Niyet samimi olunca hayal nasibe dönüşür

Cinuçen Tanrıkorur'un 'Saz ü Söz Arasında' adlı güzel ve ehemmiyetli dersler barındıran hatıratını okumak, bana samimiyetin ne derecede kıymetli bir anahtar olduğunu bir kez daha hatırlattı. İsmail Özcan yazdı..

Niyet samimi olunca hayal nasibe dönüşür

Kendini inşa sürecine odaklanmaya çalıştığım şu günlerde, Türk musikisi sanatçısı udî Cinuçen Tanrıkorur’un Dergah Yayınları'ndan çıkan Saz ü Söz Arasında adlı hatıratını okumak nasibime düştü. Benim için önem arz eden bu sürece ilk adımlarımı atmaya çalışırken, Cinuçen Bey’in  bu güzel ve ehemmiyetli dersler barındıran hatıratını okumak, bana samimiyetin ne derecede kıymetli bir anahtar olduğunu bir kez daha hatırlattı.

Keşfedilen küçük cevher

Her insan keşfedilmeyi bekler. Bir gün biri gelsin, onu önce anlasın ve sonra olduğundan daha da ileriye götürsün ister. Hatıralarda dikkatimi çeken ilk özellik bu oldu: Cinuçen Tanrıkorur’un musikiye karşı olan ilgisi ve bu konuda yetenekli oluşu, küçük yaşlarından itibaren kendini göstermeye başlamış. Musikiyle ilgili olan ve dersler alan amcasının da ona öğrettiği şarkılarla birlikte küçük yaşta -yaşına göre- zengin bir repertuarı oluşmuş. Sesinin güzelliğiyle etrafındaki insanların dikkatini çekmeyi başarmış. Ancak Tanrıkorur’un babasıyla birlikte gittiği misafirlik, ziyaret vb. yerlerde babasının “Amcası, oğlum size bir şarkı söylesin mi?” gibi sözleriyle başlayan musiki hayatının harikulade bir kariyerle taçlandırılacağını kim bilebilirdi ki? Kader bilir elbet, insan ise kaderin bildiğini yaşar.  

Bir süre sonra Tanrıkorur’un annesi, çalıştığı fabrikada musikiye ilgili insanlarla zaman zaman vakit geçiren neyzen Süleyman Erguner’den, oğlundan bir şarkı dinlemesi için ricada bulunmuş. Tanrıkorur söylediği şarkıyla Erguner’in de takdirini kazanmayı başarmış. Böylece bahsetmeye çalıştığım harikulade kendini inşa etmeye ilk adımını atmış.

Atılan bu ilk adımdan sonra kapılar kapıları açmış, tanışılan her insan bir başkasını tanımaya vesile olmuş. Tanrıkorur, yıllar geçtikçe bireysel gayretleriyle musiki alanında ciddi adımlar atmaya başlamış. Hiçbir ders almadan, konservatuara gitmeden kendini geliştirmiş. İnsan yeter ki bir şeyi istesin, üstesinden gelemeyeceği bir şey yok. Kader muhakkak bir cevap verir insana, istedikleri için. Musiki çevrelerinde tanıştığı insanları, girdiği sınavlarda karşısında duran zorlu heyetleri bilgi ve yeteneğiyle büyülemeyi başarmış. Sözün özü, kendini kanıtlamış bir sanatçı haline gelmiş.

O zaman benim de tam gelişme çağımda kendimi dosdoğru bir yolda tutarak kanıtlamam gerek, diye düşündüm bu satırları okurken. Çünkü askeriyede teğmen olacakken sivil hayatın içinde kendim olmak için önemli bir adımdı yaşadıklarım. “O zaman insana zor yok”, dedi bana Cinuçen Bey kitabın diliyle, “yeter ki iste.”

Sonsuz bir hizmet aşkı

Tanrıkorur, kendi gayretleriyle ulaştığı seviyeyle hiçbir zaman övünmemiş, mütevazı tavrını daima korumaya çalışmış. Demek ki önemli olan seviye değil, onu korumak, bana Cinuçen Bey bunu öğütlüyor bu haliyle. Klasik Türk nusikisi alanındaki son derece yüksek bilgi ve görgüsünü sonraki nesillere aktarılacak emanetler olarak benimsemiş. Bundan olacak ki musikiyi hiçbir zaman ticari kaygılarla icra etmemiş, verdiği özel derslerde, katıldığı faaliyetlerde ücret konusunu açmamaya özen göstermiş. Zaten onun bu samimiyeti ve beklentisizliği daima rızkını bulmasına vesile olmuş.

Tanrıkorur’un işine olan saygısı ve bağlılığı, onun yurtiçi ve yurtdışında sayısız faaliyete davet edilmesine ve Türkiye, Avrupa, Ortadoğu, Güneydoğu Asya çevrelerinde tanınan bir profesyonele dönüşmesine vesile olmuş. Gençliğinde aldığı kaliteli dil eğitimi ve bildiği birkaç yabancı dil sayesinde gittiği her ülkede milletini ve Türk musikisini en iyi seviyede temsil etmeye çalışmış. Daima ince ruhlu, anlayışlı ve sevecen bir insan ve sanatçı olarak girdiği uluslararası çevrelerde tanıştığı insanların, sanatçıların sevgi ve saygısını kazanmayı başarmış.

“Batıcı yobazlar”a karşı Türk musikisi sancaktarlığı

Cinuçen Tanrıkorur yurtdışında, bahsettiğim geniş coğrafyada tanınmış, büyük ilgi görmüş ve birçok farklı milletten insanla sıkı dostluklar kurmuş olmasına rağmen ülkemizde, “batıcı yobazlar” adıyla andığı bir kesim tarafından daima hakir görülmüş. Demek ki diyor bana “Sen istediğin kadar iyilik için çabala, seni yolundan alıkoyacak insanlar olacak, bazen bu en yakınların olsa bile.” Bu insanlar kendi kültürlerinden öylesine soğumuş -yahut soğutulmuş- ve Batıya öylesine tapmışlar ki, Avrupalının da Asyalının da hayran kaldığı, gözlerinin önündeki milli cevherlerinden nefret eder olmuşlar. Sanata sanat olduğu için değer vermeyi unutup onu sadece Batıya kendini beğendirme aracı olarak görmüşler. Ancak öyle bir fecaat ki, ulaşmak istedikleri medeniyet seviyesine mensup insanların sanata ve insana olan yaklaşımlarını dahi idrak edememişler. İşte bu anlayış, bu insanları “Batıcı yobazlar” olarak anılmaya mahkûm etmiş. Tanrıkorur ise her zamanki samimi ve kararlı duruşunu bu insanlara karşı da göstermiş. Elinden geldiğince insanlara gözlerinin önündeki cevheri göstermeye çalışmış. At gözlüğünü çıkarıp bir de etrafında ne olup bittiğini anlamaya çalışana tabii…

Doğru anahtarı seçmek

İşte Cinuçen Tanrıkorur’un hatıratından kendimce önemli bulduğum ve aktarmaya çalıştığım anılar ve izlenimler… İnsana ardı ardına kapılar açan, bir silsile halinde her biri bir ötekine vesile olan nasipler zincirini oluşturan anahtar, samimiyet ve muhabbetten başka ne ola ki? Kitabın sonunda şunu anladığımı düşünüyorum: İnsanın hayallerinin peşinden koşup onu nasibine dönüştürmesi, kişinin hayaline beslediği muhabbet ve samimiyet nispetindedir.

İsmail Özcan yazdı

YORUM EKLE
YORUMLAR
Derbeder
Derbeder - 7 yıl Önce

Bu enfes yazının da nasibi gönüllere dokunabilmekmiş. Ne mutlu yazara! Kaleminizin mürekkebi hiç kurumasın.