Çanakkale iline bağlı bir ilçe merkezi olan Gelibolu, boğazın Avrupa yakasında kendi adıyla anılan yarımadanın kuzey kısmındaki tepenin üzerinde kurulmuştur. 1352’den itibaren Süleyman Paşa komutasındaki akıncılar tarafından Osmanlı Beyliği’nin yerleşim alanı haline gelen ve Balkan seferleri için önemli bir üs görevi taşıyan şehir, Avrupa ile Anadolu arasında önemli bir güzergâh noktası olduğu için Marmara’ya geçişi daima kontrol altında tutmuş ve “İstanbul’un kilidi” vasfını taşımıştır.
Namazgâh lügat anlamı itibariyle “namaz kılınan yer” demektir. Istılahi olarak “şehirlerde, kasabalarda, kervan yollarında ve mesire yerlerinde, düzgün ve temiz bir zemin üzerinde çoğu kez kıbleyi gösteren bir mihrab taşı ve bazen de hutbe okunabilecek bir minberi bulunan üstü açık ibadet mekânlarıdır” Ayrıca insanın sosyal yaşantısı ve istirahati gereği yapının etrafında ağaçlar, kuyu ya da çeşmeler de bulunabilir. Namazgâhlarda minberin varlığı, bu tarz yerlerde vakit namazları dışında cuma ve bayram namazları gibi kalabalık bir topluluğun aynı anda ibadet edebildiğini göstermektedir. Bununla birlikte namazgâhların sefere, askere ve hacca gideceklerin bu yerlerden topluca ve dualarla gönderilmesine yönelik işlevleri de bulunmaktadır.
Çanakkale Boğazı’nın girişinde ve yüksek bir tepe üzerinde inşa edilen Gelibolu Azebler Namazgâhı ise kitabesine göre Osmanlı Devleti’nin ve ülkemiz sınırları içindeki namazgâhların en eskisi olmasının yanı sıra ölçü ve işçiliğinin mükemmelliği ile mimarının kimliği hakkında tartışmalar söz konusudur.
Bazı kaynaklarda Azebler Namazgâhı’nın, sefere çıkan Osmanlı donanmasına ait azeblerin (donanma erlerinin) namaz kılıp dua ettikleri yer olduğu belirtilmektedir. Yapı derinlemesine dikdörtgen planlı olup 12.30 m. x 8.19 m. ölçülerinde bir alanı kaplamaktadır.
Namazgâhın sadece mihrap duvarı beyaz mermerden, diğer cepheler ise kesme küfeki taşından inşa edilmiştir. Kuzey kenarının ortasında beyaz mermerden silmeli sövelerin çevrelediği giriş kapısı yer almaktadır. Kapının üstünde, ön ve arka yüzeyi kitabe ve Rumi motifleriyle süslenmiş dilimli bir taç bulunmaktadır. Giriş kapısının hemen sağında, yapının kuzey batı köşesinde ve ibadet mekânının dışında yerden 0.40 m. yüksekliğinde tuğla döşemeli bir seki vardır. Namazgâhın zemini ise mermerle döşenmiştir.
Mihrabın yer aldığı güney cephe hem sağ ve sol köşedeki minber ile vaaz kürsüleri, hem de bu mimari elemanlardaki işçilik açısından yapının en önemli özelliklerini taşımaktadır. Mihrap kıble duvarının ortasında ve giriş ekseninde yer almaktadır. 1,23 m. kalınlığındaki duvara bir niş şeklinde açılmış olan mihrap, dış cepheye herhangi bir taşıntı yapmamaktadır. Mihrabın malzemesi duvar ile aynıdır. Dikdörtgen görünümlü mihrap üç kenarlı hücre, mukarnaslı kavsara, sütunce, köşelik ve taç gibi unsurlardan meydana gelmektedir. Yedi mukarnas sırasıyla son bulan kavsaranın üzerinde mihrab boyunca uzanan mermerin yüzeyi, kazıma tekniğiyle yapılmış ters yüz lale motifleriyle bezenmiştir. Bunun üstüne de duvardan çıkıntı yapan ve tek zülfeden oluşmuş dokuz dilimli bir taç yerleştirilmiştir. Tacın içeriden görünen yüzeyine bir ortabağdan gelişen ve helezonik biçimde dağılan Rumi motifleri işlenmiştir. Kabartma Rumiler bir tepelikle son bulmaktadır.
Kıble duvarında mihrabın sağ ve solunda ibadet edenlerin denizi rahatlıkla görebilecekleri dikdörtgen görünümlü iki pencere dikkat çekmektedir. Yapının güney batı köşesinde yedi basamaklı minber vardır. Kapı kemeri ve yanları sade tutulmuş minberin köşk kısmı ise ilgi çekecek biçimde süslenmiştir. Mihraptakilerin benzeri olan sütunların taşıdığı sekizgen kasnaklı küçük bir kubbe, minberin köşk kısmını örtmektedir. Kasnağın ön yüzünde kelime-i tevhid, köşkün arkasına isabet eden duvarda ise bâninin adını ve inşa tarihini ihtiva eden Arapça kitabe yer almaktadır. Mermer malzemeden örülmüş minberin kapısının üstünde de günümüzde tamamen yıkılmış Hoca Hamza Mescidi’nin 809(1407) tarihli inşa kitabesi görülmektedir.
Namazgâhın güney doğu köşesinde minber görünümlü vaaz kürsüsü bulunmaktadır. Kapısız ve yedi basmaktan oluşan kürsü köşksüzdür. Ancak üstte duvar yüzeyine Âl-i İmran Suresi’nin 18-19. ayetlerinin bir kısmı yazılmış olup duvarın üstüne ise Rumi motiflerle bezenip bir tepelikle son bulan dilimli taç yerleştirilmiştir.
Namazgâhın kitabeleri ve mimari
Namazgâhın kuzey duvarındaki giriş kapısı üzerine yerleştirilen tacın her iki yüzeyinde, minberin kapısı üstünde ve külahında, bir de vaaz kürsüsünde kitabeler yer almaktadır. Arapça olan kitabelerin okunuşu ve anlamı şöyledir:
A-Giriş Kapısı Üzerinde: Allahu müfettihu’l-ebvab
- Dış yüzünde: Ya hafıyye’l-eltaf neccina mimma nehaf
Anlamı: Allah hayır kapılarını açıcıdır. Ey lütufları gizleyen, korktuğumuz şeylerden bizi emin kıl.
b) İç yüzünde: Amile İbnu Aşık Selman el-Mevlevi el-Laziki
Anlamı: (Bu binayı) Lazkiyeli Aşıkoğlu Selman el-Mevlevi yaptı.
B- Minberde
- Kapının üzerinde Hoca Hamza Mescidi’nin kitabesi:
- Bena haze’l-mescide’ş-şerife’l-mübarek li’llahi teala el- abdu’d-daif el-muhtac
- ila rahmeeti’llahi teala Hôca Hamza bin Emir Salih el-Akşehir fi şehri zi’l-hicce seneti tis in ve semanimayeh hicriyyeh
Anlamı: Bu şerefli mübarek mescidi zayıf kul, Allah’ın rahmetine muhtaç, Emir Salih el-Akşehir oğlu Hoca Hamza, 809 Hicri yılının Zilhicce ayında, Allah Teala’nın rızasını kazanmak için yaptırdı.
- Külahın ön aynasında: La ilahe illa’llah Muhammedun rasulullah
Anlamı : Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed Allah'ın elçisidir.
- Külahın içinde, duvarın yüzeyinde:
- Temmet hazihi’l- ımaratü’l-ma muratü kıblete azebiyyin min yedi Skender ibn
- el-Hac Başa el-Muharrir fi gurreti muhahami’l-haram seneti aşera ve semanimayeh hicriyyeh
Anlamı: Azeblerin kıblesi olarak inşa edilmiş bu imaret (yapı), 810 Hicri yılının Muharrem ayının başında, Hacı Başa el-Muharrir oğlu İskender tarafından tamamlandı.
C- Vaaz Kürsüsünde (Sol Minberde):
- Şehida'llahu ennehu la ilahe illa huve ve'l melaiketu ve ulu'l- ilmi kaimen
- bi'l-kıstı la ilahe illa huve'l- azizu'l-hakim inne'd-dine ında'llahi'l-İslam
Anlamı: Allah, adaleti ayakta tutarak (delilleriyle) şu hususu açıklamıştır ki kendisinden başka ilah yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de (bunu ikrar etmişlerdir. Evet) mutlak güç ve hikmet sahibi Allah’tan başka ilah yoktur. Allah nezdinde hak din İslam’dır.
Namazgâhın kitabeleri Arapçadır ve mermere kabartılarak hakkedilmiştir. Bütün yazılar celi sülüs türünde yazılmıştır, fakat hattatı kesin olarak belli değildir.
Bununla birlikte inşa kitabesindeki isminin sonunda yer alan “el-muharrir” sıfatının varlığı, bu kişinin yazıyla ilgilendiğini, belki de bu yazıların hattatının olabileceğini düşündürmektedir.
Minberin kapısı üzerine yerleştirilen 809 Hicri tarihli Hoca Hamza Mescidi’nin kitabesi de yazı türü ve üslubunun yanı sıra namazgâhın inşa tarihiyle yakınlığı göz önünde bulundurularak, aynı sanatkarın elinden çıkmış olabileceği söylenebilir.
Namazgâhın kitabeleri, eseri yaptıran kişinin ve mimarının adlarını ihtiva etmesi nedeniyle ayrı bir önem taşımaktadır. Buna göre namazgâh, azeb askerleri için Hacı Başa el-Muharrir oğlu İskender tarafından 810 (1407) yılında yaptırılmıştır ve bu kişi yapının banisidir. Fakat mimarının adı ve memleketini içeren kitabe (-ki giriş kapısının iç yüzünde yer almaktadır-), bugüne kadar yaptığımız araştırmalarda sürekli “Amel-i Aşık ibn Süleyman el-Mevlevl el-Ladiki” şeklinde (yani Ladikli Aşık ibn Süleyman olarak) okunmuştur. Buna göre mimarın adı Süleyman oğlu Aşık, memleketi de Ladik olmaktadır. Halbuki kitabe dikkatle incelendiğinde hem Arapça hem de hat sanatının prensipleri açısından metni “Amile ibnu Aşık Selman el-Mevlevi el-Laziki” tarzında okumak, daha isabetli görünmektedir.
Sonuç olarak Gelibolu Azebler Namazgâhı, Osmanlı dönemine ait en erken tarihli namazgâhtır. Coğrafi konumu, planı, malzeme ve tekniği, mimari elemanları ve süslemeleri açısından diğer namazgâhlar arasında önemli bir yer tutmaktadır.
Doç. Dr. Abdulhamit Tüfekçioğlu