Kısa bir kültür turu için yolumuzu yakın zamana Mardin’e düşürdük. Tabi Mardin derken Eski Mardin’i kastediyorum. Yeni Mardin alışageldiğimiz yapı ve mimarisiyle bize farklı bir şey sunmuyor açıkçası. Bahsedildiği gibi Mardin kozmopolit bir şehir. Farklı etnik gruplar ve farklı dinler bir arada yaşıyor yüzyıllardır. Bu farklılık günlük hayatta hoşgörüye dayalı bir anlayış da geliştirmiş belli ölçüde. Tabi ki bu hiçbir sorun olmadığı anlamına gelmiyor. Zira her grubun kendince bir varoluş mücadelesi var alttan alta. Mardin’in kozmopolit kimliği gelenek ve modernite ikileminde de kendini gösteriyor. Mimarisi ve zengin kültürel ögeleriyle geleneksel ve tarihi dokusunu koruyor olsa da modernitenin sinsi hançeri Mardin’in de göğsüne saplanmış zira. Gecenin bir yarısında o güzelim tarihi atmosferi, sonuna kadar açılmış sesiyle bir bar müziği bozabiliyor örneğin. Bana çok iğreti gelse de onun da sevenleri var belli ki.
Mardin, yüzyıllara dayanan zengin bir tarihi mirasa da ev sahipliği yapıyor. Camiler, medreseler, hanlar, kiliseler, manastırlar, müzeler ve antik yapılar bu tarihi zenginliğe ayna tutuyor. Her girdiğiniz yapıda tarihin labirentlerinde farklı bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Şeyh Çabuk Camii, Ulu Cami ve Şehidiye Camilerinde kılınan namaz farklı bir ruh hali yaşatıyor insana. Bu yapıların kendilerine has mimarileri, insanı kendi mayası olan toprağa daha yakın hissettiriyor. Yüzlerce yıl İslam kültür ve medeniyetinin yeni kuşaklara aktarılmasında önemli katkıları olan Zinciriye, Kasımiye ve Hatuniye Medreseleri, insana kişilik kazandırılan mekanların önce kendisinin bir kimliği olması gerektiğini haykırıyor adeta. Bu yapılar; din, ilim ve sanatın kardeşliğini sergiliyor. Kırklar Kilisesi, Deyrulzafran ve Mor Gabriel Manastırları, formu değişse de insanın kutsala duyduğu özlemi anlatıyor bize gür bir sesle. Bu yapılarda gezerken farklı bir inanç dünyasının tarihi arka sokaklarında kısa bir gezintiye çıkmış gibi hissediyorsunuz. Dara Harabeleri, taş deyip geçtiğimiz malzemenin insan hayatında ne denli hayati bir role sahip olabileceğini gösteriyor.
Bu gezinti esnasında dikkatimi çeken ve içinde burukluk oluşturan bir gözlemimi de bu vesileyle sizlerle paylaşmak isterim. Şehrin göbeğinde yer alan ve nispeten küçük mimari yapılar olarak değerlendirebileceğimiz Zinciriye ve Hatuniye Medreseleri maalesef taşıdığı tarihi ve kültürel öneme uygun şekilde korunmuyor ve kullanılmıyor. Aslında ziyaret ettiğimiz diğer İslamî yapılarda da önemli eksikler var; ancak özellikle bu iki yapı hem hijyen, hem mimari yapının bakım ve onarımı hem de amaca uygun kullanımı noktasında can yakan bir görüntü sunuyor. Bu yapılar temel yaşam fonksiyonlarını kaybetmiş gibi görünüyor. Ne bir kalp atışı ne de bir nefes! Yaşatılmaya değil de ayakta tutulmaya çalışılıyor izlenimi edindim bu yapıları gezerken. Şehrin merkezine çok yakın bir yerde bulunan Zinciriye Medresesi’ne büyük bir heyecanla gittim ama bir hayat belirtisi göremedim. Bunun belki de tek istisnası düğün fotoğrafı çektirmek için oraya gelen damat ve gelinler! Bu örnek bile yapının amaca uygun kullanımı noktasındaki eleştirimi haklı çıkarmak için yeterli zannedersem. Yapının yaşatılmaya çalışılmadığını gösteren bir örnek daha vereyim size: gezimiz esnasında orada tesadüf ettiğimiz bir yerel rehber Zinciriye Medresesindeki güneş saatine hayat veren kubbedeki deliğin restorasyon çalışmaları esnasında kapatıldığını söyledi ki bunun izahı bende yok maalesef. Hatuniye Medresesi de kendi kaderine terk edilmiş gibi görünüyor. Bir iki gence emanet edilmiş olan yapının idaresi ve tanıtımı son derece amatörce yapılıyor. Binaya girince maalesef tarihi mirasa dönük ilgisizlik kendini hissettiriyor. Ziyarete açık olan iki bölümün dışındaki yerler son derece bakımsız. Ziyaret ettiğimiz medreseler içinde en bakımlısı şehrin hemen çeperindeki Kasımiye Medresesi. Anladığım kadarıyla onun da temel sebebi bu medresenin Mardin Artuklu Üniversitesi’ne tahsis edilmiş olması. Tabi buna rağmen önemli eksikler de var.
Buna mukabil ziyaret ettiğim şehir merkezinden uzak bir konumda bulunan iki devasa manastırın tertip, düzen, bakım ve amaca uygun kullanımı beni bu konu üzerinde düşünmeye itti. Bahsettiğim manastırlardan bir Mardin şehir merkezine yaklaşık 12 km uzaklıkta bulunan Deyrülzafaran Manastırı. Geniş arazisiyle, yeşillendirilmiş çevresiyle göze hoş gelen bir görüntü sunuyor. Manastırın binaları da son derece bakımlı ve iyi korunmuş durumda. İkinci manastır ise Midyat şehir merkezine 23 km mesafedeki Mor Gabriel Manastırı. Dokuz yüz elli dönümlük bir arazinin içine kurulmuş ve etrafı çepeçevre taş duvarlı örülmüş bu manastırda da durum aynı. Bahçe kapısından içeri girer girmez ibretle ve hayretle inceledim etrafı. Ekilen araziler, son derece bakımlı geniş zeytinlikler ve tertemiz bir bahçe. Manastırın tarihi yapısı da olabildiğince otantik ve bakımlı. Biraz önceki iki medreseyi anlatırken yaşatma değil ayakta tutma amacı olduğundan bahsetmiştim. Bence bu iki manastırın temizlik ve bakımından da öte en önemli farklı yaşatılıyor olmaları. Binaların kalp atışını duyuyor ve nefes alıp verdiğini hissediyorsunuz adeta. Bize rehberlik eden Mor Gabriel Manastırındaki bir genç orada 60 kişilik manastır halkının olduğunu, bu kişilerin dokuz yüz elli dönümlük manastırın mıntıka usulü temizlik ve bakımının yaptığını anlattı.
Bunları niye anlattım diyeceksiniz? Tabi ki bir kıyaslama yaparak birini övmek diğerini yermek değil amacım. İslam medeniyetine ait yapıların içinde de yaşayan ve yaşatılanlar var. Ben Mardin özelinde bir değerlendirme yapma ve gördüğüm bir soruna dair tespitlerimi paylaşma gereği duydum sadece. Bu farklılığın sebebi olarak da kendimce bir tespitlerim var. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki bu iki manastır Süryani inanç geleneğinde çok önem atfedilen yapılar. İkinci olarak azınlık durumunda olmanın getirdiği sahiplenme duygusu da göz ardı edilmemeli. Kendini manastıra adamış kişilerin varlığı da önemli bir etken elbette. Benim bunlara ekleyeceğim iki şey daha var: Birincisi bu mekanlara kadın eli değiyor olması; ikincisi ise bu inanç grubuna mensup insanların sanatla olan yakınlığı. Sanat insan ruhunu naifleştiriyor ve varlığa bakışını değiştiriyor zira. Biz tarihi ve kültürel zenginliğimizi yansıtan mekanlarımızı kadınlardan, kendimizi de sanattan biraz uzak mı tutuyoruz diye düşünmeden edemedim.