Nazif Gürdoğan ağabeyle sık sık telefonla görüşüyoruz. Pandemiden önce çeşitli etkinliklerde bir araya geliyor, yüz yüze görüşüyorduk. Karantina ve sağlık nedenleri ile gerçekleştiremediğimiz görüşmeleri bir süredir telefonla yapıyoruz. Geçtiğimiz günlerde evde çalışırken yine telefonum çaldı ve karşımda her zamanki gibi dinamik, canlı, çoşkulu görüşleri ile Nazif Hocam vardı.
Nazif Gürdoğan, enerjisiyle size güç vererek sizin enerjinizi yükseltir. Pozitif düşüncelerle yeniden dolu dolu olduğunuzu hissettirir. Çoşkulu sözleri ile sizi yeniden ‘siz’ olmaya çağırır. Sürekli eylem içinde olmaya, sürekli yeni başlangıçlara birlikte yol almaya çağırır. Yeni etkinliklerde buluşmaya davet eder. Yayın dünyasının sıkı takipçisidir. Yeni yayınlardan söz eder, üzerinde durulması gereken önemli konulara işaret eder, birlikte düşünelim, ne yapabiliriz, der.
En son aradığında Sezai Bey’den bahsetti. Akşam kitapları karıştırırken ‘Sütun’dan değişik yazıları yeniden okuma ihtiyacı duyduğunu söyledi. Özellikle ‘Rus eski Rustur’ ile hemen ardında peş peşe yer alan ‘Rusya’yla Avrupa’nın hesaplaşması, Avrupa’nın Rusya ile hesaplaşması’ başlıklı yazıları yeniden altını çizerek okuduğunu söyledi. Üstadın 1968 yılında günlük bir gazetede her gün yazdığı yazılardan oluşan kitaptaki görüşlerin ne kadar önemli olduğundan söz etti.
Yazıların bağlamında içinde yaşadığımız günlerde önümüzde duran Rus-Ukrayna savaşına söz geldi ve bugün yaşananlara ışık tutacak değerlendirmeler yaptı. Hatta birkaç gün önce bu konuyu kendisinin de yazdığını, Rus Ukrayna savaşını iyi okumamız gerektiğini söyledi. Öncelikle Sezai Karakoç’un gazetede yazdığı günlük yazılardan oluşan Sütun’daki söz konusu yazıları bulup okudum. Ardından Nazif Ağabey’in konu ile ilgili yazdığı yazıyı da okudum. Sezai Bey’in 1968 yılında yazdığı yazılardaki görüşleri destekleyen bir yorum vardı. ‘Tarihin her döneminde toplumlar düştükleri yerden ayağa kalkarlar’ başlıklı yazıda Osmanlı’nın neden üç kıtada birden hâkim olduğunu, Anadolu topraklarının neden önemli olduğunu anlatırken Avrupa’ya yaklaşımı da şu cümlelerle ifade ediyor: “Türkler tarihleri boyunca, üç kıtada olunmadan Anadolu’da olunmaz diye düşünürler. İstanbul’suz Osmanlı olmaz diyen Fatih, kendisini hem birinci hem ikinci Roma’nın varisi olarak görür. Yavuz Afrika’ya, Kanuni Avrupa’ya ağırlık verir. Türklerin tarihinde Avrupa vazgeçilmez bir yer tutar. Osmanlı döneminde Türkler, güçlerinin zirvesine Avrupa’da ulaşırlar. Osmanlıların büyümeleri Avrupa’dan başladığı gibi küçülmeleri de Avrupa’dan başlar. Türklerin Avrupa’da hem ilerlemeleri hem geri çekilmeleri yüzyıllarca sürer.”
Avrupa’nın doğudan ve kuzeyden gelen Türkler ve Araplar sayesinde kendi kimliklerini bulduğunu, karşılıklı geliş ve gidişler sayesinde ticaretin ve ilişkilerin geliştiğini kaydeden Gürdoğan, peygamberlerin ve getirdikleri kutsal kitapların da bu yolla Asya’dan Avrupa’ya geçtiğini söyler. Türklerin tarih boyunca gözlerini ayırmadan daima Avrupa’nın üzerinde tuttuğunu, ayrıca kervan toplumu oldukları için Osmanlıların o dönem en iyi yıllarını yaşadığını belirten Nazif Gürdoğan Türklerin, Avrupa’ya Asya’nın dünyaya açılan en büyük yarımadası, büyük kapısı olarak nitelerken konuyu Rusya Ukrayna savaşına getirip şöyle yorumlar: “Hem Avrupa hem Asya ülkesi olan Ukrayna ile Rusya arasında, büyük yıkımlara yol açan savaştan sonra dünyadaki bütün ülkeler arasındaki ekonomik,siyasal ve kültürel dengeler altüst olurken, Almanya’daki ve Rusya’daki Türklerle, Türk dünyasının her iki kıtadaki gücü katlanarak artıyor. Avrupa’da yere düşen Türkiye, Avrupa’dan ayağa kalkıyor. Türkiyesiz Avrupa’nın Amerika ve Çin karşısında gücünü koruyamayacağını bütün dünya görüyor. Grozni gibi, Halep gibi yıkılan Kiev, Moskova’yı yenileyen, Türk yapı kuruluşlarını bekliyor.”
Savaş sonrası için de böyle önemli beklentilerin ortaya çıkmakta olduğunu ifade ediyor: “Tataristan, Başkurdistan, Kırım ve Dağıstan, Türk Birliği’ne katılmak için gün sayıyor.
Dağılacak Rusya Federasyonu’ndan, Türk dünyasına yeni cumhuriyetler geliyor.”
Görüldüğü gibi önemli tespitlerde bulunuyor Gürdoğan. SSCB’nin 90’lı yıllarda dağılması ile bugün her birisi ayrı bir devlet olarak varlığını sürdüren Türki cumhuriyetlerin kurulduğunu, bugünkü kriz sonrası yine Rusya’nın yeni bölünmelere gebe olduğunu, yeni devletlerin kuruluşunu gerçekleştirebileceğini belirtiyor.
Rus kuvvete boyun eğer
Üstad Sezai Karakoç’un Rusya ile analizlerini içeren bu yazıları yeniden okuduğumuzda Nazif Hoca’nın değerlendirmelerinin, yorumlarının üstadın yorumları ile ne kadar örtüştüğü apaçık görülecektir. “Olan, olacak olandı. Sürpriz değil.” Diye başlıyor yazı. Rusya’nın Çekoslavakya’ya girişi üzerine yazılmış önemli bir değerlendirme. Rusların Çekoslavakya’ya girişini Avrupa’nın öncelikle Avrupa’ya bir saldırı olarak nitelendireceğini söyleyen üstad, bu son durum üzerine ‘böbreğine taş girmiş gibi sancı’ duyacağını bunun bedelinin ağır olacağını, Avrupa’nın buna tepki göstereceğini ifade ediyor.
Söz konusu yazıların üçünü de buraya alıp yeniden okuyalım ve bugünkü Rus Ukrayna savaşının o tarihteki Çekoslavakya işgali ile nasıl bir benzerlik taşıdığını, Üstadın 1968 yılında yazdığı yazılarda sanki bugünkü olaylara ışık tutan görüşleri dile getirdiğini apaçık görmek mümkün.
RUS, ESKİ RUSTUR (*)
Olan, olacak olandı. Sürpriz değil.
Komünizm, şiddete inanır; Rus kuvvete.
Çekoslovakya’nın istilâsı, Macaristan’ın ezilmesine benzemez. O zaman, Avrupa Macaristan’ı bir kurban gibi görmüştü. Şimdi Avrupa o psikolojiden, Rusun zafer payına sınırsız çek imzalama psikolojisinden iyice uzaklaşmıştır.
Avrupa’nın tepkisi Rusların Çekoslovakya’ya girişini, Çekoslovakya’dan önce Avrupa’ya bir saldırı olarak anlamlandıracaktır.
Avrupa, böbreğine taş girmiş gibi bir sancı duyacaktır.
Tepki buradan gelmektedir. Yoksa Çekoslovakya zaten Rusya’nın elinde değil miydi? Doğu Almanya aynı durumda değil midir?
Fakat Avrupa, en ufak değişiklikleri, eski dâvaların gözden geçirilmesi için bir fırsat kabul eden bir duyarlıktadır.
Mesele, Çek-Rus meselesi değildir. Mesele Avrupa-Rus meselesidir. Çeklerin cesareti de bundan geliyordu, Rusların geçici çekingenliği de.
Fakat şimdi Rus, elli yıldan beri Avrupa’ya karşı kullandığı «terör şoku» usulünü tekrarlayarak, değişmeyen aynı Rus olduğunu gösterdi.
Rus’un değiştiğini sanmış olanlar için bir sürprizdir bu. Ama Rusu tanıyanlar için, hele bizim gibi her nesil kaç kez Rusu göğüs göğüse tanıyanlar için, aksi sürpriz olurdu.
Rus ancak kuvvetin önünde durur. Kuvvete boyun eğer.
Avrupa’nın büyük devletleri suçludur bütün bu olanlardan. Küçük devletleri bir kalemde zafer şöleninde Rusa armağan etmişlerdi. Şimdi Çeklerin gözyaşları, Avrupa’nın ihtiyar kalbini titretecek midir? Bakalım.
Çekoslovakya’nın fiilî istilâsı, Avrupa’nın kuvvetini ve cesaretini anlamak bakımından da son dönem politikasında önemli bir anket olacaktır.
Propaganda bir kez daha hakikatin önünde yere serilecektir.
Ruslar çekilse bile, Avrupa’da şu veya bu sebeple oluşmuş Rus sempatisinin son kalıntısı da sönecek.
Rus aşkının mumu bir daha da yanmayacaktır.
Ruslar, bu saldırıyla, Avrupalı olmayı kendi elleriyle itivermişlerdir.
Komünizmin Rusçuluğun bir âleti olduğu bir kere daha çırılçıplak ortaya çıkmıştır.
Bunu andıran olaylar tekrarlanırsa, sonunda Avrupa ve Rusya karşı karşıya gelecektir.
Avrupa’nın geleceği de ancak bugüne kadar dünyaya çektirdiklerini unutturacak çapta bir fedakârlığına bağlı. O da olsa olsa Rus felâketini insanlığın üzerinden uzaklaştırmak olabilir.
Bugün için Avrupa, Rusya’nın karşısına çıkmaz ve çıkamaz. Ama, ilerde Rusya’ya karşı çıkmadıkça Avrupa eski etkisine bir daha ulaşamayacaktır.
Zavallı Çekoslovakya, Avrupa’nın zalim ihtiyarlarının umursamazlığının acısını ödüyor, yani çekiyor.
Avrupa düşüncesizliğinin terlerini döküyor.
Çek olayı, Avrupa ihtiyarlarıyla gençlerinin arasını, daha doğrusu politikacılarıyla halkının arasını iyice açacaktır. Eğer ihtiyar politikacı, Rusya’ya avrupa halkının takınacağı tavrı takınmazsa diplomatik alışkanlıklarının esiri kalırsa, asıl sürprizleri Avrupa’nın batı yönünde beklemek gerekecektir.
Rusya, uzun yıllar, Avrupa’da panik uyandırmakta buldu başarıyı. Bugünkü hesabı da budur. Ama, Avrupa yıl yıl daha duygulu bir psikolojinin gerginliğini yaşamaya doğru kayıyor. Avrupa ruhu hızla değişmektedir. Panikten ve korkudan öfkeye ve patlamaya kolaylıkla geçebilecek bir duyarlıktadır Avrupa ve Rusya bunun farkında değil.
Rusya, hiçbir şeyin farkında değil...
RUSYA’YLA AVRUPA’NIN HESAPLAŞMASI
İkinci Dünya Savaşı’nın haracı olarak Rusya, Avrupa’nın yarısını zimmetine geçirmiştir. Amerika da öbür yarısına dal budak salmıştı. Ancak Amerika’nın girdiği ülkeler büyük ve ileri devletlerdi. Onlar politika yoluyla, hattâ bu yolda Rusya’ya da tavizler vererek Amerikalıları yavaş yavaş ülkelerinden uzaklaştırmasını bildiler. Zaten Amerika’nın girişi de Rusya’nın Doğu Avrupa’ya girişi gibi değildi. Yardıma çağrı üzerine gelmişti. Onlar da Amerika oralara gelmeden önce de aynı rejimle yönetiliyorlardı. Buna rağmen, onuruna düşkün bu ülkeler, Amerika’yı Avrupa’yı terk etmeğe zorladılar. Bu yolda gün gün başarı kaydettiler. Ekonomilerini sağlamlaştırdıkça dünya politikasında daha etkili oldular. Dünya politikasındaki etkileri arttıkça da Amerika’nın etkisini paylaştılar.
Fakat Doğu Avrupa ülkeleri Rusya’ya karşı aynı başarıyı gösteremezlerdi. Savaşta bütün bütün yıkılmışlardı. Zaten küçük küçük devletler olarak tek başlarına Rusya’ya karşı koyamazlardı. Üstelik eski rejimler yıkılmış, komünizm ahtapotu ülkeleri sarmıştı. Macar başkaldırısı, dehşet veren bir örnekti. Batı, bu ülkeleri feda etmiş gibi davranıyordu.
İşte bu noktada, sosyalizmi benimsemiş gibi davranma zorunda kalan bu ülkeler, rejim içi bir değişme yolunu zorlayarak bir parça soluk alabilme imkânını aramaktan başka bir çarelerinin bulunmadığını gördüler.
Rusya’daki çatışmalar, yenilerle eskilerin uyuşmazlığı, Çin-Rus anlaşmazlıkları bu ülkelerde de bir kımıldanma, düşünce ve duygu plânında bir değişme doğurdu, içten içe bir değişme, fakat dışarıya pek sızdırmama. Bu kımıldanışlar içeriyi olgun bir hale getirdi büyük bir değişim için.
Macarlar ezilmiş ve çiğnenmişti. Ama savaştan bu yana ilk defadır ki, Avrupa doğusunda olup bitenlerden bir sızı duymuştu. Sanki daha önce bir felç geçirmiş ve doğusuna ait duygusunu kaybetmişti. İlk defadır ki felçli bölgedeki bir ezilişten bir acı duymuştu.
Batı Avrupa ülkelerinin Amerika’ya karşı Rusya’yla diyaloglarından, bu ülkeler ilk anda fark edilmez heyemolalarla yavaş yavaş faydalanmıştı. Avusturya ve Yugoslavya’nın tutumları da cesaret verici oluyordu. İşte Çek Dramı böyle başladı.
Yalnız Çeklerin en medenî ölçüler içinde başkaldırısında ilk bakışta fark edilmeyen yeni bir unsur vardı. Hatta bu unsur bugün bile tam aydınlıkla görülmemektedir. Bu unsur da Avrupalı olma şuurudur. Dubçek’in politikası, Avrupa’nın uyuklayan duygusunu uyandırma, Doğudaki felci iyi etme politikasıdır. Bir nevi «şifa politikası». Rusya, bunu ilkin anlayamadığı için oyalama yoluna saptı. Fakat, sonra bunun, bütün Doğu Avrupa’nın bağımsızlığı anlamına geldiğini sezince birden öfkeyle ayağa kalktı.
Ayağa kalktı ama artık Avrupa da eski Avrupa değildir. Amerika’yı yeteri kadar kendinden uzaklaştırmış ve yüzünü Doğuya, Doğu Avrupa’nın ezilmiş halkının kaderine çevirmiş bir Avrupa’dır. Rusya’nın geciktirilmiş hesabını görmeğe hazırlanmış, ilk fırsatta masaya oturma niyetini taşıyan bir Avrupa’dır.
Sıra Rusya’ya gelmiştir. Avrupa’dan atılma sırası ondadır. Artık bunu bilen bir Avrupa vardır.
Çek dramının kökünde, böylece Avrupa’nın kaderi kaynaşmaktadır.
AVRUPA’NIN RUSYA’YLA HESAPLAŞMASI
Rusya, Avrupa’nın büyük ve sürekli ukdelerinden biridir.
Avrupa, Rusya’nın Avrupa ile olan bağını bir türlü kesinlikle çözememiştir.
Dostken bile yabancıdır. Düşmanken bile kötü bir akrabadır. Sempati duyulurken bile bu sempatinin içine mistik bir korku karışır.
Avrupa kendini aydınlık bir gündüz kabul ediyorsa; Rusya onu tamamlayan karanlık bir gecedir. Tamamlar ama bir gecedir.
Avrupa’nın kaderiyle ilgili her teşebbüs, Rusya’yı hesaba katmak gereğini duymuştur.
Napolyon, Avrupa’yla hesaplaşmak için Rusya’yla anlaşmak zorunda kalmış, fakat az bir zaman içinde, kendini Avrupa’ya kesin olarak kabul ettirebilmek için Rusya’ya boyun eğdirmek gerektiğini anlamıştır. Fakat Napolyon’un Rusya bozgunu, bir nevi Avrupa’nın Rusya’yla olan ilk hesaplaşmasından yenik çıkması sonucunu doğurmuştur. Dolaylı yoldan da olsa, Rusya Avrupa’nın kaderinde söz sahibi olduğunu kabul ettirmiştir.
Hitler deneyi, Avrupa’nın Rusya’yla ikinci dolaylı hesaplaşması olmuş, bu sefer Rusya, Avrupa’nın yarısını alma hak ve gücünü kendinde görmüştür.
Avrupa, Napolyon ve Hitler’den kurtulma duygusu içinde Rusya’nın bu dehşetli kazancını görememiştir.
Rusya’nın talihi, iki sefer de Avrupa adına, Avrupa’nın kalbini kazanmış iki önderin değil, Avrupa’yı dehşete düşürmüş iki romantiğin karşısına çıkması olmuştur.
Amerika’yla Rusya’nın karşı karşıya gelmesi, ruhça ve maddece yıkılmış Avrupa’da bu çatışmadan faydalanmaktan öte ve Rusya’yla doğrudan doğruya hesaplaşma anlamına gelen bir duygu uyandıramamıştır.
Fakat İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, bir süre uğraşıp da eski durumuna kavuşamayacağını kavrayan Avrupa, derin derin geleceğini düşünmeğe başlamıştır. Avrupa’nın bir bütün olduğu fikri, bu düşünceden doğmuş, Avrupa Birliği tezi, bu zaruret duygusundan çıkmıştır.
De Gaullecülük bu zaruretin bir yemişidir. Avrupa gençliğinin başkaldırısı, Avrupa’nın geleceğinin genç ruhlarda uyandırdığı umutsuzluktandır. Avrupa’nın ruhu gitgide çok hassaslaşmış, adeta dokunsan patlayacak veya kırılacak bir özellik kazanmıştır.
İşte Rusların, Çek ülkesinin masum ve mütevazî bir dileğini tankla ezmeye kalkışının, Avrupa’nın bu hassas psikolojik durumunda çok büyük yankılar uyandırması bundandır.
Avrupa, yavaş yavaş Rusya’yla hesaplaşmadan yeni bir varoluş gösteremeyeceğini idrak etmeye başlamıştır.
Şimdiye kadar, Rusya dehşetini zaman zaman duyan Avrupalı devlet adamları olmuştu. Fakat, şimdi Rusya’yla hesaplaşma zaruretinin şuuruna varmaya başlayan artık bütün Avrupa’dır.
Avrupa halkı, yavaş yavaş, Rusya’nın karşısına çıkmaya başlamıştır
Avrupa’nın yeniden büyük bir güç olmasına engel Rusya’dır. Avrupa bunu anlamanın ilk şuur işaretlerini vermeğe başlamıştır.
Avrupa, Çek ülkesinin trajedisinde kendi geleceğinin tohumunu görmüştür. Çeklerin şahsında Rusun zulmüne uğradığını Avrupa fark etmektedir artık.
Doğu Avrupa büyük olaylara gebedir.
Avrupa, yeni akımların arefesindedir.
Rusya düşüncede, duyguda, politika ve milletlerarası karşılaşmalar plânında henüz nebülöz halde bulunan yepyeni bir cephenin karşısına dikileceğine şahit olabilir kısa bir süre içinde.
Bizim için de artık kaçınmamamız gereken ve sadece Allah’ın bir lütfu olan yepyeni fırsatlar doğmak üzeredir.
------------
Sütun, Sezai Karakoç Diriliş Yayınları 1969, 2. baskı