İnsanın kendisini keşfetme yolu ‘Tasavvuf’ konusunda bir mülahaza

Ebubekir Aytekin, “Ben kimim? Nerden geliyorum? Ve nereye gideceğim?” sorularına sufizm yoluyla cevap bulabilmenin yolu olarak kabul edilen tasavvufa dair yazdı.

İnsanın kendisini keşfetme yolu ‘Tasavvuf’ konusunda bir mülahaza

Tasavvuf (Arapça: تَصَوُّف tasawwuf, Farsça: تصوف tasavvof,) Fransızca ve İngilizce Sufism veya Sûfîlik (Arapça: صُوفِية sufiyya, Farsça: صوفیگری sufigari), İslam inancında insanın akıl yoluyla erişemediği ilahî hakikatlere ve gayb âlemine ait hakikatlere manevi latifelerle ulaşma yolu olarak bilinmektedir.[1]

Arapçada tasavvuf kelimesinin hangi kökten geldiği konusunda iki görüş bulunmaktadır. Bir görüşe göre saflaşma anlamında “safâ” kökünden; başka bir görüşe göre ise yün elbise giyinme anlamında “suf” kökünden geldiği kabul edilmektedir. Hz. Peygamberin evinin yanında Suffe denilen mekânda kalarak eğitim gören ve kendilerine Ashab-ı Suffe denilen sahabelerden dolayı da bu ismin kullanıldığı görüşü de tasavvuf çevresince kabul görmüştür.[2] 

Sufizm’in tanımı gerek İslam ve gerekse İslam öncesi yaşamış olan mutasavvıflarca farklı şekillerde yapılmıştır. Bu tanımlardan birine göre, Sufizm, insanın akıl yoluyla erişemediği ilahî hakikatleri ve gayb âlemine ait hakikatleri manevi latifelerle arama yoludur. Tarih boyunca tasavvufun hedefi insanı manen ve ruhen kâmil hale getirmek yani insan-ı kâmil yetiştirmektir. İslam inanışına göre, ise Sufizm kişiliği kötü huylardan temizleyip, ruhu pak edip olgunluk ve kemale erme yoludur.[3]

Tasavvuf insanın kendisini keşfetme yoludur. “Ben kimim? Nerden geliyorum? Ve nereye gideceğim?” sorularına sufizm yoluyla cevap bulabilmenin yolu olarak kabul edilebilir.

Sufizm bir yaşam tarzıdır, hayata farklı bakabilmenin yoludur. Bu yaşam tarzı da tarikatlar vasıtasıyla idame ettirilir. Tarikatlar tasavvufun kurumlaşmış olgusudur.

Tasavvuf konu olarak felsefenin alanına girmekte ise de bir felsefi ekol değildir. Felsefeden farklı olarak aklı yalnızca maddi dünyada delil olarak kullanır. Tasavvufa göre metafizik âlemin anlaşılması için akıl yeterli değildir. Bunun için “nakil”e yani “vahiy”e de ihtiyaç bulunmaktadır.

İslam tarihi boyunca Tasavvufçularla Kelamcılar ve Fıkıhçılar arasında ihtilaflar ve tenkitler olagelmiştir. Hatta bu tenkitler karşılıklı olarak birbirlerini tekfir etme derecesindedir. Bunun da sebebi tasavvufçuların şeriat kalıplarının dışına taşan dini tutumları ve anlatımlarındaki hayal, sembolizm, gerçeklik karışımı ifadelerdir. Fıkıhçılar ve Kelamcılar Tasavvufçuları şu hususlarda tenkit etmişlerdir:

Ahlaki yozlaşma, Müslüman din anlayışının bozulması, İslam’ın insana bakış açısının tasavvuf eliyle bozulması, vahdet-i vücut ve tefani[4] gibi Hint kökenli tasavvufi inanışların tevhide aykırılığı, eserlerinin ilahi ilham, vahiy veya fütuhatlarla yazdırılmaları, herkesin bu sözleri ya da hakikatleri anlayamayacağı iddiaları, Kur’an’da geçen veli, zikir gibi bazı kavramların tasavvufçular tarafından farklı kullanılması vs.[5]

Oysa İslam tasavvufunda “şeriat, tarikat, marifet ve hakikat” kavramları tasavvufun temel kavramlarındandır. Bu anlamda “Şeriat olmadan tarikat olmaz.” sözü darbı mesel halinde söylenir.

Tasavvufa karşı olan bazı alimlerin görüşleri

Tasavvufi düşünce ve yaşama tarzı İslam alimlerinden daha çok Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, Takıyyüddin İbn Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye ve İbn Haldûn gibi âlimler tarafından tenkit edilmiştir. Hatta İbnü’l-Cevzî “İblîs” adlı eserinde bazı tasavvufî görüş ve uygulamaların şeytanın faaliyetlerine yardımcı olduğunu, insanları saptırıp dinden çıkardığını ileri sürmüştür.[6]

Tasavvufta Batıniliğin ve Ehl-i Beyt sevgisi, silsilelerde on iki imamın yer alması vb. sebeplerle Şiîliğin etkisinin bulunduğunu ileri sürenler de vardır. Tasavvuf esaslarının aslında Şiîlikte yer aldığını iddia eden Şiî âlimi Haydar el-Âmülî’ye göre zâhirî ve şer’î ilimler Şiîlik, Batıni ilimler ise sûfîliktir. Dolayısıyla her hakiki Şiî mutlaka sûfî, her hakiki sûfî de Şiî’dir.

Şarkiyatçılara göre tasavvuf

Şarkiyatçılara göre tasavvufun kaynağının İslâm dışında aranması gerekir. Zira şarkiyatçılara göre tasavvuf; Hıristiyanlık, Agnostisizm, Fars ve Hint mistisizmi yahut Yeni Eflatunculuktan etkilenerek doğmuştur. Tasavvuf ile Hint inançları arasındaki benzer noktalara işaret eden Bîrûnî’nin Taĥkīķu mâ li’l-Hind adlı eseri, Tasavvufun Hint kaynaklı olduğunu söyleyenlerin en önemli referansıdır. Ancak Ali Sâmî en-Neşşâr, Bîrûnî’nin ileri sürdüğü görüşleri Neşhetü’l-fikri’l-felsefî fi’l-İslâm adlı eserinde cevaplamış ve çürütmüştür. Hint kaynağı üzerinde duranlar Sir William Jones, John Malcolm, James William Graham, De Lacy Evans O’leary, Robert Charles Zaehner gibi şarkiyatçılardır.

Tasavvuftaki fenânın, bütünüyle yok oluşu ifade eden Budizm’deki Nirvana ile benzeştiği zannedilmişse de H. Ritter bu iki terim arasında benzerliğin olmadığını vurgulamış, Nicholson da Nirvana’nın olumsuz bir tavrı ifade ettiğini, fenânın ise sürekli biçimde bekā ile birlikte ele alındığı gerçeğini dile getirmiştir.[7]

David Samuel Margoliouth ise tasavvufun Hint mistisizmi ile benzerliğini yüzeysel bularak esas kaynağın Hıristiyanlıktaki ruhbanlığın teşkil ettiğini ileri sürmüştür. Tecellî ve sudûr anlayışının Hint kaynaklı olduğunu söyleyen James William Graham da amelden çok imana değer verip şeriata yönelmemeleri açısından tasavvufla Hıristiyanlık arasında benzerlik kurmuş, tasavvuftaki zühd hayatını İncil’in etkisine bağlamıştır.[8]

Tasavvufun İran kaynaklı olduğunu söyleyenlerin temel dayanağı, dış görünüşe önem veren ve felsefî tefekkür konusunda kabiliyetsiz sayılan Arapların böyle bir sistemi ortaya koyamayacağı, bunun ancak İran’ın kuzey kısmında yaşayan Aryalıların (Ârî) etkisiyle gerçekleşmiş olabileceği tezidir. Richard Hartmann, Mani Edebiyatında hak ve sıdk kelimelerinin çok sık kullanılmasından yola çıkarak bu iki hususa vurgu yapan tasavvufun eski İran dinlerinden Maniheizm’in etkisinde kaldığını iddia etmiştir.[9]

Bazı şarkiyatçılar ise tasavvufun İslâmî kökene sahip olduğunu, ancak zaman içinde yeni Eflatunculuğun etkisine maruz kaldığını belirtmektedirler. Julian Baldick’e göre Yeni Eflatunculuk önce Hıristiyanlığı etkilemiş, daha sonra Hıristiyanlığın etkisiyle doğan tasavvufa geçmiştir. Duncan Black Macdonald’a göre ise Doğu sûfîleri Budizm’in zühd anlayışından, Batı sûfîleri Hıristiyan ruhbanlığından etkilenmiş, tasavvufun teorik yönünü de Yeni Eflâtunculuk felsefesi oluşturmuştur.[10]

Bazıları ise İbrâhim b. Edhem, Şakīk-ı Belhî, Bâyezîd-i Bistâmî, Yahyâ b. Muâz er-Râzî gibi sûfîlerin Arap olmayışından yola çıkarak tasavvufun Türk ve Hint kökeninden geldiğini ve Horasan’da çıkıp yayıldığını iddia etmişlerdir.

Louis Massignon, Arthur John Arberry ve Annemarie Schimmel gibi bazı müellifler de tasavvufun Kur’an’dan çıktığını belirtmişlerdir. René Guénon, Hint ve Çin mistisizmiyle İslâm tasavvufu arasında temel çizgi ve fikirler bakımından benzerlik bulunmakla birlikte her birinin kendi geleneği içinde ayrı bir bütün olduğunu ve tasavvufun tamamen İslâm kaynağına dayandığını belirtmiştir.[11]

M. Ali Ayni’nin Tasavvuf Tarihi

Darülfünun müderrislerinden Ordinaryüs Profesör Mehmet Ali Aynî’nin “Tasavvuf Tarihi” adlı kitabı, kendisi tarafından ders notları şeklinde hazırlanmış, daha sonra da Osmanlı harfleri ile 22 Teşrinisani 1340 (Miladî 1924) tarihinde kitap haline getirilerek 1341 (Miladî 1925) yılında İstanbul’da bulunan Kütüphane-i Sûdi tarafından Vatan Matbaasında basılmıştır. Şemsettin Bilgin Hocamızla birlikte bu kitabın aslına uygun olarak ve kelimeleri de Osmanlıca olmak üzere Latin alfabesine çevrilmesi halinde Osmanlı alfabesini okumayı bilmeyenlerin de istifade edebilecekleri kanaatine vardık. Bu kanaatle de kitabı Latin alfabesiyle yazdık.

Bu kitap daha önce Hüseyin Rahmi Yananlı tarafından sadeleştirilerek günümüz Türkçesi ile İstanbul Kitabevi Yayınlarınca 1992 yılında basılmıştır. Biz de Hüseyin Rahmi Yananlı’ın bu çeviriden oldukça istifade ettik.

Mehmet Ali Ayni Bey bu kitapta tasavvufu gayet geniş bir şekilde ele almış ve tarihi bir perspektifle inceleyerek okuyucunun bilgisine sunmuştur. Kitap iki kısımdan meydana gelmektedir. Birinci kısımda Tasavvuf tarihi incelenmiş, Hindistan’da Buda Mezhebi; Mısır’da Hermes, Hermes-ül Müselles; Eski Yunan’da Pisagor, Sokrat ve Eflatun’un tasavvufi düşünceleri tafsilatlı olarak verilmiştir. Aynı bölümde Musevilikte, Yeni Eflatunculukta ve İsevilikte tasavvuf geniş bir şekilde anlatılmıştır.

İkinci bölüm ise İslam tasavvufuna ayrılmış olup bu bölümde de tasavvufun İslam tarihinde çıkışı üzerinde durulmuş, tasavvufi terimler geniş bir şekilde açıklanmış ve kitabın sonunda da istifade edilen eserler belirtilmiştir.

2014 yılında çevirdiğimiz bu kitap İstanbul’da bulunan Kayıhan Yayınları tarafından 2018 yılında yayımlanmış ve dağıtımı yapılmıştır.

Ebubekir Aytekin


[1] Özgür ansiklopedi

[2] Suffe ehli ilgili olarak aşağıdaki ayetlerin nazil olduğu kabul edilmektedir.

وَلاَ تَطْرُدِ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُم بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِم مِّن شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِم مِّن شَيْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِمِينَ

"Ve sabah akşam, Rablerinin Zat'ını dileyerek dua edenleri kovma. Onların hesabından senin üzerine, senin hesabından onların üzerine bir şey yoktur. Artık onları kovarsan, o zaman sen zalimlerden olursun”. Enam Suresi 52

وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُم بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْ تُرِيدُ زِينَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِعْ مَنْ أَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَن ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ وَكَانَ أَمْرُهُ فُرُطًا

“Sabah akşam, O'nun Vechi'ni (Zat'ını) isteyerek Rabbine dua edenlerle beraber nefsini sabırlı tut. Dünya hayatının ziynetini dileyerek gözünü onlardan çevirme! Kalbini zikrimizden gâfil kıldığımız ve hevasına (heveslerine) tâbî olan kimselere isteyerek, işinde haddi aşmış olanlara itaat etme!” (Kehf Suresi 28)

[3] a.g.e.

[4] Tefani: Kendi nefsi hislerini ve duygularını unutup kardeşlerinin meziyet ve hissiyatı ile fikren yaşamak.

[5] a.g.e.

[6] D.İ.B. İslam Ansiklopedisi

[7] a.g.e.

[8] a.g.e.

[9] a.g.e.

[10] a.g.e.

[11] a.g.e.

YORUM EKLE