Dücane Cündioğlu, felsefe setini (Sanat ve Felsefe, Mimarlık ve Felsefe, Sinema ve Felsefe) yayımlayana kadar iki tür okuyucu kitlesine seslenmiştir denilebilir. Denilebilir diyorum, çünkü biliyorum ki kaba bir ayrım yapmaktayım. Ayrıntıya indiğimizde belki de böyle bir ayrım yapamayız. Çünkü Dücane Cündioğlu’nun bütün eserleri birbiriyle irtibatlı. Hem kendi içlerinde hem de yan yana geldiklerinde belli bir bütünlüğü oluştururlar. Birbirinden bağımsız değerlendirildiklerinde yanıltıcı olabilirler. Hiç olmazsa yazarla ve yazarının dünyaya bakışıyla ilgili yanlış anlamalara meydan verebilirler.
Ki bu tür tartışmalar bilindiği üzere felsefe seti dolayısıyla çoğalmıştır. Dücane Cündioğlu’nun çok iyi okuyucuları bile şaşırmışlar, yeni kitaplarını ilginç bulmuşlar ve yazarın önceki kitaplarıyla bunlar arasında irtibat kurmakta zorlanmışlardır.
Oysa hiçbir yazar, önceki kitabından bağımsız veya tamamen farklı bir kitap yazamaz. Yazar diye iddia ediliyorsa, bunun örnekleri verilmeli, ispat edilmelidir. Hangi yazar, hangi eserinde farkında olarak bir önceki kitabında söylediklerini inkar etmiş? Kitaplar arasında genellikle bakış açısı genişlemesi veya daralmasından söz edilebilir. Ya da belki biraz daha yüzeyselleşme veya derinleşmeden. Fakat yazarı aynıysa bakış açısının bütünüyle değişiminden söz edilemez. Sıkıntı, yine okuyucudadır. Okuyucunun eserler arasında kurmakta zorlandığı bağlantıdadır.
Yıllar süren araştırma, okuma ve düşünme neticesinde ortaya çıkartılan bir kitap, yüzeysel bir okumayla çözülemez, bütünüyle anlaşılamaz. Bir de hiçbir kitap -Kur’an-ı Kerim hariç- eksiksiz değildir. Eksiksiz olamadığı için bütünüyle anlaşılması mümkün değildir. Bir de şu var: Bu yüzden hiçbir yazar, hiçbir kitabında, anlatmak istediklerini eksiksiz anlatamamıştır. Bu yüzden bir yazarın onlarca kitabıyla karşılaşırız. Yazar, anlatmak istediğini bütünüyle anlatamadığı için çok sayıda kitaba imza atar. Çünkü her yeni kitap, bütünüyle anlatmaya dönük bir umutla yazılır.
Lafı uzattığımın farkındayım. İki tür okuyucuya dönelim.
Kitabın niteliğini biraz da okuyucunun niteliği belirler
Dücane Cündioğlu’nun bir derinlikli, bir de yüzeysel okuyucularından söz edilebilir. Birinciler Cündioğlu’nun derdiyle hemhal olmaya ehil veya gönüllü olanlardır. O derdi anlamasalar bile hissederler ve paylaşma gereği duyarlar. Bu yüzden Cündioğlu’nun hiçbir eserini okumadan geçmezler, fakat asıl Anlam'ın Tarihi & Sözlü Kültürden Yazılı Kültür'e, Anlamın Buharlaşması ve Kur'an, Bir Kur'an Şairi, Bir Siyasi Proje Olarak Türkçe İbadet 1, Kur'an'ı Anlama'nın Anlamı ve Cemil Meriç üçlemesine yönelirler. Çünkü bu eserlerinde Cündioğlu analitik düşünür, çok sıkı bir araştırma içindedir, neredeyse hiçbir ayrıntıyı kaçırmamaya çalışır, araştırma esnasında yüzlerce eserle uğraşır ve okuyucunun da bu eserlerle tanışmasına dönük imkanlar ortaya çıkarır, eleştirel yaklaşımı çok kuvvetlidir, yaratıcı bir etkinlik içindedir. Bu eserlerin diğer yönüyse; tarih, sosyoloji, psikoloji, tefsir, tasavvuf… gibi farklı disiplinler arasında kurulan güçlü bağlardan oluşmalarıdır.
Örneğin Bir Siyasi Proje Olarak Türkçe İbadet’in özeti niteliğinde olan Meşrutiyet'ten Cumhuriyet'e Din ve Siyaset birer tarih, sosyoloji, felsefe, araştırma, psikoloji kitabı olarak okunabilir. Çünkü bu berraklıkta bir kitap yazmak için bütün bu alanlardan istifade edilmesi gerekmektedir. Berraklık tabii ki yazardan kitaba geçmiş. Berraklığı yakalamak için yazarın analitik, eleştirel, diyalektik ve sentezci zekasına, her alanla ilgili sağlam ve nitelikli birikimine ve yazarlık istidadına dikkat etmek gerekir. Dikkat edildiğinde Cündioğlu’nun ismini saydığımız kitaplarıyla karşılaşırız.
Müellif kitabını belli bir okuyucu kitlesini dikkate alarak yazar. Bu yüzden kitabın niteliğini biraz da okuyucunun niteliği belirler. İslamcıların 1990’lardan bugüne gösterdikleri düşünsel, sanatsal ve siyasi faaliyet hesaba katıldığında üst düzey eserlere dönük bir açlık duyduklarını, öyle her kitabı beğenmediklerini söyleyebiliriz. Örneğin 1990’lardan günümüze şiirde eleştirinin İslamcılar tarafından yönlendirildiğini ve uygulandığını görürüz. Mesele şiir veya eleştiri değil, şiir eleştirisi yapabilmek için sarf edilen zihinsel efor, düşünsel faaliyettir. Cündioğlu da bu eserleri yazarken belli ki üstün niteliğe sahip bir okuyucu kitlesini gözetmiş. Kullandığı kelimeler, kurduğu uzun cümleler, bilgi verdiği şahıs veya olaylar, bunlar arasında kurduğu incelikli bağlantılar, yaptığı satır arası okumaları; konuyla ilgili merakı ve araştırmaları olan, yani sıkı bir birikime sahip okuyucuyu gözettiğini gösterir. Her şeyden önce hakikat diye bir kaygısı olan okuyucular, Cündioğlu’nun bu kitaplarıyla uğraşır. Bu okuyucuların kelime dağarcığı geniş olmadır. Ayrıca bunlar, meşrutiyet dönemi metinlerine aşinadır. Değilse bile öğrenmeye meraklı, istekli ve azimlidir. Çünkü bu kitaplar aslında aynı yolculuğa çıkmış okuyucuların ulaştığı kişisel fikir ve bilgilere sahici ve büyük bir katkıdır.
Yazarın taşıdığı nitelikleri, o niteliklere veya o niteliklerin benzerine sahip okuyucular takdir edebilir. O yüzden nitelikli kitapların okuyucuları da nitelikli ya da nitelikli olmaya azimli, gönüllü ve aday olmak zorunda.
Aynı yolculuğu tekrar edip duran okuyucular
Cündioğlu bir de yüzeysel, aslında çok da derdi olmayan, yalnızca entelektüel görünürlük veya merak uğruna kitap okuyan kişilere seslenir. O seslenmese de böyle bir kitlenin Cündioğlu’nun eserleriyle iştigal ettiği söylenebilir. Bunların herhangi bir düşünsel yolculuğundan söz edilemez. Onlar bugünlük uğraşacağı, oyalanacağı, vakit geçireceği kitaplar peşindedirler. Örneğin Cündioğlu’nun birinci tür okuyucuları, onun kitabını okuduktan sonra herhangi bir yolculuğun sonuna geldiği hissine kapılmaz. Aksine aslında daha kat edilecek uzun mesafelerin olduğunu fark eder. İkinci tür okuyucular ise her kitaptan sonra, sanki yapmamışlar gibi yeniden bir yolculuk içine girerler. Aynı yolculuğu tekrar edip dururlar da diyebiliriz. Onların düşünsel yolculukları kesik kesiktir ve kısa sürelidir.
Birinci tür okuyucular Cündioğlu’nun herhangi bir kitabını okuyup bitirdikten sonra başka eserlerin peşine düşerken, ikinciler okumaya ara verirler. Veya çok alakasız, Cündioğlu’nun eserinden derece bakımından fazlasıyla düşük bir kitap okumaya başlayabilirler. Cündioğlu’ndan aldıklarıyla yetinebilirler. Başka şeylerle Cündioğlu’nun söyledikleri arasında bağlantı kurma gereği duymazlar. Entelektüel bir faaliyet göstermiş olmanın hazzıyla iktifa ederler. Ne bir derinliğe ne de bir genişliğe ulaşırlar. Oldukları yerde kalırlar. Birinci tür okuyucular ise Cündioğlu’nun her eseriyle birlikte, zihinsel ve hissi değişim yaşarlar. O kitabı okumadan önceki halleriyle, okuduktan sonraki halleri farklıdır. Değişime açıktırlar. Her değişimin gelişim olmadığını da bilirler.
O zaman şunu söyleyebiliriz: Birinci tür okuyucular okuduklarını sindirmeye, yaşamaya, araştırmaya, denemeye, düşünmeye meyillidirler. İkinci tür okuyucular ise aslında her şeyi bilmektedirler, yani bildiklerini sanmaktadırlar. Cündioğlu’nun kitabı bu bildiklerini onaylamaktan öteye geçmemiştir.
Örneğin birinci tür okuyucu Akif’e Dair’i okumakla yetinemez, Bir Kur’an Şairi’ni de sonuna kadar, heyecanla okur. İkinci tür okuyucu ise Meşrutiyet'ten Cumhuriyet'e Din ve Siyaset’i okuduktan sonra Bir Siyasi Proje Olarak Türkçe İbadet 1’in peşine düşmez. Bu kitabın ikinci cildi yayımlandı mı yayımlanmadı diye sormaz bile. Bu yüzden ikinci tür okuyucular daha çok Cündioğlu’nun gazete yazılarından derleyerek yayımladığı deneme kitaplarına iltifat gösterirler. Diğerlerini akademik bulurlar. Oysa Cündioğlu klasik, alışılageldiği anlamda akademik çalışmalar yapmamıştır. Onun bir projeye sahip olması, bir siyaset gütmesi, hedef ve amaç uğruna düşünmesi, söyleyecek sözünün olması, çalışmalarını akademik olanın ötesine geçirmesini sağlar.
Felsefe üçlemesiyle Cündioğlu üçüncü bir tür okuyucuya seslenmeye başladı. Onu da başka bir haberde ele almaya çalışacağız. Fakat şunu söylemeden geçemeyiz: Sonuçta olay, yazarda değil okuyucuda biter. Okuyucu hangi esere, neden yönelir? Cevabı basit: Kendinden dolayı, kendisi için. Çünkü insan her şeyi kendinde toplar ve anlamlandırır. Toplum da tek bir bireyde toplanır, dünya da. Ve toplum ve dünya bireyde temsilini bulur. O yüzden hiçbir okuyucuyu yargılayamayız. Lütfen haberimiz bazı okuyucuları aşağı görmek şeklinde anlaşılmasın. Herkesin elinden gelen, ona verilen kadardır. Mesnevi’de sık sık tekrar edildiği üzere; bardak kendi ölçüsünce, sürahi yine kendi ölçüsünce su alabilir.
Ömer Yalçınova yazdı
Hoca'nın hazırlamış olduğu Elmalılı Hamdi Yazır'ın Kur'an meali ve Tesettür Risalesi'ni de yorumla anmış olalım... Arayıp da bulamadığımızı ve aramakta olduğumuzu da buradan bu yazının altından duyurmuş olalım