,
Fransız tarihçi Albert Sorel’e göre “Dünyada henüz keşfolunmamış iki şey vardır. Coğrafyada kutuplar, tarihte Türkler.” Bu söze bir de şerh düşülür: “Coğrafyada kutuplar keşfedileli çok oldu ama Türk Tarihi halen meçhuldür”. Wilhelm Barthold da “Türk tarihini öğrenmek için Türkiyatçı olmak kâfi değildir, Türk tarihi devrelerinde hangisi ihtiyar edilirse, ona göre, aynı zamanda ya sinolog ya arabiyatçı veya iraniyatçı ilh.. olmak iktiza eder” der.
Türk tarihinin zaman ve mekân içinde yayılış ve gelişimini gördükçe, Barthold isabet etmiş diyebiliriz. Tüm bunlar kavmiyetçilikten uzak bir biçimde tarihî ve ilmî olarak ele alındığında Sorel’in sözünün Türkler’in ya da tarihlerinin muğlaklığı için değil, halen bilinemeyişi için söylendiğini görebiliriz. Ne yazıktır ki Türk tarihine dair gerçekçi sözleri ve araştırmaları yabancı tarihçilerden öğrendik. Fakat İbrahim Kafesoğlu gibi isimler Türk tarihini keşfetmek için büyük çaba sarfetmiştir. Ötüken Neşriyat’ın Kafesoğlu serisinde yeniden bastığı Umumî Türk Tarihi Hakkında Tespitler, Görüşler, Mülahazalarkitabı da tarih dehlizlerinde Türkler’e dair bilinmeyenlere ışık tutma, yanlışları düzeltme gayesi gütmektedir.
Kitap, “Tarihimiz Üzerine Tespitler ve Umumî Mülahazalar”, “Tarih Eğitimimiz Hakkında”, “Türkler ve Medeniyet Üzerine Mülahazalar”, “Moğollar ve Cengiz Üzerine”, “Umumî Türk Tarihi ile İlgili İslam Ansiklopedisi’nde Yayınlanmış Maddeleri” isimli beş ana bölümden oluşmaktadır. Kafesoğlu, mesleğindeki 15 yılı Selçuklu Tarihi’ne, 25 yılı da Selçuklu öncesi tarihe adamıştır. Bu kitap da Kafesoğlu’nun 25 yıllık makalelerinin bir araya gelmesiyle oluşmuştur.
Türk ve Türkmen kelimesi nereden geliyor?
Türkler’e dair en merak edilen konuların başında ‘Türk’ adı gelir. Türk adını Çin yıllıklarında ilk olarak 542’de, ikinci defa 545 yılında Bumin Kağan’a elçi gönderilmesi münasebetiyle görürüz. Bir teze göre Çince’de Türk anlamına gelen “T’u-küe” Türkçe’de “miğfer” anlamındadır. Pek çok batılı Türkolog da bu tezi kabul etmiştir. Bir başka teze göre Türk “çekmek, cezbetmek” anlamındadır. İskit araştırmacılarına göreyse “deniz kıyısında oturan adam”dır. Kafesoğlu bunların hiçbirini kabul etmez. Hatta İslam kaynaklarında geçen, Türkler’in Yecüc ve Mecüc seddinin arkasında kalındığı için, “terk” edilmiş oldukları için bu ismi almış oldukları da ‘bir garip izah’tır Kafesoğlu için. Keza Nuh aleyhisselamın oğlu Yafes’in oğlu Türk efsanesine de itibar etmiyor tarihçimiz. Kaşgarlı Mahmud’a göre Türkler’e Tanrı tarafından verilen bu isim ‘olgunluk çağı’ demektir. A. Vambery’e göre Türk, “türemek” mânâsındaki “türe-” ve “törü-” kelimelerinden iştikak etmiş ve ‘yaratılmış, mahlûk’ anlamlarına gelmektedir. Barthold ise bu isim için Orhun Kitabeleri’nde geçen ‘törü’ ile yakından münasebet kurar. Kafesoğlu ise bunlardan ziyade Müller, Le Coq, Thomsen ve Nemeth gibi Türkologların iddia ettikleri “kuvvetli, güçlü” anlamını kabul ediyor. Ancak bunun ‘Türk’ adının lügat manası olduğunu, etimolojisinin olmadığını vurguluyor. Kelimeyi “törü”ye bağlamak O’na daha mantıklı geliyor.
Bir de ‘Türkmen’ adı vardır. Lisede öğretildiği üzere ‘Türk ile iman kelimesinin bir araya gelmişidir’ diyebilir miydik acaba Türkmen’e? Kafesoğlu burada da çeşitli efsaneleri ve iddiaları sıralıyor. Ardından kelimenin kök olarak “Türk” ve ek olarak “–men” den oluştuğunu teyit ediyor. Aynı zamanda Türkler’in İslamiyet’e girdikten sonra bir kısmının Türkmen olarak anıldıklarını, pek çok İslam tarihi kitabında bunun görüldüğünü kabul etse de “Türkmen Müslüman olan Türk’tür” iddiasının iknâkâr olmadığını düşünmektedir. Kaynaklara dayanarak yaptığı çalışmalardan ispatları şudur ki Türkmen kelimesi Karluklar için de kullanılmıştır, hatta Türkmen kelimesi siyasî bir tâbirdir. Nasıl ki “Kök Türk” ismi Türkler’in en kudretli zamanlarına dair bir siyasî isimse, Türkmen de Karluklar’ın en kudretli zamanlarında kullandıkları siyasî bir terimdir.
Tarihe merak artsa da üniversitelerden iyi tarihçi yetiştiğini söyleyemiyoruz
İbrahim Kafesoğlu’nun tespitlerine göre bizdeki tarih yazımı ve öğretimi büyük çoğunlukla nakilci, kısmen de öğreticidir. Bu cümleden ve devamındaki detaylardan sonra aklıma merhum Durmuş Hocaoğlu düştü. Kendisi değil son yüzyılı, klasik tarih kitaplarının bile çoğunu beğenmiyordu. “Râvi der ki, râvi der ki, râvi der ki…Bir bakış açısı sunmuyor bize râviler” deyip evvelden beri tarih ilminin genel seyrinin pek iç açıcı olmadığından yakınırdı. Kafesoğlu da modern dönem için buna benzer bir yakınmada bulunuyor. Tarihi çalışmalarımızın ekseriyetinin önemli şahsiyetlerin hayatını nakletmekten, efsaneler sunmaktan, Osmanlı’nın bir kısım siyasî olaylarını tanıtmaktan, idarî-iktisadî meselelerin belirli devrede tetkiklerini yapmaktan oluştuğunu, bu yüzden de mahdutluktan sıyrılamadığımızı belirtiyor.
Tarihin bütüncül olarak, mesele mesele ele alınmayışıdır ki tüm iyi niyetlere rağmen gerek üniversitelerimizde gerek halk kitlesinde tarih bilgisini bir kültür dayanağı vasfında artırmak, tarih şuuru ve sevgisi uyandırmak bakımından ümit edilen sonucun gerçekleşmesine mani olmaktadır. Her ne kadar halkımızda tarih sevgisinin o günden bugüne arttığını söyleyebilirsek de, popülizmden-slogandan ya da meraktan diyebiliriz, üniversitelerden iyi tarihçi yetiştiğini söyleyemiyoruz. Kafesoğlu’nun bütünlük anlayışına göre Kadızadeliler hadisesi yalnızca 4. Murad ve 4. Mehmed’in saltanat tarihleri arasında ele alındığından anlaşılamayacaktır. Çünkü Kadızade düşüncesi ve tasavvuf bu topraklarda Büyük Selçuklu’ya kadar uzanmaktadır. İyi bir tarihçi Kadızadeliler’i incelerken tasavvufa dair derin bir tarih bilgisine de sahip olmalıdır. Ayrıca günümüzde tarih bir takım insanların her konu hakkında ahkâm kesme yetkisi aldığı bir alan olarak da kullanılıyor. Kafesoğlu’nun nazikçe eleştirdiği bütünlük anlayışından uzak, Osmanlı’ya dair siyasî bilgi sahibi olan, kültür tarihçiliği yapmaya çalışan tarihçiler maalesef halka ve üniversiteli tarihçilere de kötü örnek oluyor.
Türkler’e 'göçebe' denmesinin altındaki hinlik
İbrahim Kafesoğlu ‘atlı kültür’ denilen ‘bozkır medeniyeti’nin sahibinin Türkler olduğunu söylemektedir. Coğrafi, etnografik ve lingüistik araştırmalara göre atlı kültürün beşiği Ural-Altay sahası, yani Türkler’in anayurdudur. Mâlumdur ki siyaset kelimesi Arapça’da kullanılmamaktadır ve seyis ile aynı köktendir. Binlerce atı ve atlıyı uçsuz bucaksız coğrafyalarda nizamlı halde sevk ve idare etmek elbette ki yönetmenin ilmini ve esaslı bir organizasyon melekesini oluşturabilir. Hızlı bir araca sahip olmak, bu bineği ustaca kullanmak şüphesiz ki o milletin diğer milletler üzerinde egemenliğine sebep olmuştur.
Kafesoğlu, step halkında vatan duygusunun bulunmadığı fikrinin de temelsiz olduğunu söylemektedir. Bir kısım Avrupalı tarihçinin Türkler’e ‘nomad’ (göçebe) demesinin altında bir hinlik olduğunu söylerler. Buna göre ‘nomad’ vatansızdır. Bu vatansızlık ise sınır özgürlüğünden ziyade koruma ve korunma dürtüsünün yokluğuna vurgudur. Asıl niyet ise ‘nomad’lerin gayrimedenî addedilmesidir. Eğer Türkler’in ‘nomad’, yani vatan duygusu bulunmayan, toprağını korumayan, gayrimedenî bir göçebe olduğu temellendirilirse buna göre Türkler’in Batı’daki topraklarının işgali, Anadolu’dan sürülmesi daha da kolaylaşacaktır.
Nice Müslüman’ı katleden, nice şehri yakıp yıkan Cengiz’in ismi çocuklarımıza nedne veriliyor?
İbrahim Kafesoğlu, Moğollar’ın Türkler’den sayılacağını ve Cengiz Han’ın Türk olduğunu iddia edenlere de şiddetle karşı çıkıyor. Cengiz, Türk milletinin en azılı düşmanlarından biriydi. Irk ve fizik, Çin kaynakları, iki milletin çobanlık yaptığı hayvanlar, diller tamamen farklıdır. Moğolca - Türkçe ilişkisi yaygın kanaatin aksine çok zayıftır. Günlük yaşamın temel kelimeleri kök ve ses açısından bir hayli farklılık arzetmektedir. Bununla beraber müşterek kelimelerin de tamamen komşuluktan ileri geldiğinde mutabakat vardır. Ne yazık ki halen nice Müslüman’ı katleden, nice şehri yakıp yıkan Cengiz’in ismi çocuklara verilmektedir.
Türk tarihine dair büyük meseleleri de, küçük merakları da ele alan kitap tarih sevdalıları için bulunmaz nimet. Nazarımda bu kitabın önemi yalnızca bir Türk tarihi kitabı olmasında değil. İdeolojisi çok belli ve baskın olan bir tarihçinin ilmî metodunu görmek kitaba kıymet katan etkenlerden biri. İbrahim Kafesoğlu, makalelerinde elinden geldiğince ideolojisini ve ilmîni ayırmaya çalışmış. Sadece bu bile pek çok tarihçimize örnek olacak niteliktedir.
Temenni ederiz ki bütüncül bakış açısına sahip bir tarih uzmanı çıkarırız içimizden. Yoksa tarihler ilerledikçe Kafesoğlu’nun 52 sene önceki şikayeti, tespiti geçerliliğini koruyor olacak.
Ömer Yüceller yazdı
Metinden çelişkili ifade tarzları mevcut. Öncelikle dinî bir konu anlatılacaksa Selçuklular'ın dinî mülâhazası iyi araştırılarak yazılmalıdır. Meselâ olayı anlatırken Rafîzilik demişsiniz. Neden bunun Selçuklularla bağlantısını açıklamayı da izah konusu görmediniz? Ayrıca "siyaset" kavramının kökünü iyi araştırınız. Arapça kökünden gelen siyâsat; seyislik, at bakıcılığı, devlet yönetme, yönetim" sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça sâsa ساس seyislik ve at bakımı yapan fiilinin masdarıdır.