Mehmet Rauf 'Eylül' kitap özeti

Mehmet Rauf’un en başarılı eseri olarak kabul edilen romanda en çok aile hayatı üzerinde durulur. Yazar, eserindeki kişilerin ilişkilerini; bu ilişkilerin niteliğini ve gelişimini anlatır. Kişiler arasındaki neden sonuç ilişkisini gözler önüne serer. “Eylül”; gerçeğe dayanan, sağlam yapılı, kişilerin psikolojilerini ayrıntılı olarak inceleyen, kusursuz bir eser niteliği taşımaktadır. Tamamına Hap Kitap uygulamasından ulaşabileceğiniz kitabın özet ve ses kayıtlarına dair bilgilendirme içeriğini istifadelerinize sunuyoruz.

Mehmet Rauf 'Eylül' kitap özeti

Giriş

1900 yılında yayımlanan eser, edebiyatımızdaki ilk psikolojik romandır. “İlk eserim son üstadıma” diyerek kitabını Halit Ziya Uşaklıgil’e ithaf eden Mehmet Rauf, bu eserde Suat ile Necip’in yasak aşkını konu alır. Konu bakımından Halit Ziya’nın aynı dönemde yazılan “Aşk-ı Memnu”su ile benzerlikler barındıran “Eylül”, Mehmet Rauf’a büyük bir ün kazandırmıştır. “Eylül”; adıyla, içerdiği bilinç akışı ve iç monolog gibi teknikleriyle yenilikçi bir roman olarak kabul edilmektedir. Hayatları mutlu bir şekilde süren Suat ve Süreyya’nın karşılarına Necip çıkar ve bütün dengeler bozulur. Mehmet Rauf bu eserde aşkın ölümsüzlüğünü vurgulamaktadır.

Köşk ve Evli Çift

Süreyya ile Suat beraber oturmaktaydı. Suat, havanın güzelliğine dem vurup böyle bir havayı kaçırmamaları gerektiğini söyledi. Beş yıllık evli çift İstanbul’un en uç noktasında yer alan bir köşkte oturuyordu. Köşkte yaşamayı istemiyorlardı fakat Süreyya’nın babası yüzünden buraya hapsolmuşlardı. Babası Boğaziçi’ne veya sahile yakın bir yerde yaşamalarına razı olmamıştı. İkisi de burayı bir çöplük olarak nitelendiriyor ve Boğaziçi’nde oturmayı hayal ediyorlardı. Artık bu kırlarda gezmekten bıkmışlardı. Burası onlara bir çöl gibi görünüyordu.

Buraya on gün önce taşınmışlardı. Geldikleri günden beri çok sıkılıyorlardı. Süreyya karısına dönüp kendisinin de buradan sıkıldığını teyit etti. Karısı “Allah’ın kırı” olarak nitelendirdiği bu yerde boğulduğundan bahsetti. Şimdi Boğaziçi’nde veya Adalarda olduklarını düşünmesini istedi, denizi hayal etti. Bu kır ile Boğaziçi’ni ve Boğaziçi’nin güzelliklerini mukayese etti. O kadar hayale dalmıştı ki sanki denizin içindeydi.

Süreyya burada yaşamalarının mutluluklarına bir engel olduğundan söz etti. Elini kaldırıp “Ah, para” dedi. Parasızlık yüzünden bu hâldeydiler. Bir elli liraları olsaydı Boğaziçi’ne gidebilirlerdi fakat bu kadar parayı bulmak mümkün değildi. Ardından karısını çok sevdiğini belirtip ona güzel sözler söyledi. Başka kadınlara baktığında karısının onlara göre ne kadar güzel olduğunu belirtti. Onun yanında olduğu vakit ruhu şifa buluyordu. “Sen de olmasaydın, ölürdüm Suat…” diyerek hüzünle ürperdi.

Süreyya’nın Kuzeni: Necip

Suat bu iltifatlar karşısında sessiz kaldı. Zaten hep sessiz kalırdı bu gibi konuşmalarda. Eşini düşünmeye başladı. Onun kendisine olan sevgisini ve sahip çıkışını aklından geçirdi. Çocukluk hayatı hiç iyi geçmemişti. Anne ve babası bir türlü geçinemiyorlardı. Bu yüzden kendi karı koca hayatını güzel bulmaktaydı. Bu sırada bahçeden bir kahkaha sesi geldi. Bu ses Süreyya’nın kız kardeşi Hacer’e aitti.

Hacer’in yanında da Necip vardı. Necip Süreyya’nın kuzeniydi. Arada sırada köşke uğrayıp onlarda kalıyordu. Hacer’den söz eden Suat onun hiç kocası gibi birisi olmadığını söyledi. O biraz hoppa, kaba bir insandı ve kocası Fatin ile iyi geçinemiyordu. Süreyya bu konuda da babasını suçlu ilan ediyordu. Babasını eleştirip Hacer’in kötü bir koca bulmasına değindi. Hacer daha evliliğinin ilk yılında kocası Fatin’den soğumuş ve ondan uzaklaşmaya başlamıştı.

Suat, Necip’in Hacer’e çok iyi bir eş olabileceğini söyledi. Başıyla onayladı kocası. Bunu önceden de düşünmüşlerdi. Fakat yine Süreyya’nın babası aile içindeki evliliklere karşı olduğundan bu düşünce pek gündemde kalmamıştı. Sohbetleri bitince camı kapatıp salona geçtiler. Necip ve Hacer de yanlarına gelince bezik oynamaya başladılar. Ancak kısa bir süre sonra Necip eliyle kartları itti ve sıkıldığını söyledi. Burayı beğenmediğini açıklayan Necip yarın ilk trenle gideceğini belirtti. Suat, nereye gideceğini sorduğunda da “Ada’ya” cevabını verdi. Kuzenler arasında muhabbet devam ederken o, derin düşüncelerle boğuşmaktaydı. Necip’in “Kabahat daima aynı hayatı sürmekte…” sözünü düşündü, değişimin gerekli olduğunu hissediyordu. Bu zamana kadar olayları hep akışına bırakmışlar, hiçbir şeye müdahale etmemişlerdi. O an vefat eden çocuğunu hatırlayıp hüzünlendi. Bir çocuğun aileyi nasıl da birbirine bağladığını düşündü. Kocasının buradaki can sıkıntısına yenilip kendisini uzaklaştırabileceği ihtimalini geçirdi aklından…

Bu düşüncelerle, kocasına görünmeden babasına bir mektup yazmak istedi. Mektubunda babasından para isteyecek ve bu parayla yalı tutacaklardı. Gizlice odasına çıktı. Mektubunu yazıp babasına iletmesi için dadısına verdi. Sabah uyanınca da hizmetçiye dadısının gidip gitmediğini sordu. Dadısının gittiği haberini alınca çok mutlu oldu.

Piyano ve Yalı Mevzusu

Bir gün Necip ve Süreyya erkek erkeğe otururken hep birlikte gezmeye gitme kararı almışlardı. Fakat Suat gezme teklifini kabul etmedi. Necip’in müziği çok sevdiğini biliyordu. Onun da biraz eğlenebilmesi için piyanosunun başına geçti. Piyano tuşlarına bastıkça kocası homurdanıyor, “Sıcakta dinlenmiyor!” diyerek piyanoya karşı memnuniyetsizliğini dile getiriyordu. Hatta bazen karısının sanat aşkı olan piyanosuyla dalga da geçiyordu. Necip ise Süreyya’nın aksine piyanoyu seviyor, sanata ilgi duyuyordu. O piyano çalmaya başlayınca bir köşeye oturup onu dinliyordu. Evin içinde sürekli piyano sesleri işitiliyordu. Bu sese dayanamayan eşi kalktı ve piyanonun kapağını kapattı. Karısının yaptığı eylemi de “Musiki ile idam” olarak nitelendirdi.

Sofraya geçtiklerinde konu Boğaziçi’nden açıldı. Geçen günlerde Süreyya’nın annesi, neden para bulup Boğaziçi’nde bir yalıya yerleşmediklerini sorup kendince eğlenmişti onlarla. Bu konu sofrada yine dile geldi. Anneleri, Süreyya’nın buradan sıkılıp Boğaziçi’nde bir yalı tuttuğunu ve eşini oraya götüreceğini söyledi. Hacer bu şakaya hemen kanmıştı. Necip, Hacer’in böyle her şeye inanmasına, en ufak şeylere kapılıp peşinde gitmesine acıyordu. O güzellik bakımından Suat’tan üstündü. Fakat karakter olarak Suat, ondan çok üstteydi.

Süreyya ve Suat Necip’i İstanbul’a bırakmıyorlardı. Kendi yanlarında biraz daha kalmasını istiyorlardı. Onun kalmasını özellikle Suat istiyordu. Çünkü Süreyya’nın Necip’i ne kadar sevdiğini biliyordu. Babası para gönderirse o mutlu günlerinde onun da yanlarında olmasını istiyordu. Ayrıca yalı tutmak için ona da danışacaklardı çünkü Boğaziçi’ni çok iyi biliyordu.

Diğer akşam ona biraz bu konudan bahsetti. Kocasına bir sürpriz yapacağını belirtip onun da orada bulunmasını istediğini söyledi. Necip, Suat ile beş yıldır tanışıktı. Bu beş yıl içinde ona saygısı hep artmıştı. Zaten çok sık gelmezdi köşke. Özellikle kuzeni evlenince daha az gelmeye başlamıştı. O zamanlar okulu yeni bitirmiş ve kadınlarla ilgili hep olumsuz deneyimleri olmuştu. Kuzeninin karısını ilk gördüğünde onun da diğer kadınlar gibi olduğunu düşünmüştü. Fakat onların bu mutlu hayatını gördükçe onun ile ilgili fikirleri değişmeye başlamıştı.

Sonuç

Mehmet Rauf’un en başarılı eseri olarak kabul edilen romanda en çok aile hayatı üzerinde durulur. Yazar, eserindeki kişilerin ilişkilerini; bu ilişkilerin niteliğini ve gelişimini anlatır. Kişiler arasındaki neden sonuç ilişkisini gözler önüne serer. “Eylül”; gerçeğe dayanan, sağlam yapılı, kişilerin psikolojilerini ayrıntılı olarak inceleyen, kusursuz bir eser niteliği taşımaktadır.

Roman, yazıldığı dönemdeki insanların yaşam tarzını ve psikolojik yapılarını başarılı bir biçimde anlatması bakımından önemli bir kaynaktır. Romanı ölümsüz kılan ve klasikler arasına sokan ise yazarın ruhsal tahlillerdeki başarısıdır. Ayrıca Türk edebiyatındaki ilk psikolojik roman olma özelliği de esere ayrı bir önem kazandırmaktadır.


Devamını okumak ve dinlemek için HAP KİTAP uygulamasını indirebilirsiniz.

YORUM EKLE