İnsanlarla sohbet ve muhabbetin, bilgi-görgü alışverişin bir yolu da mektuplaşma. Onun için mektubat kitapları var. Bunu 20. yüzyılda mükemmel kullananlardan biri de Yaman Dede (1887-1962). Bir iplik tüccarının oğlu olan Diyamendi Kayseri’de dünyaya geldi. 1942’de ihtida ederek Abdulkadir Keçeoğlu adını aldı. “Yaman Dede” ismini de mesnevi dersi aldığı A. Remzi Dede vermiştir.
Yaman Dede hukuk okuyup avukat olmasına rağmen özellikle yabancı okullarda muallimliği tercih ederek adeta milli kültür/irfanımızın ve o okullardaki çocukların müdafiliğini (defans) deruhte etmiş, üstlenmiş.
Bu mektuplardan bazılarını bilebildiğimiz kadarıyla ilk defa üstâd kütüphaneci Mustafa Özdamar’ın Kırkkandil Yayınları’ndan neşrettiği kitabında;
“Ünlü Mektubât (Mektublar) sahibleri: Gavsı’azam Abdulkâdir Geylâni, İnsanlığın pîri Mevlâna Celâledin-i Rûmî, İmam-ı Rabbânî Ahmed Faruk Serhendîi İmam Muhammed Masûm, Muhammed Murad-ı Buhârî ve daha niceleri, mektupla öğretim usülünün pirleridir.” der.
Kitabın üçüncü bölümündeki, Hâk âşığı Yaman Dede’nin öğrencilerine ve dostlarına yazdığı mektuplardan birer ikişer paragraf seçtik. Bu mektuplarda talebelerini “beni görmek isterseniz mektup yazın” diyerek yazmaya teşvik eder. Hâlen dahi okuyana hitap ve tesir eden, muhtevası edebi ve tasavvufi mektuplar çok manidârdır. Takriben seksen sene evvel yazılmış mektuplardan meraklısına tattırmak istedik. Merhum Abdurrahim Karakoç, Hasan’a Mektuplar Kitabında; “Mektup yazdım Hasan’a Ha Hasan’a ha sana” diyor. Biz de Yaman Dede’nin mektuplarını bize de yazılmış kabul ederek zevkle okuyup istifade edebiliriz.
***
Neriman! Hayata, istikbâlin enginlerine endişeli nazarlarla bakıyor gibisin.
Ömrümüzde fırtınalar olmaz mı? diyeceksin
Olur yavrum, fırtınalar, kasırgalar, sarsıntılar olur, elbette. Bir an kâinat pembeleşir, bir bakarsın her taraf kararır. Kararırsın… Sen ruhundaki endişeyi at!
Neriman, iki gözüm evlâdım! Biliyor musun, bir iki asır yaşamış gibiyim. Yarım asırlık hayatım belki bir asır hayatıdır. Bu böyledir. Zamanın akışı değişiyor. Elli senede beş günlük yol alıyoruz veyâ nâmütenâhî yılların mesafesi şimşek hızıyla akıp gidiyor, biz de gidiyoruz.
Sana yazacağım şeyler, yaşadığım hakikatlerdir. Bunların içinde okuduklarım ve okumadıklarım vardır. Okuduklarım da okumakla değil, aynı zamanda kadeh kadeh içilmek suretiyle ruhuma sindirilmiştir. Belki bunların tamamını şimdiden kavrayamayacaksınız. Şimdiden hepsini kavramanızı arzu da etmem. Yudum yudum almanız daha iyi. Ömrüm oldukça uzaktan yakından size söyleyebileceklerim daima bulunabilir ve bulunacaktır. Rabıtamız hiçbir zaman kesilmeyecektir. Bu rabıta peder ve validenizle olan rabıtadan geri kalmaz ve kalmaması lâzımdır.
***
Mevlânâ’yı okumak istediğiniz zaman, size bütün ruhumla yardıma hazırım. Manevi evlâdımsınız. Aziz bir çocuğumsunuz. Elimden gelen hizmete beni daima hazır bulacaksınız. Yalnız bu büyük bir iş için değil, herhangi bir husus için çocuklarımın müracaatlarını büyük bir memnuniyetle karşılayacağım. Mektebdeki işimiz sona erdi. Bunun için bu satırlar daha geniş bir çerçeve içindedir. Kalbim sustuktan sonra da bu satırların arasında sizlere ait en samimi, en hasretli emellerle çarpacaktır. Ruhum da asîl heyecanların, ulvi hisleri kaynaklarından alıp ruhlarımıza boşaltmakta devam edecektir. Kürsüde başladığı işe haşre kadar devam edecektir.
Nur ol, iki cihanda aziz ol evlâdım. 12.5.1943
***
Canım evlâdım Şükriyye,
1-7-944 tarihinde sana cevap yazmış ney manzumesinin de kısa bir izahını göndermiştim. Suallerinin birini cevapsız bıraktığımı, mektubu postaya verdikten sonra anladım. Hemen ikinci bir mektup ile bu sualinin de cevabını yazacaktım. Fekat belki ikinci bir mektubunu alırım diye bir müddet bekledim. Şimdi bu sualine geliyorum:
Tasvir-i Efkâr gazetesinin 15-2-942 tarihli nushasında görmüş olduğunuz manzumede iki yanlış var. (Hilkate) kelimesi (Hâlike) olacak (ilham) da yanlış, (elhan) olacaktır. Kıt’ayı mısra mısra okuyalım. 21.7.1944
***
Aziz çocuğum Leyla,
Mektubunu aldım. Ne kadar güzel, ne kadar coşkun yazmışsın. O ne hararetli satırlar, o ne yanış, o ne samimi akış! Derinliklere öyle bir inişin var, ruhların ummanlarına öyle bir dalışın var ki...
Zayıflamak istiyorsun. Bunun çaresini öğrenmişsin. Maksadımıza ermek için, bizden evvel ermiş olanlardan çare sorarız, yana yana çare ararız. Benim saadetime gıpta ediyorsun, duyduklarımı duymak, erdiğim saadete ermek istiyorsun değil mi? Sen de bir dede olmak istiyorsun, değil mi? Ne kadar gıpta etsen haklısın. Ne kadar gıpta etsen azdır. Şunu bil ki bu fakir belki henüz ilk basamağa da varmış değilim. O ulu kişilerin kapılarının köpeği bile olamam. İşte onlar bu mertebelere nasıl ermişler, sor ve anla. Kimin rengine boyanmışlar da beşer idrakini parçalayan dereceleri bulmuşlar...
Bana gıpta ediyorsun. Dedim ya onların köpeği, uyuz köpeği olamam, böyle olduğu halde benim saadetim bile kâinat kadar. Bu saadeti nasıl bulduğumu sor benden. Bu saadete zayıflamak kadar kıymet vermez misin?
Öyle üryân gerek âvare-i sahrâ-yi cünûn,
Ki teallük dikeni dutmaya kat'a eteğin.
Halin bana müjdeler veriyor. İnşaallah pek büyük saadetlere erersin. O kadar yüksel ki gözüm seni göremesin. Seni görememek bir feragattir. Sevginin feragatten başka ölçüsü var mı? Senin saadetin üstünde titriyen gözlerin yanında benim gözlerim de vardır, hiç birinden geri kalmamak şartiyle. Gönlümün içindesin. Seni en büyük saadete ermiş görmek ihtiyaç ve iştiyakile bir an hâli olacak değilim. 26. 8. 1944
***
Aziz evlâdım Ayten Pekyalçın,
Yeni yılı kutlayan mektubunuz aldım. Çocuklarımdan gelen her mektup bana ne büyük saadetler getirir, beni ne kadar sevindirir, bilmezsiniz. Size sonsuz yıllar, saadetler, feyizler dilerim. Cenab-ı Kaadir-i Mutlak, bütün emellerinizi bin misliyle ihsan buyursun. İstidadınız küçük değil, büyük… Pek büyük elhamdülillah. Kelimeleri telaffuz ederken hasıl ettiğiniz âhenk geniş kavrayışın, derin bir sezişin müjdesini veriyor. Kafası ve kalbi mükemmel bir insansınız. Sizi tebrik ederim yavrum. Sizi tebrik eden gönlümün en derin sesidir. Sizi tebrik ederken duyduğum sevinci, iftiharı tahmin edemezsiniz. Size (evlâdım) diye hitap ederken göğsüm kabarıyor. Bu fakir hocanızın bağrından fırlıyan bu hitap en yakinlerinizin hitaplarından daha az hararetli değildir. Bu hissin dili yoktur. Sizden hayli küçük bir yaşta idim; sevgi ölçümü genişletmeye başladılar, hiç durmadan genişlettiler, genişletiyorlar. Daha doğrusu ölçüyü artırdılar. Ölçüye gelen sevginin en şiddetlisi, en yakıcısı ile dağları taşları sever oldum. Bütün kâinatı kalbimin içine hapsetmek istiyorum. Bütün varlıkları ve onların Ulu Yaratıcısını kalbimin içine, ruhumun derinliklerine çekmek istiyorum. 6.1.1945
***
Aziz evlâdım Cavidan,
Mektubunuzu ve güzel şiirlerinizi aldım. Ben de size uzun ve mes’ut yıllar, sonsuz feyizler dilerim. Ayten’e yazdığım mektubu da size gönderiyorum. Zahmet olmazsa kendisine vermenizi reca ederim. O mektubun her kelimesi ile aynı zamanda size de hitap ediyorum. İsterseniz bir kopyasını çıkarır, imzalıyarak takdim ederim. (İsterseniz) demem de fazla. Elbette istersiniz. Madem ki ikinize hitaben yazılmıştır, elbette bir suret de siz istersiniz. Pek âlâ, borcum olsun, ayrıca gönderirim size.
Size çoktandır yazmak ve çok yazmak ihtiyacını duymaktayım. Siz de Ayten de bu fakir hocanızın iç âlemile tam muhabere tesis etmiş çocuklarımdansınız. Sizlerle ne kadar iftihar etsem azdır. İftiharımın sebebi sizin naçiz bir hocanız olmamdandır. Yoksa sizlerin bu dereceye gelmenize yardım edenlerden bulunmak gibi bir sebeple iftihara hakkım yok. Üç ayda size ne verebilirim ki, benim gibi bir fakir ne verebilir ki? 6-1-945
***
Kıymetli evlâdım Yaşar,
Mektubunuzu dün aldım. Bundan evvel aziz Türkân’ın elile bir mektubunuz almıştım. Muhterem babanıza uğrayışıma zahmet adı veriyor ve (benim için bu kadar zahmete değer mi) diye soruyorsunuz.
Sizin gibi kıymetli, aziz bir çocuğum için kaçınacağım hiçbir zahmet yoktur. Evet, icâbederse zahmetten de kaçınmam. Fakat buna zahmet denir mi evlâdım.
Allah’ın bütün mahluklarına hizmet etmek için içimde kanayan, hıçkıran sonsuz iştiyaklar var. Düşününüz ki bu iştiyak aziz yavrularım için ne kadar şiddetli, ne derece yakıcıdır. Sizler için gerçekten zahmet ihtiyar edecek olsam onun zahmet olduğunu duyamam, bilakis ruhani zevkine doyamam. 6-4-945
***
Aziz çocuğum Yaşar,
Dün akşam haftalık haccımı yaptım; Hazret-i Halid İbni Zeyd Ebâ Eyyübe’l-Ensarî’yi ziyaret ettim. Her pazartesi akşam namazımı Eyyüp’te kılarım. Allah’ımın bir lutfu, Hazret-i Halid’in bir iltifatıdır. Dua edin de, aziz Yaşar, bu nimetten hiçbir zaman mahrum kalmayım.
Allah’ımızın Sevgili Habibi Peygamberimiz Efendimizin sevgilisi Hazret-i Halid’in huzurunda sizin için de ağladım, sızladım. Yavrusu yaralanmış yaralı bir kuş gibi çırpındım, inledim. İnşaallah niyazlarım kabul buyurulmuştur.
Mesnevî’de büyük müjdeler var: Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (Kullarım gözyaşı akıtınca merhametimin denizi coşar). Kurban olduğum Allah’ımın o deryası coşmuştur. İnşaallah. O coşuncaya kadar gözyaşı dökecek, deryalar vücuda getireceğim. Merhamet-i İlâhiyye deryasının coşmamasına imkân var mıdır?... 10-4-945
***
Canımın nuru, kardaşım Ziya,
Gece 3’te uyandım. Şimdi altıyı geçiyor. Üçten beri ne yaptım? Benden sorma Ziya! Aklımı alandan sor. Ulu sevgilimin eşiğinde sabahlara kadar ağladım mı, güldüm mü, hıçkırdım mı, çırpındım mı? Ben ne bileyim? Başımı taştan taşa mı vurdum, boğazlandım mı, kim bilir. Gel de o masum ve zeki gözlerinden öpeyim, yüzünü gözünü gözyaşlarımla yıkayayım. Sen sen misin, sevgilimin elçisi misin? Hem sensin hem osun değil mi? Gel bir daha ... bir daha öpeyim o gözleri.
Dün Cuma namazından sonra Habib-i Kibriyanın mahbubuna, sızlıyan kalbim veda ederken tatlı bir hitap ile irkildim: Tatlı bir kardeş sesi: Asker Mehmet...
Yanında Konya'dan yeni gelmiş şekerci Mehmet. Değirmenci Şevket Efendi de gelmiş. Fakire haber gönderiyor ki, sayım günü erkenden Uğur Oteline gideyim de, o günü birlikte geçirelim.
Bu haberi ve daveti alınca ruhumdan bir şükran feryadı koptu, bütün zerrelerim, aman Allah ... diye feryada başladı, hamdin ... şükrün feryadları.... 20.10.1945
***
Aziz çocuğum Nesrin,
Evliyûullahtan her biri bir hususta ihtisas sahibi. Büyük Mevlânâ, aşkın Sultanı. İlâhî aşkın alevden şelâlesiyle kâinatı yakıyor. Onun aşkı içime düştüğü zaman 14-15 yaşlarında bir çocuktum. Onu anlıyamadan sevdim, fakat çok, pek çok sevdim kızım. O yaşlarda değil, yarım asra yakın bir zaman onun aşkıyle yandıktan sonra bugün de Onu anlamak imkânı yok. Avrupalı âlimler teslim ediyorlar ki, insaniyet henüz Onu anlıyabilecek bir seviyeye yükselememiştir.
Talebe bazan hocasını ders haricinde de görmek ister fakat çekinir. Büyük bir şahsiyyete bağlılıkta hocasiyle birleşen, ruhunda, hocasının ruhundaki dalga uzunluğunu taşıyan talebe için görme ve görüşme ihtiyacı kat’idir. Aziz çocuklarımın gerek tahsilleri zamanında, gerek tahsillerini bitirdikten sonra ders mevzuu haricindeki edebî ve ilmî mevzularda bilgi edinmelerine -talep ve müracaat vuku buldukça- seve seve ve bütün kalbimle yardım etmekteyim. Bu benim için bir nevi ibadettir. Siz de beni görmek, bir şey sormak isterseniz, çok reca ederim hiç çekinmeden yazınız kızım. Çok iyi yetişmiş çocuklarım vardır sizin de istediğim gibi yetişmeniz için çok özenmek istiyorum. Ne zaman bir arzunuz olursa memnuniyyetle kalkar gelirim. Zahmet olur diye hatırınızdan geçmesin, sizi temin ederim ki hiç zahmet olmaz, bilakis benim için çok büyük bir memnuniyet olur. Benim, içinde bulunduğum âlemi bir gün de siz yaşarsanız o zaman anlarsınız ki sizlere hizmet etmekle, hususiyle sizin gibi eşsiz bir çocuğum, hizmet etmekle ne büyük saadetler kazanıyorum. 2.1.1947
***
Karacaahmet Mezarlığı’nda medfun bulunan Yaman Dede’yi ve ism-i şerifi geçenleri rahmetle yâdediyoruz ve Yahya Kemal’in beytiyle bitiriyoruz. Himmetleri hazır ola…
Yüz sürdü gerçi pâyine çok müselman dede
Molla-yı Rum görmedi bundan Yaman Dede
Arzu Bosnevi