Ey sevgili

en sevgili

uzatma dünya sürgünümü benim.

Sezai Karakoç

Âdemoğlu kendi sürgününü unuttu da mazlum coğrafyalardan gelen mültecileri diline dolamaya başladı. Başka şehirleri bilmem ama meskûn olduğum Konya'da bazı insanların hadlerini aşarcasına mütecaviz eleştirileri beni ziyadesiyle mahzun ediyor.

Muhacir Pazarı, Muhacir Mahallesi, Araplar Mahallesi, Kazanlı Medresesi, Tatar Camii gibi yerler Konya'nın ensar ruhunun evvel zamanlara dayandığını gösteriyor. Konya'yı Konya yapan değerlerden Mevlana'nın Belh’den (Afganistan), Şems’in Tebriz'den (İran), Sadreddin Konevi’nin babası Mecdüddin İshak ve hocası İbn Arabî'nin Endülüs'ten (İspanya) Konya'ya gelmiş önemli şahsiyetler olduğunu hatırlatalım. Atalarımızın Orta Asya'dan buraya göç ettiğini de unutmayalım. Anlayacağınız Konya'nın mazlumlara kucak açması yeni değildir.

1907 yılında Rus zulmünden kurtulmak için Sibirya'dan yola çıkıp yaklaşık 7 bin kilometre mesafe kat ederek Konya'ya hicret eden Tatarlar, Cihanbeyli’nin Böğrüdelik köyünde dillerini, kültürlerini ve kimliklerini koruyarak yaşamaya devam ediyorlar.

Hazin göç hikâyesini kendi evlatlarından dinlemek ve okudukça, tanıdıkça hayran olduğum Sibirya Tatarlarından Abdürreşid İbrahim Efendi’nin (Merhum Mehmet Akif'in “Süleymaniye Kürsüsünde” şiirinde uzun uzun anlattığı meşhur âlim ve seyyah) izini sürmek için yol arkadaşlarım Mevlüt Akpınar ve Ziya Menekşe abiler ile birlikte Böğrüdelik köyüne gittik.

Abdürreşid İbrahim Sibirya'nın kahramanıdır

Köyün eski adı Sultan Reşat’a atıfla Reşadiye, Abdürreşid Efendi’ye atıfla da Reşidli. Keşke köy eski adı ile kalsa ve Abdürreşid Efendi’yi hatırlatmaya devam etseydi. Aslında nasıl ki Mehmet Akif Anadolu'nun kahramanı ise Abdürreşid İbrahim de Sibirya'nın, Asya'nın, Japonya'nın, Kafkasların kahramanıdır. Eğer bir mürşide bağlanacak olsaydım vefat etmiş bile olsa bu kimse kuşkusuz Abdürreşid Efendi olurdu. Çünkü bütün İslam dünyasını dolaşmış; Asya, Avrupa, Afrika ve Ortadoğu'da ayak basmadık yer bırakmamış, İslam'ı anlatmış. Trablusgarp'ta ve Sarıkamış'ta cihada katılmış. Rusya'da Japonya'da Çin'de İslamî uyanış hareketlerine etki etmiş büyük bir şahsiyettir Abdürreşid Efendi.

1907-1910 yılları arasında gezdiği yerleri ve gözlemlerini Âlem-i İslam adıyla kitaplaştırmış. Mehmet Akif Ersoy bu eser hakkında, “Ben çoktan beri bu kadar samimi, bu kadar tesirli bir kitap okuduğumu hatırlamıyorum” diyor. Abdürreşid İbrahim Efendi’yi anlatmaya bu yazının sınırları yetmez. İnşallah onu uzun bir makalede anlatmayı deneyeceğiz. Tatarları Sibirya'nın Tobolsk vilayeti, Tara kasabasından buraya hicret ettiren de işte bu büyük şahsiyet Abdürreşid İbrahim Efendi’dir. Kendisi de 1925-1930 yılları arasında 8 yıl bu köyde yaşamış. İyileşmeye başlayan Türk-Rus ilişkilerinin sonucu olarak Rus diplomatların baskısıyla bir nevi İstanbul'dan Reşitli’ye sürgün edilmiş. Kızı bu köyde yaşamış, öğrencilerinden Hacı Mehmet Hâkim Oğuz 2012 yılında burada vefat etmiş. Abdürreşid’in öğrencisi Hâkim Oğuz'a bıraktığı ders notları muhafaza edilmiş.

Konya’ya 130, Cihanbeyli’ye 35 kilometre uzaklıktaki Böğrüdelik köyüne varınca temizlik ve düzen dikkatimizi çekiyor. Tertip, düzen ve temizlik yarışmalarında derece almış bir köy var karşımızda. Bizi karşılayan Rahmetûllah Kurtaran Beyefendi’ye “Köyünüz çok güzelmiş” diyorum. Tatar dilindeki bir şiirle karşılık veriyor:

Oramınız sikiz yol

Sigisi de digiz yol

Mini taşlap yatnı söysen

Sıtma tutsın sigiz yıl.

(Sokağımız sekiz yol

Sekizi de düzgün yol

Benden başkasını seversen

Sıtma tutsun sekiz yıl.)

Şiirler ve türküler dinliyoruz

Köy gerçekten de enine dört, boyuna dört olmak üzere sekiz düzgün yoldan ve sokaklardan oluşuyor. Rahmetullah Bey, evinin bahçesinde yol arkadaşlarım Mevlüt ve Ziya abiler ile birlikte bizi misafir ederken eşi Züleyha abla sofrayı meşhur tatar börekleri ile donatıyor. Soframıza yıllarca Avrupa'da kalmış olan Lokman abi de katılıyor. Aralarındaki Tatarca konuşmaları ilgi ile dinleyip anlamaya çalışıyoruz.

Sohbet ilerledikçe Rahmetullah’ın bilge bir Tatar ozanı olduğunu anlıyoruz. Şiirler okuyor, türküler söylüyor, milli müzik aletlerinden mızıka çalıyor. Tatarlar ile ilgili düzenlenen uluslararası toplantılara davet ediliyor. Bu yıl Başkurtistan’da yapılan bir kongreye katılmış, atayurdu olan Tara'ya gidip soydaşlarını ziyaret etmiş. Hafızasında tatarlarla ilgili o kadar çok ansiklopedik bilgi ve hikâye var ki dinlemeye zaman yetmiyor. Binlerce Tatarca beyit ve türkü biliyor. Aynı zamanda iyi bir usta. Köyün elektrik, sıhhi tesisat, fayans işlerini de Rahmetullah yapıyor.

Lokman abi söze giriyor: “Tatarlar sanat ve zanaat ustasıdır. Buraya göç ettiğimizde babalarımız çevre köylerin tüm işlerine yardımcı olmuşlar. Sobacı, nalbant, demirci, attar, terzi, marangoz gibi birçok mesleği babalarımız öğretmiş bu yöreye. Biz Tatarlar hayvanları, özellikle de atları çok severiz. Geçmişte at eti yiyip kımız içmişliğimiz de vardır. Eskiden Konya'daki askeri birliklerin atları bizim köyde yetiştirilirmiş. Gençliğimizde at satardık. Atlar giderken ağlarlardı. Yakın köylere sattığımız atlar kaçıp köye geri gelirlerdi” diyor.

Köyün tam bağrından çıkan kaynak

“Reşidli adı daha güzelmiş, köyün adı niye değişti?” diye soruyorum. Köyün tam bağrından çıkan ve gürül gürül akan kaynak suyunu gösteriyor Rahmetullah. “Köyün bağındaki şu delik/kaynak yüzünden adı Böğrüdelik olmuş” diyor.

Köy yaklaşık dört yüz haneden oluşuyor. Van, Bitlis ve Ağrıdan göç etmiş Kürtler de var burada. Köyde tam bir kardeşlik havası hâkim. İkindi namazını köy camisinde cemaatle kılarken kendimi Türkistan veya Moğolistan bölgesindeymişim gibi hissettim. Tatarlar dindar insanlar. Buhara'dan Sibirya'ya giden Müslüman âlimler, Tatarlar üzerinde çok etkili olmuşlar. Gelenek ve kültürlerine çok düşkünler. Abdürreşid Efendi'nin köyde bıraktığı etki hala canlı. Onu “babay/baba” olarak anıyorlar. Sohbet ve muhabbet o kadar uzuyor ki akşam karanlığının ne vakit ufku kapladığını anlayamıyoruz.

Henüz tamamlanmamış bir sohbet oldu duygusuyla Lokman ağabey, Rahmetullah bey ve Züleyha hanım ile vedalaşırken Konya'da (Atlıhan’da) buluşmak, at binmek ve sohbete Konya'da devam etmek üzere sözleşip ayrılıyoruz. Vedalar hüzünlü oluyor. Çünkü göç hakkında dinlediğimiz acı hikâyeler bizi çok etkiliyor. Köyün son evini arkamızda bırakırken içimden, “Hayat hicrettir. Sadece kimin, ne zaman, nereye göçeceğini bilmiyoruz” diyorum.