Medeniyet ve fikir dünyamızın abide şahsiyetlerinden Fethi Gemuhluoğlu 5 Ekim 1977 tarihinde aramızdan ayrılarak ebedi aleme irtihal etmişti. O yıldan sonra Gemuhluoğlu’nun ardından çok sayıda yazılar yazıldı, anma programları yapıldı. Bu çalışmalar, Gemuhluoğlu’nun fikir ve gönül dünyamızdaki doğurduğu boşluğun hala doldurulamadığını gösteriyor.
Her yaştan ve kesimden kişileri dostça kucaklayan, karşılıksız seven, dost ve kardeşlerinin her yardımına koşan Fethi Gemuhluoğlu’nu ananlar, çoğu zaman söz veya yazılarını “Fethi ağabey ihtiyacı bugün de devam ediyor” ifadesiyle noktalıyorlar.
55 yaşında vefat etmesine rağmen sanki 100 yıl yaşamış gibi bereketli bir ömür süren Fethi Gemuhluoğlu’nu vefatının 46. yılında dost ve arkadaşlarının şahitlikleriyle anlatmaya çalışacağız.
Tercüme-i hali
Fethi Gemuhluoğlu, Elâzığ’ın Ağın ilçesinin Gemuhu (Demirçarık) köyündendir. Ailesi İstanbul’a göç etmiş, 1922 yılında Göztepede doğmuştur. Babası Mustafa Neşet Efendi, annesi Fatma Saniye Hanım’dır. Çocukluğu, son Osmanlı aydınlarının yaşadığı Erenköy ve Göztepe semtlerinde geçmiştir. Yetişmesinde, geniş tarih bilgisinde, edebiyat ve tasavvufla olan münasebetinde, gönül adamı kişiliğinde ailesinin ve çevresinin büyük tesiri olmuştur.
Haydarpaşa Lisesi’ni bitirdikten sonra bir süre İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne devam etti. 1950-1955 yılları arasında İstanbul’da çeşitli okullarda Türk dili ve edebiyatı hocalığı, 1955-1963 yıllarında Spor ve Sergi Sarayı Müdürlüğü yaptı. Daha sonra Almanya’da iki yıl serbest gazeteci olarak çalıştı. 1965-1966 yıllarında Millî Eğitim Bakanlığı’nda Özel Kalem Müdürlüğü görevinde bulundu.
1966-1970 yılları arasında Ankara ve İstanbul’da Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği basın müşavirliği yaptı. Çok sayıda vakıf, dernek ve hayır kurumunda yönetim ve danışma kurulu üyeliği gibi görevlerde de bulunan Gemuhluoğlu, kuruluşunu gerçekleştirdiği Türkpetrol Vakfı’nın sekiz yıl süreyle genel sekreterliğini yürüttü. 5 Ekim 1977’de İstanbul’da vefat etti. Kabri Sahrayıcedid Mezarlığı’ndadır. Dostluk Üzerine ve Gerçek Olan Aşktır gibi kitapları bulunmaktadır. (agin.gov.tr)
Hakkında şahitlikler
Fethi Ağabeyi bazen lise yıllarındaki bir gence tarih ve coğrafya vizyonu verirken bulurdunuz. A. Haluk Dursun, Fethi Gemuhluoğlu’dan şöyle bahsediyor: Lise yıllarımın bende en çok iz bırakan ve beni yönlendiren kişisi merhum Fethi Gemuhluoğlu oldu. “Tarihçi olmak istiyorsan, hele ‘Yakınçağ tarihçisi" olacaksan öyle sadece kütüphanede masa başında kitap karıştırmakla, arşiv belgeleri okumakla yetinmeyeceksin! Osmanlı’nın ruhunu tanımak için coğrafyasını keşfe çıkacaksın ve önce Şam’a gideceksin demiş ve sonra ilave etmişti: "Evvel-i fitne Şam, ahir-i fitne Şam." (Dursun,2003:12)
(…..) Merhum Gemuhluoğlu "Tarihe dost değiliz. Coğrafyaya da değiliz" der ve devam ederdi: Coğrafyaya da dost olamadığımız için, bize Anadolu Beylerbeyliğini de artık çok görüyorlar. Hanedan-ı Ali Osman’ın mülkünü particilik yaparak 1912’den 1920’ye kadar bitirdiniz. Eskiden vali gönderdiğiniz yerlere şimdi sefir-i kebir gönderiyorsunuz. (Dursun,2003:16)
Fethi Ağabeyi bazen de bir devlet dairesine girecek yeni mezun bir mühendisin işini takip ederken Ona yol gösterirken bulmak mümkündü. Ersin Nazif Gürdoğan, Fethi Gemuhluoğlu’dan şöyle bahsediyor: Cengiz Malkoç ile birlikte görüştüğümüz, dost sevdalısı Fethi Gemuhluoğlu ve Mustafa Seçkin, “Merkezde uzman olmak, çevrede müdür olmaktan iyidir” diyerek, seçimimin DPT’de uzmanlıktan yana olmasında etkili olmuşlardır.
Gemuhluoğlu, Odalar Birliğinin, İstanbul Basınla İlişkiler Başkanlığında, bütün zenginlikleriyle Dergâh kültürünü özümsemiş, çok geniş dost halkası olan, savaş çağında, barış habercisi bir “Sarsıcı Mektep”tir. Yardımcısı Mustafa Seçkin, Arapça ve İngilizce yanında, birkaç dil daha bilen, Doğunun ve Batının kültür hazinelerini içselleştirmiş, bir dünya bilgesidir. Gemuhluoğlu’nun yanında, hizmetli kadrosunda çalışmaya razı olmuştur.
Gemuhluoğlu aynı işe, Sezai Karakoç’un köşe yazısı yazıdığı dönemde, Sabah gazetesinde çalışan Cahit Zarifoğlu’nu da almak istemiştir. ‘Yaşamak’ta anlattığı gibi, Gemuhluoğlu Zarifoğlu’na “Gazete önemli elbette. İleride hepimizin toplanacağı gazetelerimiz olacaktır. Hepimize esas o zaman görev düşecektir. Buralarda bir şey yapılamaz, senin için şimdi önemli olan okulun ve her şeyden önce içinin büyümesi, anlaman ve yazmandır” diyerek, “Yedi Güzel Adam”lı güzel günlere hazırlanmasını istemiştir. Anadolu’nun derinliklerinde başlayan, köklü bir dönüşümün bilincinde olan Gemuhluoğlu, gelecek kuşakların hazırlanmasına büyük önem vermiştir.
Gemuhluoğlu’nun ilk işi benim için, Yılmaz Ergenekon, Muammer Dolmacı ve Nuri Pakdil’e birer tanıtım mektubu yazmak olmuştur. Planlamada uzman olan, Kudüs ve eylem sevdalısı, edebiyatı iman için bilen Nuri Pakdil, Ankara’da ilk karşılaşmada büyük bir yakınlık göstermiştir. Çarpıcı kişiliğiyle, etkileyici tavırlarıyla, “Gemuhluoğlu’nun bir mektubunun, kırk yıllık hatrı vardır” diyerek, derin bir sevgiyle ve eşsiz bir içtenlikle karşılamıştır. Tanışmanın hemen ardından, birlikte çalıştıkları, “Gül Yetiştiren Adam” olarak bilinecek, Rasim Özdenören ile tanıştırmıştır. (Gürdoğan,2019:54-55).
Recep Koçak da o günleri şöyle anlatıyor: Ersin Nazif Gürdoğan, İstanbul’da Teknik Üniversite’yi bitirmiş, Ankara’ya iş için gidecektir, Fethi Gemuhluoğlu ile istişare eder. O, küçük bir yere gidip bir fabrikada idareci olmaktansa büyük şehirde sorumluluk üstlenmenin önemine dikkat çeker. (Gürdoğan bu noktada Mevlana’nın, ‘Köyde bir gün kalanın, 40 gün aklı başına gelmez’ sözünü hatırlattı.) Gemuhluoğlu, Gürdoğan’a üç mektup verir; birisi Yılmaz Ergenekon’a, birisi Muammer Dolmacı merhuma, diğeri de Nuri Pakdil’e verilecektir.
Gürdoğan Ankara’ya gider mektupları sahiplerine ulaştırır. Nuri Pakdil, Gemuhluoğlu’ndan kendisine ulaşan mektubu, notu okur. Üst katta çalışan Rasim Özdenören’e haber verir, "Fethi Ağabey bize bir arkadaş göndermiş" der. (Koçak, 2022: 160)
Dostları Gemuhluoğlu’nun bu yönünü anlatırken Onun çağdaş bir ‘alperen’ olduğuna dair vurgu yaparlar. Ayhan Songar, Fethi Gemuhluoğlu’ndan şöyle bahsediyor: Allah razı olsun, iki gayretli dostumuz, Ahmet Aydın Bolak ve Uğur Derman, Lâle isimli bir bediîyat numunesi neşretmişlerdi. Orada Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Fethi Gemuhluoğlu’nu şahsiyeti iman, aşk ve hizmet ile yoğrulmuş bir "Alperen" olarak anlatıyordu.
Fethi Gemuhluoğlu, Peygamberimizin "El-hilmü seyyid-ü’l-ahlâk" hadisi şerifine uygun, ahlâkların en üstünü olan "yumuşak huyluluk" timsali bir insandı. Herkesin hizmetine koşmayı, kimseye "hayır" dememeyi şiar edinmişti.
Bir zamanlar Maarif Vekâleti Özel Kalem Müdürlüğünü yapıyordu. Fethi Bey’i tanıyan, uzaktan, yakından methini duyan herkes hâcet kapısı gibi ona koşar, derdini anlatır, işini havale ederdi.
Fethi ağabeyimiz onların hepsini candan dinler, sonunda "emir telâkki ederim"i bastırırdı. Ama onun bir isteği "emir telakki etmesi", o isteğin muhakkak yerine getirileceğini elbette ifade edemezdi.
Fethi ağabey elinden geleni yapacaktı, ama onun da elinin uzanabildiği, gücünün yettiği yerler hudutlu idi. Bunu, "emir telakki ederim"in arkasına hafifçe, mırıldanırcasına eklediği "tabi’i bu sözüm bir va’di tazammun etmez" ibâresi ile ifade etmeye çalışırdı. Gel gör ki, bu sözü herkes anlayamaz, "va’di tazammun etmez"i "va’dediyorum" şeklinde kabul eder, ertesi gün başına dikilirlerdi, "Fehti Bey, hani va’detmiştin, niye yapmadın?" Fethi Ağabey’in nasıl ezilip büzüldüğünü, kızardığını, terlediğini bugün gibi gözümün önüne getiriyorum. (Songar, 2016:51-52)
Onun insan yetiştirme anlamındaki bu çalışmalarını değerlendiren Kayseri eski milletvekillerinden M.Cemal Cebeci, Fethi Gemuhluoğlu’dan şöyle bahsediyor: Fethi Gemuhluoğlu, Necip Fazıl Kısakürek’in tanımlamasıyla “harp meydanlarında görünmeyen fakat ateş hattındakilere sakalık eden nakliye ve levazım kollarına yön veren, hususi çevrelerde mayası halis bir gençlik yoğuran, gönlü tasavvuf kokusuyla ıtırlı, ve dili en murassa Osmanlıca zarfı içinde İslami zevk mazrufuyla nakışlı son turfanda bir tipti.” (Cebeci,2014:198)
Fethi Gemuhluoğlu, bir yandan “insan yetiştirme” çabalarına devam ederken bir yandan da “dava adamlarına sahip çıkma” misyonuna soyunmuş vaziyetteydi. Rahmetli Fethi Gemuhluoğlu Türkiye’de 40’lı yıllardan itibaren, siyasetin körelttiği fikir dünyası için ‘kendi yavrularını yiyen kedi’ derdi. Çünkü Türkiye’de düşünen insana vebalı gibi bakan bir sistem vardı. (Meriç,2018:296)
Cemil Meriç kitabında Fethi Gemuhluoğlu’dan şöyle bahsediliyor: Bir gün biri Hoca’ya telefon etmiş ve kendisini tanıtmadan üç defa ‘Kalem tutan ellerinizden öperim.’ Demiş. Cemil Hoca da ‘Estağfirullah, isminiz nedir?’ diye sorunca Fethi Gemuhluoğlu olduğunu öğrenmiş.
Fethi Bey, yıllarca Petrol Vakfı’ndan sayısız öğrenciye burs vermiştir. Ümit Meriç Hanım bir gün kendi doktora tezini ve babasının bir kitabını Gemuhluoğlu’nun Cağaloğlu’ndaki bürosuna götürmüş. Ümit Hanım’la tanıştıktan sonra Fethi Bey etrafındakilere ‘Ümit Hanım’ı yüz ciddi erkeğe değişmem.’ Demişti. (Meriç,2018:315)
Fethi Gemuhluoğlu bazen de mistik bir şahıs, ruhani lider olarak karşımıza çıkar. Onun bu yönünü yazar Nuri Pakdil ‘Bağlanma’ isimli hikayesinde şöyle anlatıyor: (……) "İstanbul’da bilimler yurdunda okuduğum yıllardaydı. Şimdi hep düşünüyorum; adını ilkin kimden duymuştum, diye. Nerde duymuştum, diye. Bilimler yurdunda mıydı, kaldığım yurtlarda ya da evlerde miydi, yolda mıydı, bir kahvede miydi, lokantada mıydı?
1959’un başlarıydı sanıyorum ilk duyduğumda adını. ‘Fethi Ağabey’ diyorlardı. Anlatıyorlardı. Gittikçe artıyordu ilgim. (Bende, hiç görmediğim birine karşı ilgi yavaş yavaş oluşur. Bunun nasıl oluştuğunu hiç ayrımsayamam. Birikim, çok geç patlama noktasına gelir, gidip görme isteği uyanır bende).
Böyle olmuyordu bu kez. Hemen gidip görmek istiyordum. Anlatılanlar büyülüyordu beni. Çalıştığı yeri öğrenmiştim. Nasıl varacaktım yanına, ne diyecektim? Nasıl karşılayacaktı beni? Gittim: çalıştığı yerde gördüm: oturuyordu masada: odası kalabalıktı: konuklarıyla dolu idi. (Pencereden bakabilmiştim içeri ancak). Sık sık gidip, pencereden bakıp, içerisini gözlemleyip, dönüyordum. İçeri girmek, tanışmak gözü pekliğini gösteremiyordum. Bilimler yurdundaki arkadaşlarıma anlatıyordum içimde heyheylenen dağları, ‘Gir içeri, tanış’, diyorlardı. Sanırım, bir yıl böyle geçti.
Bir ilkyaz akşamıydı. (Çok iyi anımsıyorum bunu). Tüm gözü pekliğimi bir silah gibi kuşanarak vardım. Gene birkaç kişi vardı içerde. Görünce bu denli yakından, bir evrenin dolduğunu içime hemen duyumsadım.
(Ben, şimdiye değin, çok az insanı böyle yakından görünce, benzeri duygulara kapılmışımdır. Çok az insanı). Gizemli bir güç kuşattı beni: özgürlüğün elden gidişi anlamına değil bu; tersine, onun bilincine varılıyor böyle bir yücelikte. Bulunduğu yapı, sergi sarayı idi. Bu yapının önünde bir çay bahçesi vardı. İndik bahçeye, çay içtik. (Hiç unutamadığım çaylardan biri de o çaydır).
O yaz da, görmeye gitmiştim böyle birkaç kez. (1960 yazı, çok karmaşalı, biraz da kargaşalı bir yazdı benim için). Bir gece, Cağaloğlu’nda bir gazeteye uğramış, oradan Sirkeci’ye inmiş, Eminönü’nden, Köprü’den geçerek Kadıköy iskelesine değin yürümüştük. (Sanırım, o yıllar- da Göztepe’de oturuyordu). Bu; görüşme değil, kuşkusuz, salt bir dinlemeydi, bir onarılmaydı. (Onunla konuşan, daha doğrusu salt O’nu dinleyen O’nun yanından ayrıldığında, iç aygıtlarının bir takımdan geçirildiğini, onarıldığını mutlaka duyumsamıştır). İnsan kalbinin, o kalpteki manevi yaraların büyük bir onarım ustasıydı. (Bu yaz sonundan 1961 ilk yazına değin Maraş’ta kaldım).
Mektuplarla saygılarımı sunuyordum. Küçük, beyaz kartlarla yanıtlanırdım. (Bu kartların tümünde yazı yazmamı buyururdu). İstanbul’a, bilimler yurdundaki ertelenmiş son sınavımı vermek için gelmiştim. Uğrardım bu arada yanına; dinlerdim, sürekli dinlerdim: (0 konuşurken, sizi de yanına alarak, bir amaca doğru sanki yürürdü). O yaz gene Maraş’a döndüm, sonra asker oldum. (Tuzla’daki okul döneminde hiç görememiş miydim? Sanırım öyle olmuştu).
1962 ortalarından 1963 sonuna değin -tam sonu olmasa da- Bitlis’te kaldım askerlik için. (Çok tuhaf, hiç haber alamıyordum). 1962’nin sonları mıydı-büyük bir olasılıkla öyleydi-, bir gün, bir gazetede, uçak merdiveninden çıkarken çekilmiş bir resmini gördüm: Almanya’ya gidiyordu. Aradan çok geçmemişti ki, mektup geldi Almanya’dan: (Sanatın, edebiyatın evrensel işlevi üstünde durarak, gene, yazı yazmamı buyuruyordu). Ben de, elimden geldiğince düzenli olarak, mektup sunma mutluluğuna eriyordum.
1964 yılında İstanbul’daydım, haftalık bir dergide sanat sayfası düzenliyordum. (Çok az sürdü bu). Bu dergiyi de sunuyordum mektuplarımla birlikte Almanya’ya göndererek. Onurlandığım mektuplarının birinde, bir sanat dergisi çıkartmamı, birtakım arkadaşlarla bu derginin çevresinde toplanmamızı buyuruyordu. (Edebiyat dergisinin tohumu, belki de 1964’lerde düşmüş oldu içime). Mektuplarıyla sürekli yüreklendirirdi: Çağımızda en çok buna gereksinimimiz var: Yüreklendirilmeye.
1965 ilk yazında Almanya’dan Ankara’ya gelmişti: Milli Eğitim Bakanlığındaydı. Tarihsel yazgı gereği ben de artık Ankara’daydım. (O’nun, Ankara’da sürekli kalışı: 1967’lere değin uzanan bir dönem aşağı yukarı). Sık sık görmeye gidiyorduk. Geceleri ya evinde, ya Gençlik Parkı’nın ‘Söğüt’ adını verdiğimiz bir çay bahçesinde -oralar çok dingindi-, ya kaldığı otelde bu 1967’lerde, ondan sonraki yıllarda, İstanbul’dan gelişlerinde kaldığı yıllarda-, Kızılay’daki pasta evlerinde. Şimdi hiçbiri kalmadı onların, yıkıldı-, ya Hacı Bayram çevresindeki kahvede olurduk; çoğunluk birlikte varır, hemen doluşu verirdik yanına. (Aktaran Koçak, 2022: 70-71-72)
“Bir evladın üzerindeki anne tesirini” anlatmak bakımından Fethi Gemuhluoğlu’nun zaman zaman annesinden bahsettiği kayıtlarda yer almaktadır. Bu cümleden olmak üzere, Ayhan Songar,Fethi Gemuhluoğlu’ndan şöyle bahsediyor: Nur içinde yatsın, hâlâ, "Aziz ol doktorcuğum!" diyen sesi kulaklarımda, hayâli gözümün önünde. Takdim ettiğim fotoğraf da ondan değerli bir hatıradır. Anneciğinin tek resmi imiş, sararmış, solmuş küçük bir fotoğraf. Bana verdi, kopya edip canlandırdım. Ne kadar da sevinmişti. Onun çok sevdiği, çok kıymet verdiği bu hatırayı da takdim ediyor, Fethi Gemuhoğlu’nu bir daha rahmet, hürmet ve hasretle anıyorum. (Songar, 2016: 53)
Fethi Gemuhluoğlu’nun annesinin hallerinden bir başka bahis de Mehmet Serhan Tayşi’nin hatıralarında yer alır. Mehmet Serhan Tayşi, Fethi Gemuhluoğlu’ndan şöyle bahsediyor: İslamiyet’e candan bağlı olan Fethi Ağabey’in ailesi de çok dindarmış. Rahmetli Annesi, kümese gidiyormuş bir gün, örtüsünü istemiş.
Fethi Ağabey, tulumbanın üzerinde duran başörtüsünü uzatırken gülmüş: “Ana, kümeste horozlar var. Örtüye ne gerek?” Annesi şu cevabı vermiş: “Horozlar da erkek ya oğlum!”
Fethi Ağabey bunu anlatır, hem de “Böyle anaların oğullarıyız biz” derdi. Sonra da lafı İslam’ın ahkâmına getirir, mesajını verirdi: “İşin şakası bir tarafa, bu işler böyle ciddiyet ister.” (Tayşi, Kılınç:2009:387-388).
Mehmet Serhan Tayşi, Fethi Ağabey’in esrarengiz hallerinden ve ilhamlarından da şöyle bahsediyor: Çok tatlı sohbetler ettiğimiz Fethi Ağabey’in, talebelerle alakasında kendine mahsus bir tarzı vardı. Bize sık sık, gülerek “Siz Türk maarifinin bozuk nüshalarısınız çocuklar” derdi.
Bir özel sohbetimiz sırasında da bana şöyle demişti: “Bir yerde uyanış başladığı zaman, önce Nakşiler bayrağı alır çıkarlar. Ama Azizan taifesi de arkalarından gelir. Gelir amma, aradaki mesafe ne kadardır? Kaç sene geçmesi lazımdır? Bütün bunlar bizim ihlasımıza, samimiyetimize, çalışmamıza ve duamıza bağlıdır.” Hiç unutmamışımdır bu sözlerini.(Tayşi,Kılınç:2009:387-388).
Hakkında söylenenler
Dönemin çeşitli şahitleri Fethi Gemuhluoğlu’ndan şu ifadelerle bahsediyorlar:
"Fikir ve çile birliği kökünde yekpâreleştiğimiz büyük ve sevgili dostum Fethi Gemuhluoğlu" (Necip Fazıl Kısakürek)
"İnsanın elinden tutuyor, adetâ çağa çıkartarak yürüyüşe alıştırıyordu. İnsan; arttığını, çoğaldığını duyumsuyordu O’nun yanında…" (Nuri Pakdil)
"Tek başına adetâ bir okuldu." (Cahit Zarifoğlu)
"Bize kendi kuşağı içinde en sağlam çizgiyi aktarabilenlerden biriydi." (İsmet Özel)
"Görünen hizmetlerin değil, görünmeyen himmetlerin adamı idi." (Ahmet Kabaklı)
"Fethi Gemuhluoğlu; aynı çağrılar içindeyiz." (Özdemir Asaf)
"Kelamın en zarifini, edebin en kâmilini, siyasetin en ferasetlisini, edebiyatın en muhtevalısının onun aziz varlığında erimiş bulurduk. O, bir uygarlığın temsilcisiydi." (Akif İnan)
"Sürgünde kurulmuş bir Osmanlı divânı gibiydi." (Nabi Avcı)
"Sözle semâ yapıyordu." (Hilmi Yavuz)
"Onun sohbetlerinde, hem fikirlerle donanır, hem ermiş bir adam halini yaşar, hem dava bilincinizin keskinleştiğini hissederdiniz." (Rasim Özdenören)
"O, insan mühendisi idi." (Ergun Göze)
"Bir nesle ağabey olan Fethi Gemuhluoğlu, en bunalımlı anlarda yanı başımızda." (Erdem Bayazıt)
"Onun kitabında sağ-sol, inkılâp-irtica diye kavramlar yoktu. O, bu kutuplaşmanın üzerinde insanlara bakmasını bilirdi." (Cahit Tanyol)
"Fethi ağabeyin iki hasletti: Vefâ ve bağlılık… Şuur ve iman…" (Mustafa Miyasoğlu) (agin.gov.tr)
KAYNAKLAR
(agin.gov.tr)
Cebeci M. Cemal (2014), Doksanüç Yılın Ardından, Hatıralarım, Ankara: Kimder Yay
Dursun A. Haluk, (2003) Nil’den Tuna’ya Osmanlı Yazıları, İstanbul: Ötüken Yay
Gürdoğan Ersin Nazif, (2019), Görünmeyen Üniversite, İstanbul: İz Yayıncılık,
Koçak Recep, (2022), Sahibini Bekleyen Mektup, İstanbul: Akıl Fikir Yay.
Meriç Ümit, (2018), Babam Cemil Meriç, İstanbul: İnsan Yayınları
Songar Ayhan, (2016), Ruh Hekiminin Hatıraları, İstanbul: Türk Edebiyat Vakfı Yayınları,
Tayşi Mehmet Serhan, Kılınç Taha, (2009), Ali Emiri’nin İzinde, İstanbul: Timaş Yayınlar