Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı? Zihinlerimize ara sıra konuk olup bizden de başkasının zihnine intikal eden, toplumsal olarak cevap arayışında bulunduğumuz, çözüme kavuşturamadıkça daha da karmaşık bir hâle gelen bir düşünce demeti olarak kabul edebiliriz bu soruyu. Kimimizin kapısını anket sorusu olarak çalmıştır kimimizinkini ise okulda münazara sorusu olarak. Cevabı herkesçe nev-i şahsına münhasır olarak veriledursun bugün dergimizin bu sayfalarında bu sorunun hem yaşamıyla hem ilmiyle hem de bize bıraktığı eserlerle müstakil bir örneği olan bir şahsı ve eserini incelemeye alacağız; Sâdi Şirâzî ve Bostan ve Gülistan’ı.
Her ne kadar sorumuza cevap niteliğinde bir “şahıs” ve “eser”den konuşacağımızı açıklasak da aslında bu tam olarak doğru bir ifade kabul edilmez. Çünkü Bostan ve Gülistan bir yıl arayla kaleme alınmış iki ayrı kitaptır. Kitabın muhtevasını mercek altına almadan önce gelin biraz yazarı tanıyalım.
Şekerden tatlı hediye
Sâdî, yazarın adı olup “Şirâzî” Şiraz şehrinden olduğunu ifade eden künyesidir. Yazarımız Şiraz şehrinde 1213-1218 yılları arasında doğup 1292 yılında vefat etmiştir. İlk eğitimini burada aldıktan sonra eğitimini tamamlamak için Bağdat’a dönemin önde gelen ilim merkezlerinden olan Nizamiye Medresesi’ne gitmiştir. Yaklaşık olarak 34 yıl Bağdat’ta ilimle iştigal ettikten sonra Şiraz’a dönmüştür. Hayatını irşad ve hizmetle geçirmiştir. Her ne kadar yaşamı boyunca Şiraz’a gönülden bağlı olup eğitiminden sonra yine memleketine dönse de eserlerinden ve ondan bahseden diğer kaynaklardan anlaşıldığına göre Kaşgar, Doğu Türkistan, Belh, Sûmenât, Mısır, Habeşistan, Ermenistan, Anadolu, Çin, hatta Hindistan gibi yerlere seyahat etmiştir. Şiraz’a döndükten sonra dönemin önde gelen siyasi isimlerine ithafen önemli eserler kaleme almıştır. Bu eserlerden en önemli ikisi Bostan ve Gülistan’dır.
“Bostan” sebze, meyve ya da çiçek yetiştirilen bahçenin adıdır. Yazar kitabı telif gerekçesini şöyle ifade eder; “Hayatımı çok uzaklara seyahat ederek geçirdim. Her mekândan bilgelik demetleri derledim. Fakat hiçbir yerde Şiraz’daki gibi saf ve samimi kalplerle karşılaşmadım. Yolcular, dedim kendime; arkadaşlarına ikram etmek için Mısır’dan şeker getiriyorlar. Benim uçsuz bucaksız bahçeden çıkıp onlara elim boş dönmem hoş olmaz. Öyleyse ben de onlara şeker değil, şekerden daha tatlı kelimeler, düşünürlerin kitaplarına kaydettikleri şeker tadında hikmetler, bilgelikler sunayım!”
Paha biçilmez armağan: Manevî Terbiye
Şüphesiz ki yol, insanı terbiye eder. Farklı ülkelerden getirilen maddî hediyeler kısa süre içerisinde tükenecek ve ölümlü bedenlerimize hizmetten başka fayda sağlamayacak. Bu sebeple yazar yolun eza ve cefa ile kendisine verdiği manevî terbiyeyi okuyucusuna hediye etmek suretiyle paha biçilemez bir armağan vermek istemiştir. Kitap, yazarın farklı hayat tecrübelerinin manzum şekilde her bölümde konuyla alakalı hikâyeler eşliğinde anlattığı öğütler ve bilgelik kitabıdır. Bilgelik kitabı olması kendine has bir “ahlâk” anlayışını içermesini gerektirir. Yazar bu ahlâk anlayışını on farklı başlıkta açıklar, hikayelerle güzel davranış örneklerini akıcı bir biçimde anlatır ve yer yer öğütlerle kitabını zenginleştirir.
Kitaba Allah’ın yüceliği, isimleri ve sıfatlarını zikirle başlanmıştır. Akabinde Peygamberimize (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ve dört halifeye övgü de ilk bölümün tamamlayıcısı olur. Sâdi Şirâzî’nin bakış açısına göre insanların ahlâklı olmasının temelinde adalet yatar. Adaletin olmadığı yerde ahlâktan söz edilemez. Adaletin temin edicisi ise mevzubahis toplumu yöneten kimselerdir. Böylece kitabın ikinci kısmı hükümdarların görevleri ve adaletle yönetim konusuna ayrılmıştır. Kitabın en hacimli bölümü olan bu kısımda iyi bir yöneticinin öncelikle Allah’a kul olması, yönetiminde bulunduğu kimselere karşı affedici olması fakat kötülük ve adaletsizlikte bulunanlara karşı müsamaha göstermemesi gibi tavsiyeler verilir.
İkinci bölümden sekizinci bölüme kadar ise cömertlik ve iyilik, Allah aşkı ve dervişlik, alçakgönüllülük, kaderine razı olmak, kanaat ve ölçülülük, şükretmesini bilmek, bulunduğun makama uygun davranış göstermek konularına değinilir. Ahlâkî hasletler kısa bir girizgahtan sonra sade bir dille konu hakkında kıssalara değinilerek oldukça akıcı şekilde ele alınır. Kişinin güzel ahlâklı olmasının temel kaideleri böylece kıssalar eşliğinde metne yedirilmiştir. Kitap, tövbenin mahiyeti, önemi, nasıl yapılması gerektiği gibi konulara değinen dokuzuncu bölüm ve Allah’a yakarışın nasıl olması gerektiğini anlatan onuncu bölümle, en sonunda bunun pratiği yapılarak güzel dualarla sonlandırılır.
Batı dünyası İslam’ı onunla tanıdı
Gülistan ise “gül bahçesi” anlamına gelir. Bostan’ı süsleyen bu öz ve hoş eser ise içerik olarak Bostan’a benzer konularda yazılmış, hacim olarak daha kısa, şekilsel olarak hem nazım hem nesirdir. Bostan’ın tamamlanmasından bir sene sonra Sâdi’nin bir dostunun ısrarı üzerine Sâdi’nin hikmetinden insanların mahrum kalmaması gerektiği ricası üzerine yazılmıştır. Gülistan da kitabın telifinin hikâyesini anlatan kısa bir girizgahtan sonra padişahların tutum ve davranışlarının anlatıldığı bir bölümle başlar. Bunu takvalı olmak, kanaatkâr olmak, susmanın önemi, gençliğin iyi değerlendirilmesinin önemi, yaşlılık edepleri, sohbet âdâbı, terbiyeli olmanın önemi gibi konuları kapsayan sekiz bölüm takip eder. Bostan’daki gibi konular kıssalarla açıklanarak konuya hem akıcılık hem de akılda kalıcılık kazandırılmıştır. Gülistan, hem konu olarak hem içerik olarak benzerlikleri açısından Bostan’ın tamamlayıcısı kabul edilebilir.
Bostan ve Gülistan’ın Farsçası oldukça duru, özdeyişlerle, hikmetlerle dolu olup Fars dilinin zirvesini teşkil eder. Dilimizde Yunus Emre’nin şiirleri sade mi sade ama benzerini dile getirmesi nasıl ki bir o kadar zorsa, aynı şey Farsçada Sâdi için geçerlidir. Bu açıdan kitapların edebî yönü, muhtevasına ek olarak bahusus dikkat çekmektedir. Konusunun ve edebî yönünün yanı sıra bu iki kitap tüm İslâm coğrafyasına yayılmış, ahlâkın ele alındığı vazgeçilmez klasik bir başucu kitabı olmuştur. Batı dünyası İslâm’ı tanımaya Bostan ve Gülistan’dan başlamış, hayran kaldıkları İslâm ahlâkına ilk adımı Bostan ve Gülistan ile atmıştır. Bu açılardan da önemini ortaya koyarak İslâm kültür ahlâk başyapıtı olan bu eser günümüzde de başucu kitabı olarak ahlâkî ölçütümüz olmayı oldukça hak etmekte.