Nurettin Topçu’nun fikir hayatında dini gruplar ve liderler: Nurculuk ve Said Nursi örneği

"Topçu’nun hür iradeyi, bireyselciliği savunduğu için cemaat, tarikat oluşumlarına olumlu bakmadığı söylenebilir. Ona göre bu tarz dini oluşumlar bireylerin özgür düşüncesine engel olmaktadır. Oysa cemaat, tarikat ehli insanlar için birlikte hareket etmek, birlikte ibadet etmek tek başına yapılacak iyi hareketlerin, hayırlı işlerin bir araya gelerek kuvvet bulması demektir. Unutmayalım ki hangi dini grup olursa olsun kusursuz lider, yol ve mürid/talebe olması mümkün değil. Asıl mesele dini hareketlerin istikametidir, dini liderlerin putlaştırılacak şekilde sevilmesi değil ahlâkî lider olarak benimsenmesidir." Dr. Ahmet Kılıç yazdı.

Nurettin Topçu’nun fikir hayatında dini gruplar ve liderler: Nurculuk ve Said Nursi örneği

Türk fikir hayatında özgün bir yeri olan Nurettin Topçu’ya (1909-1975) geçmiş yıllarda kıymet verilmediği gibi günümüzde de gereken kıymet verilmemiştir. Özellikle de eğitimci kimliği, meslek ahlâkı, ahlâk konusundaki felsefî görüşleri vb. konusunda. Topçu’ya gereken kıymetin verilmeyişinin nedenleri arasında Topçu’nun belirli bir ideoloji şemsiyesi altında hayatını idame ettirmemiş olması yer alır. Çünkü fikir kitabı okuyan Türk okuyucuları genelde kışkırtıcı ve fanatizm söylemleri içeren aynı zamanda kendi ideolojisine ve ideolojik lider(ler)ine kutsallık atfeden yazılara öncelik vermektedir. Topçu ise yazılarında şahısları eleştirmek, kendini belirli ideolojik görüştekilere şirin göstermek yerine farklı düşünceleri (sol/Kemalist, sosyalist/komünist, muhafazakâr/İslâmcı, milliyetçi/Türkçü vd.) özgürce eleştirmiş biridir. Bu durum da onun ideolojik sahada taraftarlarının olmayışına neden olduğu gibi ideoloji-lider-takipçi etkileşiminden ziyade öğretmen-öğrenci, öğretici-öğrenen ilişkisini ön plana çıkarmıştır. Topçu’nun kavramlara yüklediği mana, özgün görüşlerini okuyucuya sunması, görüşlerine paralel bir yaşam biçimine sahip olması ve yaşam biçiminin çevresindekilerin üzerinde etki yaratması elbette onun lider bir şahsiyet olduğunun göstergelerinden bazılarıdır. Lakin ona atfettiğimiz liderlik vasfı ile kendi dönemindeki farklı ideolojik/dini grup liderlerinin vasfı farklıdır. Örneğin; onun bir şeyhle olan manevî bağı, Anadoluculuk görüşü, isyan ahlâkı ifadesinin izahı, İslâm sosyalizmini savunması vb. onu diğer lider vasıflı şahıslardan ayıran bazı unsurlardır.

Günümüz pozitivist bakış açısına sahip kişilerin eleştirdiği tasavvufun subjektif yönü bilimle-tasavvufu (deneycilik-mistisizm) hep karşı karşıya getirmiştir. Bu bakış açısına sahip olmakla birlikte ruhçu/maneviyatçı Topçu’yu sevenlerin bazıları için şöyle bir düşünsel kırgınlık oluşmuştur: Akademisyenlik sürecini yurt dışındaki en kaliteli üniversitelerin birinde yapmış ve alanında başarılı olmuş hatta felsefe alanında çalışmalar yapmış biri nasıl olur da bir şeyhle (Abdülaziz Bekkine/1895-1952) diyalog kurmaya ihtiyaç duyar? Takımlı, kravatlı modern bir giyime sahip, doçent olmuş biri nasıl olur da sarıklı, cübbeli bir camii imamının önünde diz çökerek onun ilminden istifade etmeyi arzu eder? Hâlbuki kişinin ilmi, unvanı ne olursa olsun etkilendiği bazı insanlarla irtibat kurmak istemesi pek tabii bir durumdur. Çünkü her insan her mevzuda bilgi sahibi olamaz ve her muhataplığın esas gayesi bilgi edinmek de olamaz. Bazen kişi, birisinin espiri anlayışından haz alır bazen hitabetinden bazen inancından bazen de sadece varlığından hakeza… Peki şeyh denilen zatlarla muhatap olan kişileri mutlu eden şey nedir? Bu sorulara Topçu ve şeyhi Abdülaziz Bekkine üzerinden cevap vermeye çalışalım:

Mehmet Sırrı Tüzeer, Topçu’nun Abdülaziz Efendi ile tanışmalarından şu şekilde bahseder: Abdülaziz Efendi o gece Topçu’nun kafasındaki karışık düşünceleri çıkarıp attı. Hoca Efendi’nin zekâsı, feraseti ve ilmiyle Topçu bir gecede başka bir Nurettin oldu. Nurettin, Hoca Efendi’nin o sözlerini belki kitap okuyarak da öğrenebilirdi. Fakat onun anlatmasında başka bir veçhe vardı.”[1]

Komşularımız, yakın çevremiz ya da arkadaşlarımız arasında imam olan birisinin şöyle bir hassasiyeti olduğunu düşünelim: Aldığı maaşı kuruşu kuruşuna mahalledeki fakirlere dağıtıyor ve geçimini de çorap yaparak sağlıyor.[2] Böyle birini tanısak o kişiyle olan diyalogumuz daha sıkı olmaz mıydı, ona karşı özlemimiz fazla olmaz mıydı, günlük hayatta ahlâkını görerek örnek almak istemez miydik? İşte bu güzel ahlâka sahip kişi şeyh Abdülaziz Bekkine’dir. Topçu’nun böyle güzel ahlâka sahip birine yakın olmak istemesi neden sorunlu bir davranış olarak görülsün ki? Pozitivist bakış açısının Abdülaziz Bekkine Hoca ile Topçu arasında yaşanan keramet olaylarına da inanmaması şaşırtıcı değildir elbette! Peki akıl bunun neresinde? Çam’a göre bazı tarikatlar medeniyet yolunda mühim eserler üretmiş olsa da bilinçli hedefleri yoktu, aklı etkili kullanma noktasında eksiklerdi.[3] Oysa sûfilerde kâl dili değil hâl dili önemlidir. Yani şeyhlerin düşünceleri salt aklın ürettiği rasyonel bilgilerden ziyade pratik aklın ürettiği tecrübelerin bilgisidir.[4] Topçu’ya göre ise dinde asıl olan imandır, akıl ise sadece disiplin sağlar. Akıl, uzakları göremez ve kendi başına hareket ederse yanlış yola gidebilir. Akıl ile yolu her şeyin izahı yapılamaz. Örneğin vahiy, keramet gibi din esaslarının akıl yolu izahı çok zordur.[5] Hatta akıl kendi başına kılavuz olduğu zaman gerçek imanı yolundan saptırır.”[6]

Peki tasavvuf aklın tam kullanılmadığı bir yaşam biçimi ise tarikata tabi olanlar aklı kıt/aklını tam kullanamayan insanlar mıydı? Unutmayalım ki her zaman bireyin ahlâkından üstün ahlâk, bilgisinden üstün bilgi, aklından üstün bir akıl vardır. Topçu, Şems-i Tebrizî ile Mevlâna arasındaki mürid-mürşid ilişkisini rahmetin bir cilvesi olarak görür ve mürşid kavramına şu manayı verir: “Mürşid, en ileri rahmet kapısıdır. Rahmeti bir avuç topraktan toplayıp ve bir damla suda seyreden insan kemâle ermiştir, ilâhî rahmetin aynası olmuştur.”[7] Maalesef din sömürüsünün gittikçe arttığı bu yıllarda elbette sahtekâr şeyhler de olacaktır. Bu sebeple tasavvufla gönül bağı kuracakların sahtekâr şeyh ile hakiki şeyhi ayırt etmesi için aklını kullanmaları da gerekmektedir. Topçu, bazı yazılarında sahtekâr şeyh / mürşid ifadesini kullanmıştır: “Dini hayatta bile hatta bugünkü kadar serbestlik memleketi büyücü ve bakıcılarla sahtekâr şeyhler ve sahte mürşitlerle doldurdu.”[8], “Sahtekâr mürşit menfaatle ikbâle yükselmekten başka şey, düşünmediği hâlde, bir zümre gençliğin masum kalplerini, kendi ikbâle yükselişinin basamakları gibi kullanıyor.”[9], “… devlet elinin bir çatı, bir kiremit bile bağışlamadığı köyde imam, büyücü ve bakıcı ile sahtekâr şeyhlerle anlaşarak keyfine bakarken şehirde kanunların, kumarcı kıyafetindeki seyyar dolandırıcı bile okulun kapısından uzaklaştıramadığı yerde devletin iktidarı sırf hayâli ve farazî bir mana taşımaktadır.”[10]

Mustafa Kara’nın da dediği gibi günümüzde adı şeyh olanların neredeyse yüzde doksanı şeyh değildir ve bu realiteyi kabul etmemiz gerekir. İnsanlara faydalı olanlar da teknik anlamda mürşit değildir.[11] Bazılarına göre yolsuzlukların, kötü vaziyetin sonlanması için tasavvufun tamamen ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bu mümkün mü? İnanç özgürlüğünün var olduğunu iddia eden bir toplulukta bu düşünüş vicdanî midir? Her tasavvuf talebesi/müridi ve bir tasavvuf kolunun devamlığı için manevî sorumluluğu üstlenen her şeyh kötüdür, zararlıdır denilebilir mi? Elbette hayır! Yüzyıllardır Anadolu’da varlığını göstermiş, sadece Anadolu’da değil dünyanın birçok yerinde hâlen varlığı devam eden bu dini grupların artık toplumların yaşam biçimine, kültürüne dönüşmüş olması bu ihtimali ortadan kaldırmaktadır. Bundan dolayı tasavvuf gruplarını ortadan kaldırılması yerine zararlı olanları faydalı olanlardan ayırt edilmesi gerekmektedir. Bu nasıl olur? Gerek devletin denetimi gerek tasavvuf gruplarının tasavvuf alanında uzman akademisyenler tarafından eğitimi yoluyla vb.

Tabii okuyucular kendilerine şöyle bir soruyu yöneltiyor olabilirler: Günümüzde Abdülaziz Bekkine gibi biri vardı da biz mi onun derûnî ilminden ve güzel ahlâkından istifade etmedik? Maalesef günümüzde -bilhassa 15 Temmuz darbe girişiminden sonra- herhangi bir dini grup (tarikatlar, cemaatler, STK’ler vb.) etkinliğine gelecekte tehlikeli harekete gebeymiş gibi korku ve şüpheyle bakılıyor -şahısların bazı yönleriyle haklılık payı yok da değil-. Topçu, Abdülaziz Bekkine’nin ölümünden sonra başka bir şeyhe mürid olmamıştır. Bu nedenle Topçu bir tarikate bağlılığından ziyade şeyhe bağlılığından söz etmek daha doğru olacaktır. Aslında Topçu’ya göre Abdülaziz Bekkine tasavvufun son temsilcilerinden biri gibiydi. Ona göre tasavvuf artık sarık, cübbeden ibaret olmuş; Peygamber ahlâkını aşılamaktan ziyade sadece zikir çekmekten öteye gidememiştir. Topçu’yu hastaneye ziyarete giden Özer ile Işık arasında, İslâm içindeki en sağlam yolun hangisi olduğuna dair bir konuşmada Topçu tarikatlar hakkında şu sözü söylemiştir: “En salim yol Nakşilerin yoludur.”[12] Topçu, “dinin ruhunu şeyhler, şeklini veya ibadet kısmını ise imamlar temsil ediyor.”[13] dese de sonuç olarak “İslâm’da tarikat, şeriatçıların ruhsuz tahakkümünden ruhları kurtarmıştı. O da kendi yolsuzluklarıyla yıkılınca İslâm sahipsiz kaldığı”[14] düşüncesindedir.

Said Nursi’nin herkesi bir meşrebde toplama gayesinin olmadığını, tarikatın meşakkatli bir terbiye süreci olduğunu ve bu asırda layıkıyla tarikat hayatını yaşamanın zorluklarından bahsettiğini biliyoruz. “Velâyet, bir hücceti risalettir; tarikat, bir bürhanı şerîattır”[15] diyerek tarikatların varlığını desteklediğini ve tarikat oluşumlarıyla bir yarış hâlinde olmayıp rakip topluluklar olarak görmediğini de biliyoruz.

Peki yazımızın konusu olan Topçu’nun Nurculuğa bakış açısı nasıldır?

Topçu, Nurculuk ifadesini şu şekilde kullanmıştır: “Daha dün ‘Amentü’yü ağızlarına alamayanlar, şimdi Nurcu, Kursçu, Süleymancı gibi kafilelere, mukabeleci, mevlidci, duacı gibi taifelere ayrılmış bulunuyorlar. Şüphe yok ki, hepsinin derdi cehaletin örterek gizlediği kibirdir (Vatana İhanet, Hareket V/49, Ocak 1970).”[16]

Görüldüğü üzere Topçu, genel olarak ön plana çıkan cemaat adlarını zikrederek onları kibirli ve ayrıştırıcı oluşum olarak görmektedir. Hatta Topçu 10-12 Eylül 1973 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Bolu’da düzenlediği vaizler seminerinde yaptığı konuşmada şöyle bir açıklama yapmıştır: “İslâm’ı içten çökerten önce onu menfaat emellerine alet yaparak her gün minber üstünde satanlardır. Sonra da çeşitli isimlerle İslâm cemaatini bölenler geliyor. Bir noktayı çekinmeden itiraf edeceğim. Nurcu, Süleymancı, Kur’an kurscu gibi zümreleşerek kendilerinden olmayanlara karşı cephe alanlar ve dini çalışma yerlerini kendi çalışma alanlarının inhisarına almak için seçerek siyaset kullananlar yok mu? İşte onların hareketi dine karşı, din karşısında bir nifak hareketi oluyor.”[17]   

Topçu her ne kadar bir şahsın herhangi bir zümreye bağlanmasına, gitmesine saygı duyduğunu söylese de farklı adlardaki cemaatlerin İslâm’ı böldüğünü düşünmektedir. Topçu’nun isim verdiği cemaatler için kullandığı ‘bölücü, nifak’ ifadesini; ülkemizdeki malum cemaatin darbe girişimi gibi bir ihtimali içinde barındırdığını düşündüğü için değil siyasetten nemalanarak insanları ötekileştirdiğini düşündüğü için kullandığını düşünmekteyim. Said Nursi’nin ölümünden sonra (1960) Nurculuk hareketi farklı adlarla anılmaya ve gruplaşmalara başlamıştır. Ham maddesi insan olan her grubun içinde elbette zararlı olanları da olacaktır. Lakin bu grupların hepsini genelleyerek bölücü hareket olarak görmek de insaflı bir düşünüş değildir!

Peki tefsir ilminde Risale-i Nur’u başucu eserler olarak gören Nurcular bölücü ise Risale-i Nurları övenler de bu bölücü harekete güç mü katmış olurlar? Nur cemaatinin öncüsü Said Nursi’yi sevmek bölücü harekete taraftar olmak manasına mı gelmektedir? Topçu’nun Risale-i Nurlar ve Said Nursi hakkındaki yazı ve hatıralarını aktardıktan sonra bu sorulara cevap vermeye çalışalım.   

Said Nursi’nin vefatından (23 Mart 1960) yaklaşık bir ay sonra Topçu’nun Risale-i Nurlar hakkındaki ehl-i vukuf raporunun (Nisan, 1960)[18] orijinali aşağıdaki gibidir:

25/4/960

RAPOR

14

RİSALE-İ NURLAR VE LAHİKA MEKTUPLAR HAKKINDA

EHL-İ VUKUF RAPORUDUR[19]

         İstanbul Birinci Sorgu Hâkimliğine:

         Merhum Bediüzzaman Said Nursi’ye ait yazılarla mektuplardan ibaret on bir parça eser, ehl-i vukuf sıfatiyle tarafımdan tedkik olundu:

         Said Nursi’nin yazıları, İslâmın ulviyet ve azametine ait, onu tebcil edici mahiyette ve İslâm dinine bağlılığının cemiyeti yükseltici olduğunu iddia edicidir. Tarafdarları da, neşriyatlarında ve mektublarında aynı dâvaya şiddetle bağlanmış bulunuyorlar ve üstadların kuvvetle te’siri altındadırlar.

         Risale-i Nur hakkında Konyalı bir muallimin neşrettiği risalede ise: Yine Nur risaleleri övülmekte ve bu risalelerin imanî takviyede en büyük hizmeti gördükleri, Nur münkirlerini mağlup etmek hususundaki değer ve kudretleri anlatılmaktadır. Aynı zamanda, Bediüzzaman’ın bir mürşid ve bir ahlâkî nâsih olarak yüksek meziyette övülmektedir.

         Mektublarda ise: Bediüzzaman’ın, talebelerinin kendisinde meftun olduğu meziyetleri, İslâmiyeti yükseltme hususundaki mümtaz kabiliyet ve iktidarı teslim edilmekte, Nur Risalelerinin İslâmiyeti âleme yaymak hususundaki yüksek değeri kabul olunmaktadır.

         Bir kısım yazılarda ise: Risale-i Nur’un takibine dair geçmiş zamana îma teşkil eden pasajlar vardır. Vâkıa bu pasajlarda, şiddetli tenkidkâr bir lisan kullanışmış ise de; bu tenkidler, mâziye ve yakın tarihimize ait olarak mevcut rejime taallûk etmediklerinden; kendilerinde siyasî vasıf görülememektedir.

         Atatürk’e ait kısımlar da yine, Risale-i Nur’un bu konu üzerinde, geçmiş zamandaki takibleri söz konusu edildiğinden; hale ait bir suç mevzuu aramak hukuken kabil değildir. Zira bunlar, mâzinin nakline müteallik söz ve yazılardır. Hedefleri, tariz ve tenkit olmayıp, geçmişteki hâdiselerin bahis dolayısile naklidir. Sırf mâziye ait bir hâdiseyi nakil eden bu satırların bizzat mâhiyeti üzerinde suç konusu aramak, mantıken ve hukuken imkânsız olduğundan; bu yazılarda Atatürk’e hakaret kasdı araştırmak caiz değildir.

         Bu yazıların hiç birinde lâikliğe aykırı olarak dini, siyasete âlet yapmak gayesi düşünülmemekte; belki içtimaî hayatımızın İslâmî ruh ve ahlâk dairesinde cereyanı kuvvet ve ihtirasla tavsiye olunmaktadır. Yine bu yazılarda, Devlet nizamını sarsıcı veya bu hususta dini vasıta yapıcı bir karakter görülmeyip; sadece cemiyete din, hayat telkini yaptığı anlaşılmaktadır.

         Tetkik edilen aynı yazılarda, Bediüzzaman’ın şahsı için veya herhangi bir şahıs için menfaat temini gayesi güdülmemektedir. Zira ne cinsten olursa olsun, menfaat teminine matuf herhangi bir vasıtaya müracaat edilmiş olduğu görülmemekte; ve menfaat gayesi üzerinde hiçbir unsur ortaya koyulmaktadır.

         Kendilerine fikir ve irşat yolunda Üstad telâkki ettikleri Bediüzzamanın çalışma tarzı hakkında, 11 numaralı vesikanın 14 üncü sahifesinin son kısımlarındaki şu satırlar, tam ve vazıh bir fikir vericidir. “Madem bize menfi harekete izin vermiyorsun. Öyle ise biz de Rahmet-i İlâhiye’den niyaz ederek ahdediyoruz ki: din düşmanlığı ile, üstadımıza zulmeden o gaddar insafsız zalimlerden intikamımızı şöyle alacağız. Risale-i Nur’u ölünceye kadar defalarca okuyacağız, neşrinde sebat ve sadakatle hizmet edeceğiz. O’nu altın mürekkeplerle yazacağız…” Bu satırlar ve bu ifade, Nur Şâkirtlerinin şiarını ortaya koyucudur. Bu şiar, hiçbir tahrik vasıtası ve maddi kuvvet kullanılmaksızın ruhî terbiye yoliyle İslâm dinini yükseltmek ve O’nun mukaddes kitabı olan Kur’an-ı Kerimi, en mükemmel ve iyi anlaşılmış şekilde, ulvi ilhamlar halinde tefsir edici Nur Risalelerini, bütün İslâm dünyasına yaymaktan ibarettir.

         Bu mütalâalarla, ehli vukuf olarak tedkik ettiğim yazıların, parça parça ve kül halinde, lâikliğe aykırı olarak dini siyasete âlet etmek veya şahıslar için herhangi bir menfaat sağlamak gayesini gütmedikleri ve Atatürk’e hakaret kasdını ihtiva eylemedikleri neticesine varmış bulunuyorum. Saygılarımı arz ederim. 25/Nisan/960

                                                                            Ehlivukuf

                                                                            Robert Koleji ve İstanbul

                                                                            Lisesi Felsefe öğretmeni

                                                                  Felsefe ve ahlâk Doçenti Dr.

                                                                            Nurettin Topçu

Topçu’nun Risale-i Nurlar hakkındaki raporundan özetle şu çıkarımlarda bulunabiliriz:

  • Risale-i Nurlarda lâikliğe aykırı olarak dini siyasete âlet yapmak gayesi ve devlet nizamını sarsıcı durum görülmemiştir.
  • Risale-i Nurlarda Bediüzzaman’ın şahsı için veya herhangi bir şahıs için menfaat temini görülmemiş ve menfaat temini için herhangi bir vasıtaya müracaat edilmemiştir.

Kısaca; Topçu, Risale-i Nur eserlerini dini ve siyasi açıdan sorunlu ve tehlikeli görmemektedir ama bu eserleri okuyan Risale-i Nur cemaatlerini sorunlu bulmaktadır, diyebiliriz.

Topçu’nun Bediüzzaman Said Nursi hakkındaki söyledikleri yakın çevresinin eserlerinde şu şekilde geçmektedir:[20]

Emin Işık: “Nurettin Topçu Denizli’de kaldığı o sene içinde Said-i Nursî ile de tanıştı ve onunla ilgili duruşmaların bir kısmına, dinleyici sıfatıyla katıldı.[21] Eserinin başka bir sayfasında: “Denizli’de yaşadığı inziva hayatının, Said-i Nursî’de müşahede ettiği bazı hâllerin, onun ruh dünyası üzerinde bıraktığı izleri de hesaba katmak gerekir.” ifadeleri yer alır.[22]

Hüseyin Karaman: “Risalelerinden dolayı mahkemeye verilen Bediüzzaman’ın mahkemelerini takip eder. Topçu, Said-i Nursi’nin mücadeleci karakterinde hareket adamının ahlâkını görmüş ve ondan etkilenmiş olabilir.[23]

Kemal Ural: “O, Bediüzzaman’ı bizzat ziyaret etmiş, sevmiş, takdir etmiş bir insan olduğunu daha sonra anlatmıştı bana. Onun endişesindeki gerçeği o anda sezinlemiştim, ona Şule’nin asla bir cemaatin dergisi olmayacağını, sadece ışıktan yoksun kalplere ulaşma çırpınışı içinde olacağını anlatmış, böylece yazı konusunda kendisinden söz almıştım… Hemen ifade etmeliyim ki, Topçu’nun endişesine, Bediüzzaman’ın herkese kendine göre yorumlama imkânı veren ‘…Beni beğenenleri de beğenmiyorum.’ dâhiyane, hikmetli ifadesi tercüman olmaktaydı.”[24]

Mehmet Sılay: “Denizli sürgününde kendisi gibi şehre sürgün edilen Bediüzzaman Said Nursi ile tanıştı, sohbet etti. Nureddin Topçu yeri geldikçe bize Bediüzzaman’ı anlatırdı. (…) Nureddin Topçu, halkın imanını kurtarmaya dönük yazdığı risalelerinden dolayı mahkemeye verilen Bediüzzaman’ın Denizli Ağır Ceza’da devam eden hâkim huzurundaki bütün duruşmalarında hazır bulundu.”[25]

Bu hatıraların haricinde Topçu’nun Said Nursi ile ilgili hatıraları şu yazarların eserinde de geçmektedir:[26] Vehbi Vakkasoğlu, Başkasının Günahına Ağlayan Adam (Nesil Yayınları, İstanbul 2005, s.191-194); Necmeddin Şahiner, Nurs Yolu (Yeni Asya Yayınları, İstanbul 1977, s. 123-127.); Necmeddin Şahiner, Son Şahitler-4 Bediüzzaman Said Nursî’yi Anlatıyor (Nesil Yayınları, İstanbul 2005, s. 133-134.).

Görüldüğü üzere Topçu, Nurculuğu bölücü bir hareket olarak adlandırsa da Nur talebesi Vehbi Vakkasoğlu, Necmeddin Şahiner’le görüşmüş (26 Nisan 1975) hatta o devirde herkesin fikir beyan etmekten çekindiği Said Nursi hakkında düşüncelerini de bu şahıslarla paylaşmıştır. Yine Risale-i Nur külliyatının bir kitabı olan “Tarihçe-i Hayat” adlı eserde Said Nursi’nin duasını almış ve adı geçen Ali Ulvi Kurucu ile Topçu arasında mektuplaşmaların olduğu bir dostluk bağı da bulunmaktadır. Bu durumlar düşünüldüğünde Topçu’nun Nurcu olarak tanınan insanlarla diyalog kurulmasında sakıncalı bir durum görmediği söylenebilir.

Kısaca; Topçu için Said Nursi neyi ifade ediyor? Bu sorunun cevabını Mustafa Kara şu şekilde açıklıyor: “Denizli’de bulunduğu sırada, Said-i Nursi ile tanışırlar. Ve mahkemelerini takip eder. Topçu’nun Said-i Nursi’nin mücadeleci karakterinde hareket adamının ahlâkını görmüş ve ondan etkilenmiş olabileceği düşünülebilir. Topçu, muhtemelen, bir dönem Hareket yazarlarından biri olmuş olan Cemil Meriç gibi düşünmektedir: ‘Said, dağ başında va’z eden bir mürşit. Hor görülenler, her şeyini kaybedenler, mukaddesleri çiğnenenler ona koştu akın akın (…) Said Nursi, bir kavga adamı. Yalçın irade, taviz vermeyen bir mizaç, tefekkürden çok iman.’ Son cümledeki, yalçın irade ve tavizsiz mizaçla ilgili ifadeler, Topçu’nun ilgisinin nedenlerinden birini açıklayabilir.”[27]

Genel olarak Topçu’nun yazıları incelendiğinde bir isim çatısı altında herhangi bir dini zümreleşmeye olumlu bakmadığı görülmektedir. Kendisinin de ne bir dini grup/cemaate ne de bir tarikata mürid/talebe devamlılığı olmamıştır.[28] Topçu’nun Said Nursi ve Nurculuk hakkındaki fikrini şu şekilde özetleyebiliriz: Said Nursi dürüst bir dava adamı ama onun öncülük ettiği dini hareket olan Nurculuk kusurlu bir yol! Peki bunu Topçu’nun Abdülaziz Bekkine’ye bakış açısına da genelleyebilir miyiz? Topçu, Abdülaziz Bekkine için şu ifadeyi kullanmaktadır: “Ruhlarımın önünde yürüyen o büyük varlığı kaybettim.”[29] Lakin Abdülaziz Bekkine’nin yerine gelen Zahit Kotku Hoca Efendi’nin hutbede yaptığı oruç bahsinden hoşlanmadığı hatta mescitten kalktığı anlatılmaktadır.[30] Yani Topçu, tarikatların da zamanla bozulduğunu, bu bozulmaların içlerinde ise en az tahribata uğrayanın Nakşibendiyye kolu olduğu düşüncesine sahip olduğu söylenebilir.

Cemaatlerin ve tarikatların o devirde -hatta günümüzde de- insanların dini ihtiyacına cevap vermek için var olduğunu inkâr edemeyiz. Tekke ve zaviyelerin kapatıldığı, din eğitiminin rejime karşı tehlike doğurabileceği ihtimalinden dolayı sorunlu görüldüğü daha sonraları okullarda da verilen din eğitiminin yetersizliği düşünüldüğünde; Topçu’nun bakış açısına göre cemaatler bölücü, tarikatlar şahsi menfaatlere kurban edilmiş, okuldaki eğitim müfredatları kötü… Peki bu halk, dinini kimlerden öğrenecek? Eğer tek başına din eğitimi mümkün ise (bu eğitimden kastımız sadece Kur’an okuma bilgisi ve ilmihâl bilgisi değil) neden kendisi bazı ilmî meselelerin çözümü için bir camii imamına, bir şeyhe müracaat etmiştir? Elbette biz kusursuz bir insan tavrı, kusursuz bir dini grup beklentisi içinde değiliz! Topçu’nun olaylara genel bakış açısı; olumlu yönünden ziyade olumsuzluklar üzerine yoğunlaşması hatta iyi olan tarafların da daha iyi olamayacağı yönündedir. Topçu’nun bu özelliğini Fethi Gemuhluoğlu şu şekilde dile getirmiştir: M. Emin Işık, 1958 yılının Ekim ayında İstanbul’da ortak tanıdıkları olan matbaacı bir arkadaşlarının mekânında, Fethi Gemuhluoğlu’yla Topçu’nun “Taşralı” kitabını okurken tanışırlar. Gemuhluoğlu, M. Emin Işık’a ve yanındakilere ithafen Topçu hakkında şu ifadeleri kullanmıştır: “Nurettin Topçu Bey güzel insandır. Kendilerini severim. Güzel konuşur ve yazar. Lakin son kitabında din adamlarını, imamları çok fazla hırpalamış. İmamlar zaten ezilmiş… Kamuoyunda mütemadiyen horlanan bir sınıfı, güzide hizmetlerde bulunan din adamlarını, yazıyla, çiziyle hırpalamak bize yakışmaz, Nurettin Bey’e de yakışmaz. Keşke yazmasaydı.”[31] O esnada İmam Hatip talebesi olan M. Emin Işık da sonraki süreçlerde Gemuhluoğlu’nun bu hususta haklılık payı olduğunu düşünür. Topçu din adamlarını eleştirmesinin sebebini kendince şöyle izah eder: “Benim, din adamlarımız hakkında tenkit ettiğim şey, onların, insanlığı kurtarma yolunda hiçbir davasının olmayışıdır.”[32] Topçu’nun bu tutumu birçok din adamının ve dini grupların tepkisini almıştır. Topçu söylediklerinde haklılık payı bulunsa da yazılarında; olumlu tarafları birkaç cümleyle geçiştirmesi, din adamlarının daha çok olumsuzluklar deryası içinde kaybolduğunu vurgulaması art niyetli insanlar için de malzeme olmuştur. Şöyle ki:

Topçu hakkında yazılanlar dikkate alındığında genelde tarikatların, cemaatlerin, dini grup liderlerinin İslâm’a zararlarının faydalarından daha çok olduğu belirtilir. Topçu’yla ilgili kitap, makale yazan biriyle sosyal medyada şöyle bir olay yaşamıştım: Yazar, yazdığı eserleri sosyal medyada yazarak okuyucularla paylaşmış lakin Dergâh Yayınları’ndan yayımlanan kitabını eklememişti. Ben, şu şu kitabınız da vardı, eklemeyi unutmuş olabilirsiniz sayın hocam, dediğimde; bana şöyle bir mesajla karşılık vermişti: “Benim kitabım Dergâh Yayınları’ndan çıktığı için muhafazakâr biri olduğum anlamına gelmesin, ben sosyalist biriyim.” Anladım ki hoca, kendinin muhafazakâr biri olarak görülmesinden kaygı duyduğu için eserini bilerek yazmamış ve okuyucularla paylaşmamıştı. İşte bu bakış açısına sahip olan yazarlar, Topçu’nun İslâm sosyalizmini açıklarken Topçu’nun amacı ne, bu ifadeden kastı ne, cevaplarından ziyade sosyalizmin hâlen günümüzde kurtarıcı bir görüş olduğu ve Topçu gibi muhafazakâr insanların bile bu fikir akımında kurtuluşu gördükleri mesajlarını daha çok vurguladığına şahit oluyordum. Yani o yazara göre; çare, İslâmî/dini toplumsal kaideler değil sosyalizmdir. Oysa Topçu, sosyalizmde kurtuluş arayanlar (eşitlik, adalet vb.) görecekler ki İslam’ın içinde de bu değerler vardır, mesajını vermek amacıyla İslâm sosyalizmi kavramını kullanmıştır. Bana göre bu kavram -her ne kadar Topçu iyi niyetle kullanmış olsa da- talebeleri ve onu sevenler tarafından da uygun görülmemiştir.

Bu fikirler doğrultusunda Topçu’nun Nurculuk hakkındaki ifade biçimini ve söylediklerini dikkate alarak, Said Nursi’nin Nurculuk hakkındaki fikirleriyle birlikte düşünelim:

“Evet, biz bir cemaatiz. Hedefimiz ve programımız, evvela kendimizi, sonra milletimizi îdam-ı ebedîden ve daimî berzahî haps-i münferitten kurtarmak ve vatandaşlarımızı anarşîlikten ve serserilikten muhafaza etmek ve iki hayatımızı imhaya vesîle olan zındıkaya karşı Risâle-i Nur’un çelik gibi hakîkatleriyle kendimizi muhafazadır…”[33]

***

“Halbuki eşyada (varlıklarda), kusursuz ve her ciheti hayırlı şeyler, meşrebler (metod), meslekler az bulunur. Alâküllihal (Her durumda) bazı kusurlar ve sû’-i istimalât olacak. Çünki ehil olmayanlar bir işe girseler, elbette sû’-i istimal ederler. Fakat Cenab-ı Hak âhirette muhasebe-i a’mal (amellerin değerlendirilmesi) düsturuyla, adalet-i Rabbaniyesini, hasenat (iyilikler) ve seyyiatın (kötülükler) muvazenesiyle (dengesiyle) gösteriyor. Yani hasenat racih (üstün) ve ağır gelse, mükâfatlandırır, kabul eder; seyyiat racih gelse cezalandırır, reddeder. Hasenat ve seyyiatın muvazenesi, kemiyete (çokluğa) bakmaz, keyfiyete (niteliğe) bakar. Bazı olur, bir tek hasene bin seyyiata tereccuh (üstünlük) eder, afvettirir.”[34]

Said Nursi’nin buna benzer açıklamalarını çoğaltabiliriz. Asıl sorun şu: Nurculuğun amacı bu ise sorun bunun neresinde? Eğer sorun Nur Cemaatinin kurucusu Said Nursi’de değilse ya da yazdığı Risale-i Nurlarda da değilse yanlış olan nedir? Oysa Topçu, Said Nursi’yi kişilik ve davasına olan sadakatinden dolayı tebrik ediyor, Risale-i Nur raporunda da sorunlu bir şey görmüyor. O zaman sorun bu cemaate bağlılığı olduğunu iddia edenlerin kusurlu hareketleri mi? Buradan hareketle; Nurculuk yanlıştır denilmesi doğru mudur? Dikkat edilirse araştırmacıların çoğu Topçu’nun Nurculuk hakkındaki fikirlerine yer verirken Said Nursi’nin Nurculuk hakkındaki fikirlerine nedense yer vermemektedir. Topçu’nun bir şahsı ya da eserlerini kusursuz görmesi elbette her konuda o kişilerle hemfikir olacağı anlamına gelemez. Çünkü biliyoruz ki Topçu’nun gayr-i Müslim, sosyalist vb. kişilerle de arkadaşlık bağı bulunmaktadır. Bu durum onların izlediği yolu Topçu’nun tamamen doğru bulduğu anlamına gelmez.

Sonuç olarak; Topçu’nun hür iradeyi, bireyselciliği savunduğu için cemaat, tarikat oluşumlarına olumlu bakmadığı söylenebilir. Ona göre bu tarz dini oluşumlar bireylerin özgür düşüncesine engel olmaktadır. Oysa cemaat, tarikat ehli insanlar için birlikte hareket etmek, birlikte ibadet etmek tek başına yapılacak iyi hareketlerin, hayırlı işlerin bir araya gelerek kuvvet bulması demektir. Unutmayalım ki hangi dini grup olursa olsun kusursuz lider, yol ve mürid/talebe olması mümkün değil. Asıl mesele dini hareketlerin istikametidir, dini liderlerin putlaştırılacak şekilde sevilmesi değil ahlâkî lider olarak benimsenmesidir.

Dr. Ahmet Kılıç


 

[1] Nurettin Topçu’ya Armağan, Mehmet Sırrı Tüzeer, ‘Nurettin Topçu’ (İstanbul: Dergâh Yayınları, 1992), s.179-181.

[2] 40 Yıl Sonra Nurettin Topçu, Edt: M. Kâzım Arıcan, Mustafa Orçan, M. Enes Kala, ‘Hatıralar’, Emin Işık (Ankara: Türkiye Yazarlar Birliği, 2016), 317.

[3] Nusret Çam, Bedevilik ile Uygarlık Ayrımında Hangi İslam (İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2018), 189.

[4] İbrahim Işıtan, Sûfî Psikolojisi Sülemi’ye Göre Sûfî Benlik Dönüşümü (İstanbul: Divan Kitap, 2020), 23;

[5] Nurettin Topçu, İslâm ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2015), 181.

[6] Nurettin Topçu, İslâm ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2015), 156.

[7] Nurettin Topçu, Var Olmak (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2018), s. 128.

[8] Nurettin Topçu, Ahlâk Nizamı (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2014), 217.

[9] Nurettin Topçu, Yarınki Türkiye (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2014), 257.

[10] Nurettin Topçu, İrade Dâvası Devlet ve Demokrasi (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2014), 175.

[11] Emeti Saruhan, Türkiye’de Din Algısı (İstanbul: Pınar Yayınları, 2018), 140.

[12] Dursun Özer, “Nurettin Topçu’dan Bazı Hatıralar”, Nurettin Topçu’ya Armağan (İstanbul: Dergâh Yayınları, 1992), 199.

[13] Ali Birinci, Bir İnsanla Karşılaşmak Nurettin Topçu’nun Sohbetlerinden Kalanlar (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2020), 40.

[14] Nurettin Topçu, İradenin Dâvası Devlet ve Demokrasi (İstanbul: Dergâh Yayınları, İradenin, 2004), 68.

[15] Said Nursi, Mektubat (İstanbul: RNK Yayınları, 2010), 483.

[16] Nurettin Topçu, Kültür ve Medeniyet (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2014), 107.

[17] Nurettin Topçu’nun ‘Vaizler Semineri’ndeki Konuşması. Hece Dergisi, sy. 109 (2006): 470.

[18] İsmail Kara bu rapor için "müspet rapor" ifadesini kullanmıştır. [İsmail Kara, Müslüman Kalarak Avrupalı Olmak (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2017), 494.]

[19] Ehl-i Vukuf Raporları, Risale-i Nur Ve Bediüzzaman Hakkında Türk Hâkiminin Millet Adına Verdiği Kararlar. Derl: Avukat Bekir Berk, Nâşirleri: Mustafa Sungur, Said Özdemir. Ankara 1962, s.304-305.

Ayrıca bkz. s. 220. Suç Tarihi: 14/7/950 tarihinden 1954 Mayısına kadar… Karar  91 sayılı, suç raporunda Necib Fazıl Kısakürek’in ismi zikredilmektedir; Ayrıca bkz. Necmeddin Şahiner, Yazarların Kaleminden Bediüzzaman, Şahdamar Yayınları. İzmir 2009, s.134-139.

[20] Bu alıntılar hakkında geniş bilgi için bkz.: Nazlı Torun, Nurettin Topçu’nun Bilinmeyen Yönlerine Dair Bir Eser, https://www.kitaphaber.com.tr/nurettin-topcunun-bilinmeyen-yonlerine-dair-bir-eser-k4846.html   22.06.2022   

[21] Emin Işık, Nurettin Topçu Çağdaş Bir Dervişin Dünyası (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2019), 92.

[22] Emin Işık, Nurettin Topçu Çağdaş…, 98.

[23] Hüseyin Karaman, Nurettin Topçu (İstanbul: Kaynak Yayınları, 2010), 25.

[24] Kemal Ural, "İnsan Nurettin Topçu", Hece Dergisi, sy. 109 (2006): 369.

[25] Mehmet Sılay, Fikir Dünyamızın Yıldızlarından Nureddin Topçu (İstanbul: Düşün Yayıncılık, 2010) s.18.

[26] Geniş bilgi için bkz.: Ahmet Kılıç, Bilinmeyen Yönleriyle Türk Filozofu Nurettin Topçu (İstanbul: Motto Yayınları, 2020), s.65-76.

[27] Mustafa Kara, Yıldırımın Huzurunda Nurettin Topçu (Bursa: Yıldırım Belediyesi Kültür Yayınları, 2022) s.142.

[28] Ahmet Kılı, “Nurettin Topçu ve Erol Güngör’ün Ahlâki Liderlik Hakkındaki Görüşlerinin Karşılaştırmalı Analizi”, (Çorum: Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 2022), 94.

[29] Nurettin Topçu, Taşralı (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2017), 262.

[30] İhsan Dağı ve Fatih Uğur, Yalnız Demokrat Ferruh Bozbeyli Kitabı (İstanbul: Timaş Yayınları, 2009), s. 48-54.

[32] Nurettin Topçu’ya Armağan, Bekir Topaloğlu, ‘Gönlümün Dilinden’, (İstanbul: Dergâh Yayınları, 1992), s. 145.

[33] Said Nursi, Tarihçe-i Hayat (İstanbul: RNK Yayınları, 2011), 546.           

[34] Said Nursi, Mektubat (İstanbul: RNK Yayınları, 2010), 483.

YORUM EKLE