Kadim Ontolojik problem
Delphi tapınağının girişinde yazan “nişçe-te-ipsum” (kendini bil) ifadesi bir dinin mensuplarına yönelik emir kipinde bir ifade. Ama aynı zamanda tüm insanları kapsayan bir problemin göstergesi. İnsanoğluna kendi mahiyetini sorgulamaya yönelik cezbedici bir davet. Varlık problemi ontolojik açıklama yönüyle din alanına girerken, bireysel arayış bakımından felsefenin kaçınılmaz konusu.
Böylesi kışkırtıcı bir d davete, varlığının neliğini merak eden, kendi mahiyeti hakkında soruları olan, cevap arayan insanın duyarsız kalması imkânsızdı. Zaten filozoflar da kendini bilme yolculuğunun maceraperest yolcuları olarak bu soruya bir şekilde muhatap oldular. Sonuç olarak varlık konusu felsefenin kadim sorunlarından biri oldu. Geçmişe baktığımızda varlık hakkında bilgi sahibi olmak, varlığı algılamak uğruna büyük çabalar verildiğini görüyoruz. Varlık konusunu açıklamak için verilen her cevap, adeta varlığın ne olmadığını gösteren bir kanıt ortaya koyuyor. Böylece varlık cevapsız kalmaya devam ederken yeni sorular ortaya çıkıyor, çözüm arayışları çözümsüzlüğü giderek bir kördüğüm haline getiriyor.
Martin Heidegger
Son yüzyılın en tartışmalı filozoflarından biri şüphesiz Martin Heidegger’dir. Heidegger, 26 Eylül 1889’da Almanya’da Baden eyaletinde doğdu. Çocukluk yıllarından itibaren dinî konulara ve felsefeye merakı, eğilimi vardı.
Heidegger, Freiburg Üniversitesinde Katolik ilahiyatı ve Hristiyan felsefesi eğitimi gördü. 1914 yılında ilk çalışması olan ve aynı zamanda doktora tezi, “Psikolojide Yargı Kuramı” ile dikkatleri çekti. 1923’te Marburg Üniversitesinde profesör oldu. 1927 yılında bu yazının konusu olan “Varlık ve Zaman” adlı ünlü eseri yayımlandı. Varlık ve Zaman, yayımlandığı tarihten itibaren yalnızca varoluşçu felsefe değil, 20. yüzyıldaki bütün felsefe tartışmaları üzerinde etkili oldu.
1933 yılından itibaren Nazilerin iktidara gelmesiyle birlikte Heidegger Nazi Partisi’ne katıldı. Bu dönemde Freiburg Üniversitesinde rektör oldu. Heidegger’i üzerinde çok durulan bir isim yapan, felsefe alanında ortaya koyduğu düşünceleri kadar yaşadığı dönemle ilgili olarak takındığı politik tutumdur. Nitekim Heidegger yaşadığı dönemde bu nedenle üniversitedeki derslerine ara vermek zorunda kaldı. Sonrasında ise Nazizm ve Antisemitizm üzerine düşünceleri nedeniyle tartışma konusu olmayı sürdürdü. Nazilere katıldığı gerekçesiyle 1945’te üniversiteden uzaklaştırıldı. Ancak 1952’de yeniden üniversiteye dönebildi. Geçmişinde yer alan bu kariyer nedeniyle tartışılan bir isim olsa da teorik çalışmaları değerini korumuş ve felsefe açısından önemini muhafaza etmiştir.
Bu konunun politik yanı bir kenarda tutulmak kaydıyla bir önemi olduğu açık. Tüm düşünürlerde olduğu gibi, yaşadığı çağ ve içinde bulunduğu koşullar Heidegger’in düşüncelerinin arka planını oluşturan önemli bir unsurdur. İkinci Dünya Savaşı koşullarında varlığın sorgulanması, sorunsuz normal zamanlarda böyle bir sorgulamanın sonuçlarından daha çarpıcı olacaktır.
Heidegger’in dili
Heidegger’i önemli yapan hususlardan biri şüphesiz onun dilidir. Ele aldığı konu böyle bir dili gerekli kıldığı için mi, yoksa özgün olma konusunda özel bir gayretten dolayı mı böyle bir dil geliştirdiği konusunda kimilerini tereddüde düşürür. Varlığın dili olarak gördüğü dili, adeta yeniden üreterek kullanır. Anlamla ilgili düşünceleriyle birlikte düşünüldüğünde kendine ait felsefi bir dil oluşturmasının kendince mantıklı açıklamaları vardır. Varlığı, dilde zamana bağlı bir eylemi dile getiren Dasein kavramı üzerinden anlamaya ve açıklamaya çalışması en dikkat çekici yaklaşımlarından biridir. Sırf bu fiil üzerinden var oluş ve zaman arasında mantıklı bir ilişki kurduğu rahatlıkla görülebilir.
Dil konusunun önemi düşüncenin ifadesinin yanı sıra anlam ve yorum konusunda da karşımıza çıkar. Heidegger’in Varlık ve Zaman’da geniş bir şekilde yer verdiği konulardan biri de anlam ve yorum konusudur. Heidegger’in Varlık ve Zaman’da kullandığı dilin çarpıcı yanlarından biri de hemen hemen her paragrafta insanı düşüncelere sürükleyen aforizmalarla dolu olmasıdır.
Varlık ve Zaman
1912 yılında çalışmalarını yazıya aktarmaya başlayan Heidegger, 1970’e kadar faal bir düşünce ve yazı hayatı yaşadı. Birçok makalesi, ders notları bulunuyor. Tüm eserleri 16 cildi buluyor. Bunların yanı sıra tüm metinleri kitaplaştığında aşağı yukarı 57 cildi bulacağı tahmin ediliyor.
Varlık ve Zaman dilimize çevrilmeden önce heyecanla beklenen bir kitaptı. İlk olarak İdea Yayınevi tarafından Aziz Yardımlı çevirisiyle 2004 yılında yayımlandı. Daha sonra, 2006 yılında Kaan H. Ökten tarafından bir başka çeviri Agora Kitaplığı yayınları arasından çıktı. Bu iki yayın Varlık ve Zaman’ı iki farklı çeviriyi karşılaştırarak okuma imkânı sundu. Heidegger kitabı “Dostluk ve hayranlık ile Edmund Husserl’e adanmıştır.” diyerek hocasına ithaf eder.
Heidegger, 1927 yılında yayımladığı Varlık ve Zaman adlı başyapıtına Platon’dan yaptığı “Açıkça anlaşılıyor ki ‘var olan’ ifadesini kullanırken tam olarak ne demek istediğinizi uzunca zamandan beri biliyorsunuz ve hatta ona aşinasınız. Bir zamanlar biz de biliyorduk ama artık tereddüte düşmüş durumdayız.” alıntısıyla başlar. Hacim olarak oldukça kapsamlı olan kitapta Heidegger, “Her ne kadar çağımızda ‘metafiziği’ tasvip etmek bir ilerleme kabul edilse de varlık sorusu günümüzde artık unutulmuştur.” der. Böylelikle bir zamanlar bildiğimiz, sonrasında hakkında tereddüte düştüğümüz ve giderek unuttuğumuz varlık sorusunu yeniden hatırlar, gündeme getirir ve hatırlatır. “Platon’a atıfta bulunmak suretiyle Heidegger aslında Batı felsefesi çerçevesinde bu probleme yaklaşacağını anlatmak istiyordu. Batı felsefesi içinde kalarak, varlık problemini yeniden sorgulamak, onun varlık tarihini tahrip etme planıydı. Çünkü ona göre, varlık tarihseldir; bu nedenle, geçmişle hesaplaşmak gerekliydi.”
Almancanın istisnai fiillerinden biri olan “Sein” fiilinden hareket ederek giriştiği bu serüvende felsefenin öteden beri kurcaladığı iki meseleyi birlikte ve ilişkilendirerek ele alır. İki zor meseleye, bir başka zor problem açısından yaklaşır. Varlık ve zaman yeterince çözümsüz konular olarak ortada dururken Heidegger buna üçüncü bir boyut ekler. Bu üçüncü boyut anlamdır. Dolayısıyla anlam ve yorum gibi meseleyi dallandırıp budaklandıran bir yolculuğa çıkar. Bu yolculukta Batı felsefe tarihindeki birçok isimle deyim yerindeyse hesaplaşır. Düşüncesinin arka planını oluşturan önemli etkenlerden biri hocası Edmund Husserl’in fenomolojisidir.
Heidegger’e göre “Varlığı tanımlarken kendimizi ve geleceğimizi de kavradığımız; kavradıklarımızı bir dünya içine yerleştirirken onların yerlerini, konumlarını ve anlamlarını kendisine göre tayin ettiğimiz temel bir zemini teşkil ettiği içindir ki ontoloji, çağın şekillendirdiği varlık algılarının sorumlusu olarak kendisine referans verilen veya kendisinden (bazen de kavramlarından) uzaklaşılan bir disiplin olmaktadır.”
Varlık ve Zaman’ın içindekiler bölümüne göz gezdirildiğinde bile insan nasıl bir gayya kuyusuyla karşı karşıya kaldığını rahatlıkla anlayabilir. Kitap bölümler, kısımlar ve ayrımların altında yer alan alt başlıklardan oluşur. Varlık sorusunun zorunluluğundan başlayarak, varlığın anlamı, ontoloji tarihi, fenomen ve logos kavramları üzerine bir yolculuk vardır. Ontolojiden hermenötiğe, zamana, mekâna, imlere kadar birçok konu kitap boyunca karşımıza çıkar. Lakırtıdan meraka, müphemlikten Nietsche’nin “düşkünlüğü”ne oradan dünyaya “fırlatılmışlık” algısına kadar felsefenin çeşitli konuları arasında sorgulayıcı bir gezi söz konusudur.
Böylesi hacimli ve düşünce dünyasını etkileyen bir kitabın herhangi bir inceleme yazısında hülasa edilemeyeceği açıktır. Nitekim, Heidegger üzerine dünyanın hemen her yerinde akademik çalışmalar devam etmektedir. Bununla birlikte Heidegger’i konu edinen özel çalışma grupları da bulunmaktadır. Varlık ve Zaman adlı eseri de bu tür çalışmalar bağlamında özel bir yer tutmaktadır. İçeriğindeki konu zenginliği ve Heidegger’in konuları ele alışındaki özgünlük düşünüldüğünde, Varlık ve Zaman’ı anlama çabalarının daha uzun süre devam edeceği açıktır. Şu ana kadar yapılan kitap ve makale çalışmalarının oluşturduğu külliyat, yazar ve kitap hakkında söylenecekleri daha da zorlaştırmaktadır. Fakat Varlık ve Zaman en temelde neyi anlatıyor sorusuna cevap vermek gerekirse şu söylenebilir. “Heidegger’in amacı, Kartezyen geleneğe bağlı olan epistemoloji temelli düalist varlık anlayışını yeniden yorumlayarak (tahrip ederek), yerine ontoloji temelli varlık kuramı geliştirmekti. Bu amacını Varlık ve Zaman adlı eserinde gerçekleştirerek çağımızın varlık kuramlarını etkiledi.”4 Bu cevap elbette konu ile ilgili muhtemel cevaplardan yalnızca biridir.
Varlık ve zaman konuları neticede hakikatine erişmenin imkânsız olduğu konular. Varlığı anlama çabası her medeniyetin, tarih boyunca büyük beyinlerinin kendine vazife edindiği konuların belki en başında gelmektedir. Martin Heidegger söyledikleriyle Batı’yı ve modern insanı elbette etkilemiştir. Fakat varlık meselesi İslam medeniyetinin öteden beri derinlemesine tartıştığı meselelerden biridir. İbn Arabi başta olmak üzere, varlıkla ilgili sarsıcı, karmaşık ve derinlikli eserlerini tanımış olmak Heidegger’in Varlık ve Zaman adlı eserini okurken insanı hiç de şaşırtmıyor. Kaldı ki, varlık ve zaman problemiyle Heidegger üzerinden tanışanların bir de dönüp mezkur külliyata bakmaları meselenin derinliklerine dalmak için iyi bir fikir takibi olacaktır.
“Nosce-te-ipsum” sözünü naklederek başlamıştık. “Kendini tanıyan Rabbini tanır.” hadisinden hareket ederek geliştirilen bir düşünce dünyamız olduğunu burada hatırlamak gerekiyor. Bunun yanı sıra “Her an şe’nde olan” ve “ol” dediğinde her şeyin oluverdiği tek, her şeye varlığını veren mutlak bir Varlık’a inanılan bir coğrafyada yaşıyoruz. Bu açıdan bakıldığında Heidegger her ne kadar Batı’nın geçmişinden ve içinden konuşuyor olsa da “Lâ Mevcude İllallah” diyen dervişlerin yaşadığı bu coğrafyada eksiğiyle gediğiyle daha iyi anlaşılması ihtimali var...
Mustafa İbakorkmaz, Düşünen Şehir dergisi