Çocukluğum düzenli bir şekilde Tercüman gazetesinin okunduğu bir evde geçti. 70’leri de hatırlıyorum ama asıl algımı oluşturan fotoğraf 80’lerdir. Gazetenin kültür-sanat sayfasını Beşir Ayvazoğlu hazırlıyordu. İlk gençlik yıllarımdan itibaren, bu ismin belleğimde daha da yer etmeye başladığını söyleyebilirim.
O yıllarda şiire hiç ilgim yok ama 1989’da Tercüman’ın kültür sayfasında, Beşir Bey’in tanıttığı bir kitap hayli ilgimi çekmişti. Kitabın ismi: “Karanlıkta Gün Yüzünüz” (Gelecek Yayınları, 1989, Ankara). Şairi: Cemal Sayan. Beşir Bey, kitabın şairi için, “Şiire atılmış sağlam bir adım” diyordu. Sonra şu alıntıyı vermişti:
“Bir masal mıydı gülün solduğu
Ah annem annem o azgın dalgalardan
Ayakta tutan bizleri
Bitmez bir tevekkül müydü
Öp beni annem/ öp beni
Önümüzde duran zaman bir karaltı”
Şiirde ne demek istendiğini, kimlere yazıldığını hemen anlamıştım. Bir çocuk olarak 70’li yıllarım, o öykülerin içerisinde şekillendi. O azgın dalgaların ne olduğunu, bitmez bir tevekkül ile ayakta durmaya çalışanların kimler olduğunu ve önümüzde duran zamanın neden aydınlık değil de karanlık olduğunu… Hepsini biliyordum anlatılanların…
Bir kuşağa söylenmiş ağıtlar
Kitabın çıktığı yıl, aynı zamanda, benim üniversite okumak için Ankara’ya gittiğim zamana denk geliyordu. Ankara’da kitabı buldum. Muhtemelen Sıhhiye’de Diyanet Vakfı’nın kitabevinden almış olmalıyım. Belki Akçağ’dan, belki de Gökkuşağı kitabevinden. Mutlak üçünden biri… O gün bugündür ismi “Karanlıkta Gün Yüzünüz” olan kitap, kütüphanemde her daim başucu şiir kitaplarımın arasında seçkin yerini almıştır.
“Karanlıkta Gün Yüzünüz”, baştan sona bir kuşağa söylenmiş en nitelikli ağıtlardan meydana gelir. Açıkça söylemek gerekirse ömrü 1970’lerde heba olmuş, 80’lerde ise kimisi idam sehpalarında son nefesini vermiş, kimisi soğuk işkence odalarında aldığı darbelere dayanamayarak cansız bedenini cellâdının kirli ellerine bırakmış, kimisi rutubetli karanlık hücrelerde, büyük bir hayal kırıklığı içerisinde umutsuz bekleyişlere geleceği bağlanmış ülkücü çocuklardır anlatılan. Zaten bu acılı çocukların trajedisini dile getiren ve şiirin estetik seviyesine sahip iki önemli kitap durur önümüzde. Birincisi Cemal Sayan’ın kitabı, diğeri de İlhami Atmaca’nın “O Çocuklar Öyle Mahzun Ağlamaya Gittiler” kitabı.
Uzun yıllara sarkan gözlemlerim neticesinde ne yazık ki her iki kitabın da, o dönem organik ilişki kurdukları camiada hiçbir şekilde karşılık bulmadığına, anlaşılmadığına ve hatta doğru dürüst okunmadığına şahit oldum hüzünle. Oysa “içeride” yaşanan bu acıları duyan, hisseden, estetik biçimde algılayabilen birileri çıkmıştı ortaya. Ama sanatsal anlamda büyük nitelik sorunu yaşayan “ülkücü” camiada, işte bir tek Beşir Bey kitabın ne anlama geldiğini fark etmişti. Bir de “Yeni Düşünce” isimli haftalık gazetede (camianın yarı resmi yayın organı), Sayan ile bir söyleşi yapılmıştı. O kadar…
Bir şiir kitabıyla ilgili iki çift laf edecek bir adam yoktu ülkücü camiada
O yıllarda Kültür Bakanlığı, bir edebiyat-sanat dergisi çıkarıyordu. Kızılay’ın biraz yukarısında, bakanlığın satış bürosu vardı. Çok giderdim oraya. Bu derginin bir sayısında Cemal Sayan’ı tanıtan, fotoğrafının ve şiirinin olduğu bir yazı buldum. Şiiri üzerine ciddi bir çözümleme, poetik bakış açısı gibi bir derinlik yoktu yazıda. Benim yaşım o vakitler küçüktü. Okuma serüveni itibariyle de derin bir kazı yapamazdım kitap için. Şimdi düşündüğümde ise, kitapta yer alan şiirler üzerine müthiş bir yazı çıkartmak mümkündü halbuki. Yani 1980 öncesinin Türkiye’sinin politik ve sosyolojik tahlilinden hareket ederek, “Karanlıkta Gün Yüzünüz” kitabına ulaşan çok anlamlı şeyler pekâlâ söylenebilirdi.
Bizim “Türk milliyetçisi” bir yığın edebiyat akademisyenleri fark edememişlerdir mesela bu kitabı. Üzerine laf edememişlerdir. Tabi ben sonradan anladım ki, zaten laf edebilecek doğru dürüst adam da yokmuş. Bu çok hüzünlü bir şeydir aslında. 1969’da CKMP’nin MHP’ye evrilmesinden itibaren geçen onca yıla rağmen, bir şiir kitabı, ki hem de hareketin yaşadığı en önemli tarihsel karılmayı doğru okuyabilmiş ve bunu estetik bilince eriştirebilmiş bir eser karşısında, iki çift laf edebilecek adam bir elin parmaklarını geçemiyor.
Dolayısı ile Cemal Sayan, benim için hep yalnız ve kıymeti anlaşılamamış önemli bir isimdir. Tıpkı Nevzat Kösoğlu gibi. Ürettikleri metinler ne yazık ki direkt muhatap oldukları camianın çok üzerinde. Bu yüzden yalnızlar.
Sakarya Caddesi'nde, birkaç defa...
Cemal Sayan ile hiç tanışmadım. Yüzünü, arşivimde sakladığım ve 1980’lerin sonundaki halini yansıtan -şimdi eskimiş- fotoğrafı dışında hiç görmedim. Benim Ankara’da üniversiteye başladığım yıl, o da oralarda idi sanırım. Ama benim şiire çok geç girişim ve aradığım gerçek edebiyat, düşünce çevresi ile geç karşılaşmam sebebi ile böyle bir tanışma olamadı. Bir şiirini, sevgili Mehmet Can Doğan’ın çıkardığı ve benim çok önemsediğim A’raf isimli dergide okuyunca şaşırdığımı hatırlıyorum 90’ların ortalarında. Çünkü Sayan, bu kitabından sonra sanki ortadan kaybolmuştu. Dergilerde göremiyordum O’nu. Yeni şiirlerini okuyamıyordum. Bu yüzden yıllar sonra A’raf Dergisi’nde şiirine rastlayınca çok mutlu olmuştum. Sonra yeniden kayıplara karıştı. Ve artık O’nun ismine hiçbir yerde rastlayamadım. Şiiri terk etmişti. Ve sanırım Ankara’yı da…
O’nu anlayabildiğimi söyleyebilirim. Niçin artık dönmemecesine geri çekilişini, kendisini adeta unutturmaya çalışmasını… Karanlıkta Gün Yüzünüz kitabındaki şiirlerinin asıl muhatabı olan kuşak keşke O’nu okuyabilseydi. Bütün bir 70’li yıllar boyu sokağın öldürücü şiddeti içerisinde yoğrulmuş bu kuşak, büyük bir hayal kırıklığı ile 12 Eylül sabahı hapishaneleri doldurunca, ülkenin bu devasa karanlığı içerisinde kendilerine “Gün Yüzlüsünüz” diyebilen duyarlılığı algılayıp, yaşadıkları üzerine düşünebilselerdi. Ağabeylerinin yapmadığı tarihsel hesaplaşmayı, yüzleşmeyi yapabilselerdi. Olamadı. Artık maalesef hiç olamayacak.
Ben, Cemal Sayan’ın bu kitabı ile bir süre evvel kaybettiğimiz Ahmet Erhan’ın “Alacakaranlıktaki Ülke” kitabı arasında çok büyük bağlantı bulmuşumdur hep. İki kitap üzerinden çok derin çözümlemeler yapılabilir. Birisi devrimci, birisi ülkücü genç kuşakların ağıtlarını yakarak tarihsel vazifelerini yerine getirdiler bence. Belki Ankara yıllarında ikisi tanışmıştır, bilemiyorum. Ben ikisini de birbirlerine çok benzetirim ayrıca. Ülkemin acılı yıllarına, her iki taraftan koşan iki ağıtçı, mutlak bir yerinde buluşmuş olmalı Ankara’nın... Mutlak şiirin hepimizi kavrayan derin vicdanı sayesinde göz uçları ile selamlaşıp, geçişmişlerdir Sakarya Caddesi’nden birkaç defa…
Benim çok sevdiğim Karanlıkta Gün Yüzünüz şiirinden bir alıntıyla bitsin bu yazı da:
KARANLIKTA GÜN YÜZÜNÜZ
Mektubunuzu aldım bugün tarihsiz, mekansız
Söyleyin eylül kadar solgun genç adamlar
Bir tek ömre sığmaz mı acınız
Yolunuz düşer mi bilmem, arada bir
Gelseniz diyorum
Unuttum esmerliğinizi
Gelseniz renkten renge girer gökyüzü
Ve ben günlerce bekleyebilirim yağmur altında
Günlerce dinleyebilirim sizi
…
Siz tanımsız güzelleri yer yüzünün
Siz bahtı kara erguvanlar
Çekiliyor umuttan elim
Yoruldum beklemekten -evet çok erken
Ben yaşlandım zaman durdu
Ürktüm kendimden
Gün yüzünüzle bulurum karanlıkta yönümü
Cinleri ve perileriyle
Bir garip ülkemde
Kahırlı bir bakış.. acılı bir duyuş
Eziyor kalbimi
Bir bayram sabahı yine
Düşen yağmurda hasret
Gülde ezikliğimiz
Ne söyleyebilirim bu zulümde
Ak saçlı bir şair söylemişti
Döneceğinizi efsunlu bir gece
Tutundum eteklerinden sevdanın
Bırakmam, şiirini söylüyorum
Karanlıkta güneşin
Selçuk Küpçük yazdı
Ankara'nın puslu yıllarında Cemal ağabey ile Ahmet Erhan'ın yakın dostlukları vardı. Sakarya Caddesinde ağır adımla yürürlerdi o soğuk zamanlarda iki güzel naif adam.Cemal ağabey şimdiler de kedileri seven adam olarak sürdürüyor hayatını ve gözünden hiç silinmeyen sigarasının külünü uzun tutan adam inceliğiyle.