukluk yıllarımda ne eğitim hayatımda ne de -28 Şubat süreci dâhil- meslek hayatımda Akif hakkında bu kadar ağır ithamlara hiç muhatap olmamıştım. Ben Millî Şair’in ömrünün son yıllarındaki hüsranına, hasretine acınırken; cenazesinin neden devlet eliyle kaldırılmadığının derin kederini hâlâ yüreğimde duyarken,  ona -çok değil, birkaç yıl kadar önce- devletin televizyonunda “millî şair değil” denildiğini duyuyorum. Aleni Türkiye’nin huzurunda ve şimdi herkesin her an ulaşabileceği internette izleyici yorumlarıyla birlikte yer alıyor. Öyle yorumlar var ki okurken kanım dondu. Birçok izleyici, bu hocaların açıklamalarından sonra Millî Şair’le ilgili aydınlanmış(!) olacak ki hakkında ağza alınmayacak sözler sarf etmişler. Meseleye “değerler eğitimi” bağlamında baktığımızda çelişkiler yumağı oluşturulmuş durumda. Mesela bir eğitimci olarak tıpkı Sayın Cumhurbaşkanı’nın Millî Şairimiz hakkında yayınladığı bir basın mesajındaki gibi “Samimi, sahici kişiliği, tertemiz ahlâkı, mütevazılığı, ahde vefası ve dinine, milletine sadakati İstiklal Marşı’nda tecessüm eden Akif’in bu mirasını gelecek nesillere aktarmak, onun düşünce ve ideallerini yaşatmak en büyük vazifemizdir.” diyoruz. Bir taraftan biz öğrencilerimize Akif’i “millî şairimizdir, değerimizdir” diye anlatırken diğer taraftan bir akademisyen çıkıp ona “Millî şair değil” diyorsa bu, her şeyden önce değerler eğitimine indirilmiş darbe demektir. Millî Şairimizi her yönüyle tanıtmayı gaye edinmiş bu kişiler, bütün güzelliklerini tanıtmayı başardı da sıra olumsuz yönlerine mi geldi acaba?

“Tarif dışı” Akif

Bu programlardan Akif hakkında öğrendiğim ikinci “tarif dışı” bilgi şu: Ajanmış millî şairimiz. Teşkilat-ı Mahsusa ajanı. “Bilelim yani nasıl Mehmet Akif olduğunu.” diye ekliyor söyleyen. Evet, bilelim bence de. Ve öğrenmek için soralım o çok bilir(!) kişiye: Bu Teşkilat-ı Mahsusa, hangi devlete ait acaba? Amerika’ya mı, İsrail’e mi, İngiltere’ye mi? Çünkü izleyende olumsuz ve gizem dolu bir algı oluştuğuna göre sormak lazım: Osmanlı’nın değil mi Teşkilat-ı Mahsusa? Ayrıca niye tam söylenmiyor? O kuruluşun bir çalışanı değildir Akif, hem çalışanı olsa ne değişirdi ki! Kendisinden mühim vazifelerde istifade edilmiştir. Mesela I. Dünya Savaşı’nda İngilizler tarafından “Almanlar halifenizi esir aldılar. Biz de onu kurtarmaya çalışıyoruz.” yalanıyla kandırılan ve farkında olmadan Osmanlı’ya karşı savaşmış Müslümanları aydınlatmak amacıyla Almanya’da Müslüman esirler için inşa edilen camide heyecanlı vaazlar vermişti. Plaklara kaydedilen bu vaazlar Müslüman askerlerin bulunduğu cephelerde tekrar tekrar dinletildi. Bu vaazları dinleyen Müslüman askerler ilk fırsatta saf değiştirdi. Zaten Millî Mücadele’de de millî birliğin sağlanmasında yine bu yönüyle “Millî Şair”imizden çok istifade edilmiştir.

Ancak bu seri saldırıların içinde, içimi en çok yakan; onun dinî görüşünün “sıkıntılı” olduğu iddialarıdır. “Bid’at ehlini sevdiği için ehl-i sünneti sevemeyen” ve “üstü çizilmesi gereken” kişilerden biri olarak nitelendirilmesidir. Bu da bir başka akademisyen… “Milli şair de olsa hatasını da görelim. Artısı varsa eksisini de görelim. Eksisini de gördüğümüz zaman ondan tam istifade ederiz.” diyor. Tabii ki, onun da hataları, eksileri olmuştur ve her kul gibi o da eleştirilir. Ancak “Hakk’a tapan” bir millet olarak inanç bahsinde “üstünü çiziverdiğimiz” bir kişiden nasıl istifade edebiliriz ki! Bir de fikrini desteklemek için Akif’in şu dizelerini okuyor:

Doğrudan doğruya Kuran’dan alıp ilhamı

Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı.

Ardından da soruyor: Bu şiirde “Peygamberimiz nerde?” Uzun yorumlardan sonra sadede geliyor ve diyor ki: “Ben Kuran’dan alırım, ben Kuran’dan başka bir şey tanımam. İşte ben Kuran, dedi mi Peygamberimiz gitti. Akif de aynı noktada. Sıkıntılı. Maalesef!”

Bu dizelerde Peygamberimizi göremiyorlarsa Akif ne yapsın? Kur’an-ı Kerim’in ilk muhatabı Peygamber Efendimizi Kur’an’dan ayrı ve gayrı tutmak, üstelik Akif’i ayrı ve gayrı tutanlarla bir tutmak… El insaf! Peygamber nerde mi? Akif gerek şiirinde gerek yazılarında gerek vaazlarında “…bak ne diyor Peygamber” diye haykırır, Resul’ün sözünü dinlemeye çağırır herkesi, nasıl duyulmaz sesi? Kulun şeydadır amma açtığın vadide şeydadır.” der Peygamber’e her nefesi, nasıl duyulmaz sesi? Peygamber nerde mi? Çanakkale şehitlerine yazılmış en güzel şiirde:

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,

Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.

Onun hem gönlünde hem dilinde hem özünde hem sözünde Peygamber... Haksızlığın karşında avazı çıktığı kadar niye haykırdı sanırsınız? Sebebini kendi söylesin:

Hakkı bir zalime ihtar, o ne şahane cihad

En büyüktür dedi Peygamber-i pâkize-nihad.

Üstünü çizmeyeceğiz

Şimdiye kadar hakkında “İslamcı”, “ümmetçi” denilen ve hatta kendi şiirinde de belirttiği gibi “irtica” ile ilişkilendirilen Akif’in Müslümanlığına, din ve dindar algısına dil uzatılacağı hatta “sıkıntılı” bulunacağı aklıma hiç ama hiç gelmezdi. Aklımıza gelmeyen başımıza geldi maalesef. “İtikadı bozuk, sünnetin dışına çıkmış, bid’at ehli adamları sevince ehl-i sünneti sevemiyormuş” öyle mi? “Hiç sıkılmaz mısınız Hazret-i Peygamberden? / Ki uzaklardaki bir mü'mini incitse diken, / Kalb-i pâkinde duyarmış o musibetten acı, / Sizden elbette olur ruh-i Nebî davacı!..” demişti Akif.

Bugün mazlum ülkelerin ümit ve ilham kaynağı olan Türkiye’nin hayalini kurmuştu Millî Şair’imiz. Nihad Sami Banarlı; Akif hakkında “Türkiye’nin idaresi altında bir İslam birliği için tam bir idealist sıfatıyla çalışmıştır.” der. Müslüman yurtlarında deva bulmaz bir gerilikle karşılaştığında bunun nedeninin İslam değil, tam tersine İslam’dan kopuş olduğunu her fırsatta dile getirmiştir Millî Şairimiz. Mesela bir zamanlar İbn-i Sinaları doğurmuş toprakların içler acısı hâlini şöyle resmetmiştir:

Ay tutulmuş, ‘Kovalım şeytanı kalkın!’ diyerek,

Dümbelek çalmada binlerce kadın, kız, erkek!

Bu, verdiği örneklerden biridir hurafeler namına. “Ne Hüdâ’dan sıkılırlar, ne de Peygamber’den. / Bu ilimsiz hocalardan, bu beyinsizlerden / Çekecek memleketin hâli ne olmaz, düşünün!” diye bizi uyarmıştı Akif. Ve söylediklerine “bid’at” diyenlere aslında cevabı çoktan vermişti:

Milletin hayrı için her ne düşünsen: Bid’at;

Şer’i tağyîr ile, terzîl ise -hâşâ- Sünnet!

Cennetmekân Sultan II. Abdülhamit Han ve Akif

Akif, rüzgârın yönüne göre yön değiştirmemiş, her zaman inandığı doğrularla hak bildiği yolda yürümüştür. Hayatının her döneminde muhalif bir duruş sergilediği göze çarpar. Tabi her insan gibi o da yanılabilir, hata yapabilir. İşte Akif hakkındaki bütün bu “tarif dışı” sözlerin çıkış noktası onun; Cennetmekân Sultan Abdülhamit Han’a muhalif oluşu ve bu kapsamda yazdığı şiirleri… Elbette bu şiirlerdeki ifadeleri kabul etmemiz ve savunmamız mümkün değildir. Yalnız programlarda dikkatimi çeken; şiirlerin veriliş biçimidir. Mesela bahsedilen şiirlerden bir bölümü şairin Âsım kitabına aittir. Âsım; bir tiyatro eseri gibi belli kişilerin konuşturulması ile oluşturulmuş şiirdir ve şahıs kadrosu en başta belirtilmiştir. Buna göre eserde üç kuşağı temsil eden şahıslar ekseninde üç kuşağın özellikleri, görüşleri sohbet havasında verilmiştir. Sultan II. Abdülhamid Han devri insanının temsilcisi “Köse İmam”, II. Meşrutiyet’in ilanını sağlayan yeni neslin temsilcisi “Hocazâde”, yani Akif; ülkenin geleceğinin temsilcisi ise “Âsım”dır. Kuşak çatışmasının yer aldığı eserde siyaset, eğitim, sosyal hayat gibi toplumdaki birçok meseleye dair, dönemin farklı bakış açıları yansıtılmaktadır. Ancak söz konusu programlarda bu şiirden örnekler verilirken Akif’in lehine kullanılabilecek dizelere “Bu, Akif’in sözleri değil, şiirin içinde Köse İmam’ın sözleri” deniyor. Aleyhine kullanılabilecek dizelerde ise o söylemiş oluyor. Her hâlükârda eserin sahibi Mehmet Akif’tir elbette, ancak bu detayların da gerçekçi, tarafsız bir dille ifadesi gerekir.

Tarihî bir olayı, dönemin şartlarında değerlendirmek gerekirse de Sultan Abdülhamit Han’a yapılan saldırıların haksızlığını, günümüzde Ortadoğu’nun içler acısı durumunu gördükçe daha iyi anlıyoruz. Birleştirici tutumu ile devleti derleyip toplayan, sömürgeci devletlerin saldırıları karşısında diplomatik manevraları ve uyguladığı politikalar sayesinde kendi ifade buyurduğu şekliyle “devletin kendi hâline kalması” özlemi için gayret eden Sultan II. Abdülhamit Han, Ortadoğu üzerindeki karanlık oyunları görmüştü. Zamanında kıymeti hiç anlaşılamamıştı. Anlaşıldığında da iş işten geçmişti. Cennetmekân Sultan II. Abdülhamit Han’ı rahmet ve minnetle yâd ediyoruz. Millî Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u da… Birini severken diğerinden vazgeçemeyiz. Sultan Abdülhamit Han zamanında, onu öve öve bitiremeyenler, sonrasında yerdiğinde “Gelenin keyfi için geçmişe sövmeyen” adamdı Akif. Rüzgâra karşı yürüdü hep.

Karalama korosu

Millî Şair’imizi ve eseri Safahat’ı karalama furyasına; amatör ruh ve heyecanla hazırlanmış kısa videolar da katılmış. İnternette âdeta koro hâlinde kimi ima ile kimi doğrudan; Millî Şair’in Allah’a (hâşâ) dil uzattığını söylüyor. Vicdanlar kayıp, belli. Peki, ey insaf neredesin? Topluma ayna tuttuğu şiirlerinde Akif; İslam dünyasının hüsranını, hayal kırıklığını ve bu hüsranın nedenlerini bunca felakete rağmen -hâlâ- iyi idrak edemediğimizi anlatmıştır. “Küfrün sefil elleri”nin mabedleri yerle bir etmesine, “Haremeyn’de haç” görmeye tahammül edemeyen bir kalbin yürekler burkan feryadıdır o karalamaya çalıştıkları şiir. Üstelik o şiir, “Âyet Tercümesi”dir: “İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helâk eder misin Allah’ım!” (Araf Sûresi/155). Helak etme Allah’ım!

Onun hakkındaki ithamlardan sadece birisi güldürdü beni: “Kötü bir şairmiş, iyi bir şair değilmiş.” Bu iddiayı ortaya atan kişi, söylediğine kendi de inanmamış olacak ki şu sözleri ekliyor: “Ama İstiklal Marşı nasıl çıktı? Mehmet Akif’in kaleminden dökülmüş olmasına rağmen o ona yazdırıldı, denir. Çünkü kendisinden çok öte bir şeydir. Mehmet Akif’i biz İstiklal Marşı’nın yazarı olarak kabul ediyoruz çünkü pozitivist bakış açısıyla hakikaten onun kaleminden çıktı.”

Pozitivist bakış açısıyla bakınca böyle oluyor demek! Kabul etseniz de etmeseniz de Türk milletinin hislerine tercüman olan; yüksek bir ihlasla, Hakk’ın vadettiği günleri, zaferi -hem de savaşın en karanlık günlerinde- müjdeleyerek ümit ışığı yaymış, “ebedî” olarak var olma irademizin “edebî” bir beyanı olan İstiklal Marşı’nı o yazmıştır. Onun vatanperverliği hakkında “büyütmeye gerek yok” demek için ancak onun derecesinde bir vatanperverlik örneği sergilemek gerekir. Ayrıca ona kötü şair diyenler, tüm Müslümanların harem-i izzeti ve namusu olan Kudüs’te ezanlar sustuğunda Akif’in “Bülbül” şiiri ayarında bir şaheseri nazma dökebildi mi? Cumhuriyet tarihimiz boyunca -15 Temmuz da dâhil olmak üzere- teröre kurban verdiğimiz şehitlerimiz için Çanakkale şehitlerine yazılmış o eşsiz şiir gibi eserler veremeyenler ona “kötü şair” diyemez. O; sadece İstiklal Marşı’nı yazmış olsaydı bile büyük bir şair olarak anılırdı. Kaldı ki Akif’i millî yapan sadece Millî Marş’ımız değildir. Akla gelmeyecek hayasızlıklarla milletin şeref ve namusuna el uzatılmasına, Türk’ün mukaddesatının çiğnenmesine milleti ile ağladığı için; “İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran” ve İslam’ın hârem-gâhında dolaşırken nâ-mahrem, İbrahim’in milleti olarak millî bir ıstırapla feryat ettiği için de millîdir.

Yazıklar olsun, Akif’e -her anlamda- “millî” değildir, diyene! Ve yine yazıklar olsun, bunu duyup da “Yazıklar olsun!” demeyene!

Feride Turan