Sufi müziğe nasıl başladınız, bir hikâyesi varsa dinlemek isteriz?
Öncelikle sorunuz üzerinde bir düzeltme yapmak istiyorum. Eskiden Osmanlı klasik müziği ile sufi müziği arasında bir ayrım yoktu, bu son zamanlarda ortaya çıkan bir hatadır. Batı müziğindeki dini ve lâdînî yani dini ve din dışı müzik tanımlamasını takliden yapılan bu ayrım, müzik ve şiir mirasımızın sadece yüzde yirmisini kapsar. Müziği sufi yapan kuru bir etiket değildir, özellikle sözlerinin manası ve o manayı yaşayabilecek zarif insanların zevkidir. Mesela, Yenikapı Mevlevihanesi’nin Şeyhi Kutbî Dede’nin Yunus Emre’nin şiirleri üzerine bestelediği:
“Dağlar ile taşlar ile
Çağırayım Mevlam seni”
ne kadar tasavvufi bir zevkle dinleniyorsa, Hamparsum Limoncuyan’ın Enderunlu Vasıf Efendinin bir şiiri üzerine bestelediği Hisarbuselik Murabbâ:
“Kim olur zor ile maksûduna reh yâb-ı zafer
Gelir elbette zuhûra ne ise hükm-i kader”
dizeleri de aynı neşe ile dinlenmekteydi. Benim şansım birkaç nesildir müzisyen bir aileye mensup olmam ve ailemin de içinde olduğu klasik Osmanlı müziğini yaşamaya devam eden küçük bir çevre içerisinde doğup büyümemdir. Özetle; ben müziğe başlamadım. Sadece küçük yaştan itibaren ney ve musiki benim gönlüme ve nefesime yansıdı.
Osmanlı müziğinin köklerini araştırıyor ve bilgilerinizi müziğe aktarıyorsunuz. İlginç, bilinmeyen veya yanlış bilinen bir bilgiye ulaştınız mı? Varsa bizimle paylaşır mısınız?
Ulusallaşma döneminin ilk yıllarında üretilen birçok teorinin zorlama ve yanlış olduğuna inanıyorum. Örnek olarak Ziya Gökalp’ın “Türkçülüğün Esasları” adlı eserinde yazdığı “Bizans’ın çeyrek sesleri ile medeniyet olmaz.” cümlesini alabiliriz. Bir bütün ses aralığının dörtte biri anlamına gelen çeyrek ses tabiri 20. yüzyıla kadar bilinmiyor. Doğal olarak böyle bir ses aralığı ne Bizans müziğinde ne de Osmanlı makam müziğinde var. Ayrıca bin senedir iç içe olduğumuz Bizans medeniyetinin etkisinde olmaktan ulusalcılık adına utanıp, iki asırdır tanımaya çalıştığımız Latin köklü Batı medeniyetinin etkilerinden gurur duymak başka bir hayret vesilesidir.
Nefesinizi nasıl kontrol ediyorsunuz ve hata yapmamayı nasıl başarıyorsunuz?
Allah’tan ney üflerken bu soruyu kendime sormuyorum yoksa bütün kontrolü kaybederdim. Önce müzikte hata nedir sorusunu sormak gerekir. Çoğu kimse hatayı yanlış sese basmak, ritmi kaçırmak gibi teknik konularda arıyor. Bence musikide en büyük yanlış zevksiz, heyecansız ve ruhsuz icradır.
Türkiye’de özellikle gençlerde geleneksel sanata doğru bir eğilim var. Bu görüşümüze katılır mısınız?
Son yıllarda istikamet değiştiren bir Türkiye ve bu karışık ortamda kendine kimlik arayan şaşkın bir gençlik var. Benim neslimden iki üç neyzen ancak varken bugün 20-30 yaşları arasında neyzenim diyen, aynı şekilde diğer sazların üstadı olduğu iddiasında olan binlerce genç var. Tezhip, hat, ebru, minyatür öğrenmeye çalışan gençler ve onlara kucak açan atölyeler, hocalar var. Bütün bu gelişmeler elbette sevindiricidir. Ancak neyi üflemek ile onun bağlı olduğu medeniyete ait olmak aynı şey değildir. Dolayısıyla bu popülerleşme bir yandan da bir “New Age” atmosferine bürünüyor.
Ney üflerken nasıl motive oluyorsunuz?
Neyin sesi kim üflerse üflesin, beni her zaman derinden etkiliyor. Bu nedenle kendim üflerken de elimdeki ney kendi kendisine ses veriyormuş gibi önce ben etkileniyorum, gerisi kendiliğinden geliyor.
Tartışmada Olan Bir Konu Klasik Batı müziğinin tıkandığını düşünüyor musunuz?
Batı sanat dünyası ve düşüncesi, dönem dönem estetik değiştirmiş. Birbirinden farklı felsefi akımlar ve sosyal gelişmeler, Ortaçağdan bu yana; Rönesans, barok, klasik, romantik, modern, çağdaş müzik olarak müziğe de yansımıştır. Bu değişiklikleri bir zenginlik olarak addedenler olduğu gibi sonu olmayan bir arayış olarak kabul edenler de var. Söz konusu olan klasik Batı müziği için bir tıkanma değil, bugünün aynası olması gereken çağdaş müziğin bir türlü çağı yansıtamamasıdır.
Yurt dışında yaşayan önemli bir sanat değerimiz olarak; Türk ve Batı dinleyicisi arasında bir fark var mı? Varsa hangi noktalarda?
Ben dinleyicileri milliyetlerine göre değil, müziğe olabilecek hassasiyetlerine ve saygılarına göre değerlendirmeyi tercih ederim. Müziği sadece bir eğlence aracı olarak kabul eden dinleyiciler, Türkiye’de olduğu gibi, dünyanın her yerinde var. Sadece bir düğün esnasında müzik dinlemeye alışmış olanların, Dede Efendi’nin ferahfezasından ve Mozart’ın piyano konçertosundan da sıkılmaması mümkün değil. Mevlana Hazretlerinin “Dinle Neyden çün şikâyet etmede” mısrası dinlemenin ne kadar önemli olduğunun altını yeteri kadar çizmekte…
UNESCO tarafından “Barış Sanatçısı” olarak seçildiniz. Bu zamana kadar verdiğiniz konserler ve etkinlikler arasında unutamadığınız bir konseriniz oldu mu?
2000’li yılların başlarında Yugoslavya’da savaş henüz yeni bitmiş ve Yugoslavya üzerinden birçok yeni devlet kurulmuştu. Belgrad yakınındaki Novi Sad şehrinde eski bir Sinagogda tek başıma bir konser vermiştim. Salonun ilk iki sırası resmi kıyafetli Ortodoks papazlarıyla doluydu. Konserin bitiminde başta etrafımı saran papazlar olmak üzere gelen tebrikleri kabul ederken, gözü yaşlı bir genç adam boynuma sarılıp usulca kulağıma yarı İngilizce “Burada Müslüman bir ben kaldım benim de Müslüman olduğumu bilmiyorlar...” dedi. Biraz daha konuşunca anladım ki savaş çıkmadan sadece birkaç ay önce Priştina’da bir Rufai tekkesinde Müslüman olmuş, benden istediği bazı kitap ve teypleri kendisine yolladım ama daha sonra izini kaybettim.
Bir ilham kaynağınız var mı?
Mevlana’nın Mesnevisi başta olmak üzere, Mevlevî geleneğinin tüm kaynak eserleri benim ilham kaynağımdır.
Hayatınızın bir mottosu var mı? Ve bir başucu kitabınız var mı?
Hayat mottom kadere razı olmaktır, başucu kitabım ise Feriduddin Attar’ın İlahînâme’sidir.
Yazar yönünüzde var, masada bekleyen yeni bir kitabınız var mı?
En az elli yıllık müzik hayatım sonucu vardığım tecrübeyi yansıtan bir kitap hazırlamaya niyetim var; ucundan kenarından başlamış olsam da konu geniş inşallah tamamlamak mümkün olur. Ayrıca Mevlana Hazretleri hakkında neredeyse her gün duyduğum iftira ve yalanlara karşı, Mevlana’nın kendi sözlerini kaynak göstererek, hazırlamak istediğim cevapları umarım yine bir gün kitap olarak yayınlamak kısmet olur.
Geleneksel Mevlevi Sufi üstadı olarak genç yeteneklere ne gibi önerilerde bulunabilirsiniz?
Estağfurullah benim “Mevlevi Üstadı” olmak gibi bir iddiam olmadığı gibi bu iddia da olanları yalancılıkla suçlayan birisiyim. Bir önceki neslin birçok üstâdı ile yıllarca beraber olmanın ve yılların getirdiği tecrübelerin sonucu genç arkadaşlara tek önerim olabilir; musiki kuru bir maharet değildir, bu sanatın manasını aramak gerekir ki o da tarih bilgisinde, şiir ve edebiyat zevkinde gizlidir. Bunun için de bol bol okumak gerekir.
En sevdiğiniz şarkı?
Şakîr Ağa’nın ferahnâk makamındaki yürük semâî “Bir dilbere dil düştü ki mahbubu dilimdir.”
En sevdiğiniz kitap?
Mevlana’nın Mesnevisi
En sevdiğiniz ülke?
Türkiye
En sevdiğiniz şehir?
İstanbul
En sevdiğiniz yazar?
Ahmet Hamdi Tanpınar ve Yaşar Kemal.
Röportaj: Ezgi Aşık