Hermes ateş yakılacak çubuğu,
liri ve kavalı icat eder.
İlahinin başlangıcında Hermes bir kaplumbağa bulur.
Sonra kabuğu bir keskiyle yontmaya başlar ve bir lir yapar.
Bir kaplumbağadan şarkıcı yapan ilk kişi Hermes’tir.
Hermes’e İlahi (William F. McCants, Kültür Mitleri S.84)
Osman Hamdi Bey'in Kaplumbağa Terbiyecisi resmi üzerine hep birlikte düşünmektir niyetim.
Devletlerini değilse de iktidarlarını kaybetmek üzere olan ve başkaları tarafından farkında olmadan fethedilenlerin hikâyesi bir tabloda ancak bu kadar açık edilebilir.
Resimdeki Arapça yazılar ve Allah ve Muhammed levhaları, sona erdirilen (ermesi temenni edilen) bir zihniyetin hali pür melalidir. Mer’i düzenin meşruiyetine ve varoluşuna dair işaretlerdir. Resmi yapan için de bu meşruiyeti arayış ironik olduğu kadar hasım aldıklarını göstermesi bakımından ibretliktir.
Ressama, zihniyetine karşı olduğu devletin verdiği görevler ve kendisine atfedilen önem nedeniyle, bu meşruiyet gizlice sağlanırken bir yandan da derin bir ironi/alay/hükümsüzlük ifadesinin resmidir. Yeni döneme hâkim olanların hükmettikleri kaplumbağaların konumlarını bozmak için sembolik bir dil kullanıldığı gibi fethedilmelerinin sebebi olarak da "Din afyondur!" gösterilmektedir.
Bu resme dair olumlu bütün görüşler bilerek (bilmeden yapanları gafletle suçlayabiliriz) İslam’ı hayattan silmek isteyenlerin yanında olan, yaltaklanan, onaylayan ve egemenlerin sofralarından pay almak için hazır olduğunu beyan edenlerdir.
Bu resme dair bütün olumsuz görüşler ahlâkî bir isyan, yeni dönemin meşruiyetini tanımamak ve gizli fatihlere karşı bir tiksinme içinde olduğunu izhar etmektir.
Kaplumbağalar ile terbiyecisi arasındaki devasa boyut farkı; terbiyecinin İbrani Rab anlamında tanrısal bir boyutu olduğu iddiasıdır. Kaplumbağalar ise alt insanların remzidir. Çaresiz ve elinde sopa olanın terbiyesi altında; Rab karşısındaki insanlar gibi çaresizdirler. Resimdeki ney “dinin afyon” olduğu fikrinin gizli sembolüdür. Kaplumbağaların efendilere hizmet ve onu eğlendirmek dışında bir işlevi yoktur. Üstelik terbiyeci için başa alınan bela gibi görünür; katlanılması/ tahammül edilmesi zorunda kalınan bir felakettir. Başa gelmiş çekilir diyen bir aşağılama açıktır.
Bir halkın bekleme odası
Bütün bir milleti sürü görenlerin millete bakınca gördüğü resimdir Kaplumbağa Terbiyecisi.
Mumlar yolumuzu aydınlatmak için değil “efendi”lere eğlence olsun diyedir. Yoksa karanlık loş, rutubetli bir ortama dışardan (muhtemelen Batıdan) gelen kuvvetli bir ışık kaynağı vardır. Daracık bir pencereden gelen ışık bile ortamı anlamamızı sağlayacak kuvvettedir. Terbiyecinin ilgisi kaplumbağalarda değil ışıktadır. Geleneksel bir dervişten daha çok sintlere benzer. Başındaki kavuktan çok sintlerin türbanına öykünülmüştür.
"Kaplumbağa Terbiyecisi", Osman Hamdi’nin en ilgi çeken ve özgün eserlerinden birisidir. 1906 tarihli eser, özellikle Lale Devri'ndeki Sadabad Eğlenceleri'nde geceleri bahçelerin aydınlatılması için kaplumbağaların sırtına mumlar dikilerek serbest bırakıldıkları bilgisi ile idrakimiz sınırlanır. Bu bile bir ipucu olabilir. Yani Osmanlı’nın devlet düzeninde "kaplumbağalar"la "kapıkulları" arasında yer almışlardır.
Kaplumbağaların her birinin büyüklüğü birbirinden farklıdır ve kaotik bir yönde dağılmışlardır. Bir güç oluşturmaları, bir gayeye yönelmeleri mümkün değildir. Olduğu gibi bir dağınıklığın dışavurumu içindedirler. Bir kısmı Efendi'nin (Derviş) ayaklarına başlarını uzatmış ve ondan bir ilgi bekliyor olsalar da Terbiyeci'nin daha ciddi işleri ve ilgileri vardır.
![]() |
(+) |
Geleneksel medeniyetin feryadını dillendiren ney arkada ve işlevinden soyunmuş, adeta sopa görevine irca edilmiştir. Boyundan sarkan keşkül kaşığı dereceli cetvele benzer ve yeni dönemde teknolojiye, bilime ve hesaplara dayalı bir beklentiye kendini adamış gibi durmaktadır. Nitekim en özgün ifadesini “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir”de bulmuştur. Geçmişte terbiyecinin boynunu sıkan bir idam aleti gibi iken artık ışığın en güçlü aydınlattığı merkezi bir konuma yükselmiştir. Yeni devletin inşasında şakül gibi bir denge verecek ve ölçülü-akla dayanan (pozitivist) bir düzen kazandıracaktır.
Duvarlarında sıvaları dökülmüş; turkuvaz renk Türklerin son imparatorluğu Osmanlı’yı temsil eder. İmparatorluğun ötekileştirdiği Haydarî/Kalenderî /Cavlakî/Bektaşi dervişi heterodoks “tanrı’nın isyankâr dervişleri” hor görülmekten kurtulup yönetici bir konuma yükselmektedir. Bu sıfatları kendilerine maledenler aslında iki dinlidir. Gizli dinlerini heterodoks kılıkta gizlemek ve inançlarını ifade edebilmek için bir yol olarak görmüşlerdir. Yoksa heterodoks dervişleri anlamadan Anadolu’nun gayriresmi tarihini anlayamazsınız.
Keşkül tası genellikle oldukça sert bir kabuğa sahip hindistan cevizinin oyulması ile yapılır. Elde veya omuza asılarak taşınmasını kolaylaştırmak için, iki ucundaki metal halkalara bağlı zinciri vardır. “Fakirlik hali” ve “dilenme” etkinliği ile doğrudan bağlantılı göndermeleri vardır. Derviş; Farsça kapı kapı dolaşan, düşkün, muhtaç, yoksul, dilenci, Allah’ın zavallısı anlamındadır. Gerçek dervişlerin tasavvuf yolunda aşmaları gereken bir basamak olan dilenme, sahte dervişler için bir geçim yoludur. Doyum yolu olmaktan yiyim usulüne dönüşür. Kaplumbağa Terbiyecisi’nde ise özne haline gelmiştir. Bu nedenle yolsuzluklar ancak iktidar imkânları ile devasa boyutlara ulaşır. Yeni dönem sadece iktidarın değil zenginliğin, mülkiyetin ve imkanların el değiştireceği “muasır medeniyete” yönelen bir dönem olacaktır.
Dervişin Bektaşi veya Mevlevî olduğu açık değildir. Her ikisinin kolajı gibidir. Mevlevi'nin giydiği kıyafette kollar o kadar geniş ve uzundur ki hem içine üç kişinin birden kolu sığabilir, hem de uzun olduğu için yalnızca kolları değil, elleri de kapatmaktadır. Bektaşi'nin kıyafetinde ise tam tersi bir durum vardır. Elbisenin kolu daracıktır, neredeyse tene yapışmıştır; üstelik kısa olduğu için, eller ta bileklere kadar açıktır. Mevlevînin geniş kolları "biz şehirliyiz iş yapmayız; biz işlerimizi uşak-hizmetçilere yaptırırız ve kıyafetimiz çalışmaya uygun değildir" der. Bu giysi salonların, baloların kıyafetidir. “Biz insanların günahlarını, ayıplarını, kusurlarını örteriz. Başkaları görmesin diye üzerini kapatırız” anlamındadır. Bektaşiler içinse biz rızkımızı çalışarak kendi emeğimizle kazanırız. Bu nedenle kıyafetimiz iş görmeye engel olmayacak şekilde sadedir. Geniş kıyafetlere ihtiyacımız yoktur. Çünkü biz insanların günahlarını ve kusurlarını görmeyiz. Bunun için ayrıca bir çaba göstermemiz gerekmez, demektedir.
Esasta sesli harfler olmasa sessiz harfler okunamaz. Sessizi okutan, sesliyi de harekete getiren ruhtur. Ruh olmasa hiç bir şey okunamaz. Bu nedenle Türkçe’de sesli harfler mevcuttur ve ruhu olan bir dildir. Sesli harflerin işlevi gibi Ruha kendisini bildirmek gerekir ki insan hakikati anlayabilsin (Nefsini bilen Rabbini bilir). Ruha kendini bildirmek için de daha önce maddi hakikatlerle ruhu ikaz etmemiz lâzımdır. Ruh, maddeyi bilmezse ma'naya da geçemez. Hz. Muhammed'in sessiz ve sözsüz mi'racının hakikati de budur.
O kadar yüksek fiyat sanat aşkı için verilmemiştir
Kaplumbağa Terbiyecisi, Hareket Ordusuna, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Nisan’a, Gezi'ye, 17 Aralık'a ilham veren tablodur.
Kaplumbağa Terbiyecisi bu nedenle Türk resmi için en yüksek fiyata ve Koç Ailesine, İnan Kıraç vakfına gitmiştir. Tam yerine ve sahibine ulaşmıştır. O kadar yüksek fiyat sanat aşkı için verilmemiştir yani. Bir felsefenin hâlâ değerli olduğunun zimnı beyanıdır.
Bu resme dair olumlayan her görüş devletimizin rehin, milletimizin esir olduğunun beyanıdır. Onlarca kez iktidar olmamıza rağmen muktedir olamayışımızın, Ayasofya’nın müze olmasının, her toplantıda saygı duruşuna zorlanmamızın nedenidir. Kalıcı bir durum olması için resim her yerde –yerli yersiz- gündeme gelir ve göz önünde tutulur.
Unutulan bir gerçek var; "Hak her şeyi fetheder.”
Bu millet tosbağayı mübarek görür. Deruni anlamı ile tosbağalar, güdülmek için yaratılmış mahlûklar değil, ağırbaşlı vakur olmak muradında bir duruşa anlam kazandıran mahlukattandır. Mitolojik olarak derin anlamları vardır.
Bugün Türkiye’de olansa tosbağalar başa geçmiş ve millete, İslami muhayyileye güç vermiş, devleti gerçek yerine yerleştirme çabasına girişmiştir.
Artık tosbağaların sopa ile güdüldüğü devir geçmişte kalmıştır. Esasen böyle bir dönem olmamıştır ama karşı taraf bize kaplumbağa muamelesi çekmeyi sürdürmek ister. İşbirlikçisi herkes bu muameleyi hak etmiş ve beslemiştir.
Son hareketi çekense halkın ferasetidir.
Feraset keramete beş çeker, demişler.
Bu nedenle iktidara sırf halkın tercihi olduğu için karşı olanların Kaplumbağa Terbiyecisi'nin yanında olması tesadüfî değildir. Tesadüf olan; tosbağaların da terbiyecilerini terbiye etmekte nasıl ısrarcı olduğunu her seçimde ısrarla anlatmasıdır. Buna rağmen zül olan; anlamamaktaki ısrara cevap vermek için seçimleri beklemek zorunda kalmamızdır.
Mustafa Everdi