'İçimizdeki Şeytan' kitap özeti

İnsanların yaptıkları kötü şeylerden sorumlu tutmaya çalıştıkları dürtüyü, “İçimizdeki Şeytan” olarak adlandıran yazar, bu şeytanın sorumluluğunun da aslında kişide olduğunu anlatır. Hap Kitap uygulamasından tamamına ulaşabileceğiniz Sabahattin Ali'nin kült eseri "İçimizdeki Şeytan"ın özeti ve ses kayıtlarına dair bilgilendirme içeriğini istifadelerinize sunuyoruz.

'İçimizdeki Şeytan' kitap özeti

Sabahattin Ali, eserlerinde toplumsal gerçeklerden faydalanmış bir yazardır. İlk basımı 1940 yılında yapılan bu eser, yaptığı toplum ve kişilik analizleri bakımından hâlâ güncelliğini korur. İnsanların yaptıkları kötü şeylerden sorumlu tutmaya çalıştıkları dürtüyü, “İçimizdeki Şeytan” olarak adlandıran yazar, bu şeytanın sorumluluğunun da aslında kişide olduğunu anlatır.

Ömer, Balıkesir’den İstanbul’a eğitim için gelen ancak okulunu yarım bırakıp çalışmaya başlayan yirmi beşinde bir delikanlıdır. Başta gençliğin verdiği heyecanla dönemin memleket meseleleri ile ilgilenip dergiler peşinde koşsa da zamanla coşku ve fikirlerini yumuşatmış, kendini yalnızca haytalığa vermiştir. Ta ki vapurda sonradan uzak akrabası olduğunu öğrendiği Macide ile karşılaşana kadar.

Macide, babasını kaybetmiş, müziğe olan yeteneği sayesinde konservatuvar eğitimi için Balıkesir’den İstanbul’a gelmiş ancak içini, şehrin çirkinliklerine açamamış bir kızdır. Bu iki uzak akraba, yalnızca yollarının kesişmesinden midir, bilinmez kısa zamanda birlikte olmaya başlarlar. Çok çabuk bir araya geldikleri için birbirlerini beraberken tanımaya başlayan Ömer ve Macide’nin ne kadar farklı olduklarını anlamaları ise uzun sürmez.

Sabahattin Ali’nin roman kahramanları üzerinde detaylıca analiz yaparak kaleme aldığı bu eserinde, insanı kötülüğe götüren şeyin “içindeki şeytan” değil, kişinin kendi iradesizliği olduğu okuyucuya anlatılır.

"İçimizdeki Şeytan" kitap özetinden bölümler:

Kadıköy Vapuru

Yirmili yaşlarının ortalarında iki arkadaş; Ömer ve Nihat, o gün öğleden önce Kadıköy’den Köprü’ye giden geminin güvertesinde sohbet ediyorlardı. Nihat, Felsefe Fakültesi’ndeki derslerinden, Ömer de postanedeki muhasebe işlerinden bahsediyordu. Kalkmak üzere olduklarında Ömer’in gözü genç bir kıza ilişti ve gördüğü anda âdeta nutku tutuldu. Ne kıpırdıyor ne bir şey söylüyordu. Nihat’ın, “Haydi iniyoruz.” diyerek sarsmasıyla kendine geldi ve “Nihat, bana bir şeyler oluyor. Ben ömrümde böyle bir güzellik görmedim. Âşık oldum! Evet, evet âşık oldum! Güzel şeyler yaşayacağım biliyorum!” diyerek Nihat’ın onu durdurmasına fırsat vermeden kıza doğru gitmeye başladı. Ömer, kıza odaklanmış dosdoğru ilerlerken kızın yanındaki kadının ona seslendiğini neredeyse duymayacaktı. “Ömer, oğlum?” sesi ile irkilip kendine geldi; seslenen uzak akrabaları Emine Teyze’ydi. Kızın onunla beraber olduğu belliydi. Hâl hatır sorduktan sonra Ömer, “Bu kim?” dercesine kızı işaret etti. “Doğru ya tanıştırmadım sizi.” dedi Emine Teyze. “Tanırsınız aslında birbirinizi; Macide, annenin büyük dayısının torunu. Gerçi sen Balıkesir’den çıktığında o küçücüktü. O yüzden tanımadın tabii, altı aydır bizde kalıyor. Piyano çalınan bir mektebe gidiyor.” dedi. Kader bu ya Ömer âşık olduğu kızın kim olduğunu hemencecik öğrenivermişti.

Konservatuvara gidiyordu, Macide. Az bir kira karşılığında Emine Teyze’sinde kalıyordu. Geçen hafta babası ölmüştü ama henüz haberi yoktu. Kızın duymayacağı şekilde söylemişti bunu, Emine Teyze. Ayrılırken de “Bir gün eve gel de sohbet edelim.” demişti. Bu teklif, Ömer için kaçırılmayacak bir fırsattı. Nihat ileride bekliyordu, ona akraba çıktıklarını söylediğinde çok şaşırdı.

Macide, birkaç gündür evdekilerin tavrında değişiklik hissediyor ama bir anlam veremiyordu. Emine Teyze’nin kocası Galip Amca, pek hoşlanmazdı Macide’nin onlarda kalmasından ama zor geçindikleri için gelen kirayı kâr sayar, sesini çıkarmazdı. İşi sıkıntıya girdiğinden elindeki birkaç parça araziyi, karısının mücevherlerini bir bir elden çıkarmak zorunda kalmıştı. Emine Teyze, satışlarda çok ağlar ama ertesi gün hemencik kendini toparlar ve gündelik hayatına devam ederdi.

Balıkesir’de kendi hâlinde büyümüş bir çocuktu, Macide. Geleni gideni eksik olmayan kocaman bir evde yaşıyorlardı. Bütün aileler kızlarını okuttuğu için o da okumuştu ama annesi, onun da okumayıp ablası gibi on beşinde evlenmesini tercih ederdi. Ancak okuduğu kitaplar, dinlediği dersler onun, elli yıl öncesinde çakılıp kalmış aile fertlerinden farklı şeyler hissetmesini ve düşünmesini sağlıyordu. Okuldaki kızların erkekler hakkında yaptıkları konuşmaları duyduğunda tiksintiyle karşılıyor, onlarla beraber olmaktansa yalnız kalmayı tercih ediyordu.

Macide’nin müziğe olan yeteneği, henüz beşinci sınıfa giderken müzik öğretmeni Necati Bey’in dikkatini çekmişti. Necati Bey, Macide’nin babasından izin alarak başka iki çocukla birlikte ona Öğretmenler Birliği’ndeki akordu bozuk piyanoda ders vermeye başlamıştı. Macide için bu dersler çocukça bir heves değildi. Okuluyla beraber piyano çalmayı da ilerletti. Necati Bey tayin olunca yerine Bedri Bey adında genç bir öğretmen geldi. Macide onunla da devam etti piyano derslerine ama öğretmenin genç olması dikkatleri başka yöne çekti. Bir gün ders çıkışı Bedri Bey, yolu postaneden geçen bir öğrencisine postaya vermesi için bir mektup verdi. Bu öğrenci, Macide idi ve mektup alışverişini gören Müdür Bey, duruma yanlış bir anlam yükledi. Bedri Bey’in çocuklara tek başına ders vermesini istemedi ve bu çalışmaları grup dersine çevirdi. Bedri, yanlış anlaşıldığını ve öğrencisinin gözünde küçük düşürüldüğünü söyleyerek tepki gösterse de Müdür Bey, “Ben sizin için doğru olanı yaptım. Bunu yapmasam daha kötü şeyler olabilirdi.” diyerek kendisini savundu.

Balıkesir’den İstanbul’a

Yapılan bu değişikliğin sebebi, okulda dilden dile yayılmaya başladı. Macide, uğradığı bu hakaret ve haksızlık karşısında çok içerledi. Odasında saatlerce ağladı, okulu bırakmayı bile düşündü. Arkadaşları çok kötü şeyler yaptıkları hâlde kendisinin böyle bir şeyle suçlanması düşüncesizlikten başka bir şey olamazdı. Kendisini toparladı ve hiçbir şey olmamış gibi okula devam etti. Uğradıkları haksızlık, bu iki kişiyi içten içe birbirlerine yakınlaştırmaya başladı. Artık Macide, Bedri Bey başka kız öğrencilerle ilgilendiğinde rahatsız olduğunu fark ediyordu. Macide’nin de müziğe yeteneği dışındaki özellikleri; elleri, gözleri ve güzelliği Bedri’nin dikkatini çekmeye başlamıştı. Ders saatlerini hevesle bekliyor ancak dikkat çekmemek için diğer öğrencilerden çok daha az ilgileniyordu onunla. İkisi de bu duygular içinde bocalarken yaz tatili geldi ve Bedri Bey İstanbul’a annesinin yanına gidip bir daha dönmedi. O günlerden geriye sadece yaşanan duyguların hatırası ve okulun son günü sınıfça çekilen bir fotoğraf kaldı.

Bir sonraki sene Bedri Bey’in yerine başka bir müzik öğretmeni geldi. Macide yeni gelen öğretmenle derslere devam edip müzikte daha da ilerledi ve okulda konserler verdi. Okul bittiğinde henüz ne yapacağını bilemeyen Macide, yaz tatilini ucuza aldıkları piyanoyu çalarak geçirdi. Hayatına yön verecek tesadüfü bekliyordu sanki... O yaz İstanbul’dan gelen uzak akraba Emine Teyze sayesinde Macide’nin hayatı bambaşka bir yöne çevrildi. Emine Teyze, kendi kızı gibi hoppa olmayan bu kızı çok sevmiş ve müziğe olan yeteneğini de görünce, geliştirebilmesi için onu yanına almak istemişti. Konservatuvara gitmek isteyen Macide, Emine Teyzeler’de yeni bir hayata başlamak üzere İstanbul’a doğru yola koyuldu.

Nihat ve Ömer, geçmişte bir gençlik dergisi çıkarmışlar ve bu vesileyle de dergileri için makale ve şiir istedikleri büyük üstadlar İsmet Şerif ve Emin Kâmil ile tanışmışlardı. Dergi çoktan batmıştı ama üstadlarla dostlukları devam ediyordu. İsmet Şerif, haftada bir gün büyük bir gazetede, memleketin iç ve dış siyaseti, ekonomisi ve edebiyatıyla ilgili yazılar yazıyordu. Küçüklüğünde boynundan aldığı bir mermi yarası, hem omuzunda hasara neden olmuş hem de en büyük romanına konu olmuştu. Emin Kâmil ise iş güç sahibi olmayan, son zamanlarda arkadaşı İsmet Şerif’e muhalefet eden, mirasyedi bir şairdi. Ömer’in böyle şeylerle ilgisi kalmamıştı ama Nihat hâlâ ilgileniyordu. İsmet Şerif’in yazı yazdığı gazetede ara sıra o da “Gençlik Hareketleri” başlıklı makaleler yazardı.

Bir akşam meyhanede toplandıklarında Nihat, vapurda Ömer’in başına gelenleri anlatmış ve yanlarındaki gençlerden bazıları onunla dalga geçmişti. Ömer ise onlara aldırmayıp o gün aldığı bir dergideki “Şeytan” isimli şiirden çok etkilendiğini, insanın içinde onu, istemediği şeyleri yapmaya iten bir güç olduğunu ancak ona rağmen iyi olmanın yolunu bulması gerektiğini anlatıyordu. Bu söylediklerini ciddiye almayan Nihat, yine alay etti onunla. Gecenin sonuna doğru Ömer, kendisini tutamayarak aniden dışarı fırladı ve Emine Teyze’nin Şehzadebaşı’ndaki evinin yolunu tuttu.

Bir sene öncesine kadar sık gelirdi, bu akraba evine. Geç olduğu zamanlar yatıya kaldığı bile olurdu ama gecenin bu saatinde oraya gitmesinin sebebi başkaydı. Gittiğinde Macide yoktu ortalıkta çünkü birkaç saat önce babasının vefatını öğrenmiş ve odasında yalnız kalmak istemişti. Zaten beklediği ısrarı geri çevirmeyerek Ömer de o gece orada kaldı. Odalardan birinde Macide’nin uyuyor olması, bu gece onu buraya çeken şeydi. Onu düşündü, hayal etti ve heyecanlandı. Kızın üzüntüsü aklına geldiğinde ise böyle şeyler düşündüğü için kendinden utandı. Ertesi gün onu teselli edebilmek ümidiyle uykuya daldı.

Devamını okumak ve dinlemek için HAP KİTAP uygulamasını indirebilirsiniz.

YORUM EKLE