İlk ortaya çıkmasından bozulma dönemlerine kadar medreseler mükemmel eğitim kurumu olarak işlev gördü. Eğitim-öğretimin belli kalıplar içinde dondurulmadığı, sınıf yerine ders merkezli bir anlayışın işlerliğini sürdürdüğü medreselerde hoca öğrencisini seçerdi, öğrenci de hocasını… Medreselerde hem ilahiyat ilimleri okutulurdu hem de akli ilimler... Ta ki bozulma dönemlerine kadar. Medresenin en kötü dönemlerinde bile çok değerli şahsiyetler yetişti. Son dönem önemli âlimlerimizden olan Ali Yakup Cenkçiler de medresenin yetiştirdiği değerlerden.
Aslen Kosovalı… 1913 yılında Kosova’nın Gilan kasabasında doğar. Babası hafız… Dedesi müftülük yapmış bir değerli şahsiyet… Bir yandan memleketindeki Sırp okulunda ilk öğretime devam ederken bir yandan da babasından Kur’an’ı Kerim, din bilgisi dersleri aldı. Sonrasında Gilan medresesinde eğitimine devam etti. Burada temel medrese eğitimini talim ederken aynı zamanda Fransızca öğrenmeye başladı. Üç yıllık eğitimden sonra 1927 yılında Üsküp’teki Meddah Medresesine devam etti. Burada belagat ve Türk Edebiyatı dersleri de okudu.
“Hem Mustafa Sabri Efendi’nin hem de Zahid Efendi hocamızın gözdesi idi”
1936 yılında Kahire’ye giderek El Ezher Üniversitesi’nde eğitimine devam eder. Burada eski şeyhülislamlardan Mustafa Sabri Efendi, Zahid Kevseri, Yozgatlı İhsan Efendi gibi Mısır’a yerleşmiş Türk âlimlerinin ders ve sohbetlerine devam eder. Cenkçiler’in arkadaşı Emin Saraç Hoca bir söyleşide o zamanları şöyle yâd ediyor: “Ali Yakub Efendi çok mihnetler geçirmiş bir kimse olmasına rağmen olabildiğince neşeli bir zattı. Aslen Kosovalıdır. Hem Mustafa Sabri Efendi’nin hem de Zahid Efendi hocamızın gözdesi/güzidesi idi. Biz Mısır’a ilk gittiğimizde Zahid Efendi’nin yanına gittik. Bize annemizin kucağına düşmüşçesine iltifat ediyordu. “Burası bizim için yabancıdır, karanlıktır. Ne yapacağımızı bilemiyoruz. Kimlerle görüşebiliriz bilmiyoruz” dediğimde Zahid Efendi Hocamız, “sen şimdi buradan giderken İhsan Efendi’nin nezaret ettiği Sultan Mahmud Medresesi’ne uğra. Orada Ali Yakub isminde biri var. O sana ağabeylik yapar” dedi.
Ali Yakup Efendi ayrıca Ali Ulvi Bey’in hocasıdır. Kendisine bütün dersleri o okutmuştur. Sultan Mahmud Medresesi’ne vardığımda akşam namazı sonrasıydı. Ali Yakup Efendi odasından bir ampul uzatmış kapının önünde kitap okuyordu. Hatırlıyorum, Şekîb Arslan’ın ‘Hâdıru’l- Âlemi’l-İslamî’ adlı kitabıydı. Ali Yakup Efendi o zaman Fuâdu’l-Evvel Üniversitesi (şimdiki Kahire Üniversitesi)’nin kütüphanesinde şark dilleri bölümünde çalışıyordu. Kendisi 7 lisan bilirdi. Mustafa Sabri Efendi’nin ‘Mevkıfu’l-Akl’ kitabının müsveddesini temize çeken odur. Mustafa Sabri Efendi kitabın birinci cildinde Ali Yakup Efendi’den ‘veledî elaziz’ (değerli evladım) şeklinde bahsetmiştir.”
Haseki Eğitim Merkezi’nde tefsir, belagat ve kelam dersleri verdi
Ali Yakup Cenkçiler, eğitim hayatından sonra 11 yıl Kahire Üniversitesi Merkez Kütüphanesi’nde memur olarak görev alır. Daha sonra Mısır’ın Ankara Büyükelçiliğinde tercümanlık yapar. 1960 yılında bu görevinden istifa ederek İstanbul’a yerleşir. Bir yandan geçimini sürdürmek için bir fabrikanın muhasebe bölümünde çalışır; bir yandan da Fatih, Mesih Paşa ve Emir Buhari camilerinde İhyayı Ulumu’d-din, Edebü’d-Dünya ve Ve’d-Din, Divanü’l-Mütenebbi gibi eserleri okutur. Haseki Eğitim Merkezi’nde 4 yıl tefsir, belagat ve kelam dersleri verir. Ali Yakup Hocayı önemli kılan, hiçbir dünyevi karşılık gözetmeden yaptığı bu hizmetlerdir. Öğrenci yetiştirmeye evinde de devam etmiştir.
Batılılaşmanın, pozitivizmin en geçerli olduğu bir dönemde geleneğin, maneviyatın yılmaz savunucularından biri olarak tarihe geçen Cenkçiler, bizler için büyük bir örneklik. İlmi müktesebatının büyüklüğünün aksine mütevazı bir şahsiyet olarak talebe yetiştirmenin derdinde olmuş. Dünyevi herhangi bir beklenti içinde olmayan seçkinlerden… Ayrıca Muhammed Kutup’un Yirminci Asrın Cahiliyeti kitabını Türkçeye çevirmiş. Safahat’ın “Fatih Camii” ve “Çanakkale Savaşı” bölümlerini Arapçaya tercüme etmiş.
“Bir talebeye bile saatlerimi sarf etmekten zevk alırım”
Ali Yakup Cenkçiler’in medrese kökenli olduğundan bahsetmiştik. Her yönüyle iyi yetişmiş, yetiştirilmiş bir talebe… Oturmasıyla, kalkmasıyla, edebiyle, terbiyesiyle, ağırlığıyla, derinliğiyle… Günümüzün aydın, entelektüel kişiliklerinin sergilediği paradoksların, ikilemlerin uzağında… Söyledikleri ile yaptıkları arasında tezat yok… Ne yaşıyorsa onu yansıtıyor, neyi yansıtıyorsa onu yaşıyor… O sebepten her zaman öğrencileri, talebeleri nezdinde bir karşılığı vardı. Sohbetleri, meclisleri zihinlerde kalıcı izler bırakıyordu. Gönle dokunuyorlardı…
İmam Gazali, Mustafa Sabri Efendi, Hasan El Benna sevdiği ve etkilendiği üç büyük değer. Cenkçiler hoşsohbet, güler yüzlü, nüktedan, cömert, samimi, misafire değer veren biri. Ders okutmak için gideceği yerler yakın olunca tramvaya binmez, ona verecek parayla kitap alır, okurmuş. Mütebessim... Karşısındakine daima “Azizim!” diye hitap edermiş. Kendini şöyle anlatıyor: “En sevdiğim, talebe okutmaktır. Gerçi çok okutamadım. Ama bir talebeye bile saatlerimi sarf etmekten zevk alırım. Bu, bizim mesleğimizde Allah’a götüren bir yoldur. Dünyalığı hiç düşünmedim. Bazı günler sabah yerdim, ertesi gün sabaha kadar yemek yiyeyim diye tasa çekmezdim. Mısır’da bazen 48 saati bulurdu yemeksiz geçen zaman. Hoşuma giderdi günleri aç geçirmek.”
22 Mayıs 1988’de sonsuzluğa yürüyen Ali Yakup Cenkçiler Hocaya selam olsun, rahmet olsun!...
Muaz Ergü