Şirazlı falcı: O günden sonra bu şehirde kimse, aşkını dillendirmedi

O günden sonra bu şehirde kimse, aşkını dillendirmedi. Âşıklar yandılar ama tütmediler. Kaan Murat Yanık yazdı.

Şirazlı falcı: O günden sonra bu şehirde kimse, aşkını dillendirmedi

Şiraz’da, Hâfız’ın mezarının başındayım. Güneş, tüm azâmetiyle ben ve benim gibi büyük şairin mezarının başında toplanan ziyaretçilerin üstüne yağıyor.
Bir yanda gagasında tuttuğu kağıtlarla cik cikleyip etrafı nazarlayan bir muhabbet kuşu beri yanda ise o kuşun sahibi var; doksanlı yaşlarında kara kavruk bir ihtiyar… Adına Şirazlı Falcı diyorlar, gerçek ismini kimse bilmiyor. İşi; yanındaki muhabbet kuşunun, elindeki kâğıt destesinden çektiği kâğıtları okuyup dişsiz ağzıyla bunu yorumlamak. Şirazlı Falcı, birkaç kişinin falını yorumladıktan sonra ağlamaklı bir yüz ifadesiyle Hâfız’ın mezarına dönüp sessiz sessiz toprağı okşuyor. Sonra herkesin ondan bir hikâye beklediğini fark edince kafesin yanındaki minderlere yayılıp önümüzde duran someki mermerden yapılmış, etrafı güllerle dolu mezarı göstererek anlatmaya başlıyor: “Şair Hâfız ile sevgilisi, gürül gürül akan bir derenin kenarında oturup her zamanki gibi aşk hakkında konuşuyorlardı. Konu, dönüp dolaşıp Leyla ile Mecnun hikâyesine geldi. Kız, Hâfız’ın gözlerine bakarak; “Söyle bakalım. Sence Leyla mı çok sevdi yoksa Mecnun mu?” diye sorunca Şair Hâfız sinirlendi; “Bu da soru mu şimdi! Elbette Mecnun daha çok sevdi. Leyla için aklını kaybetti. Ailesinden vazgeçti. Herkese, canlı cansız her şeye; insanlara, hayvanlara, bitkilere, çöllere, dağa taşa, kurda kuşa Leyla’yı anlattı.

Kendisini iyileştirmek için gelen ve kolundan kan almak isteyen hekim, bıçağını çıkarıp batıracağı esnada; “Dur ey hekim! Leyla’nın canı acır. Çünkü içimde, derimin altında Leyla’dan başkası yoktur. Kalbim, tamamen onun aşkıyla kaplıdır.” diyecek kadar sevdi hem de! deyince kız gülümsedi. “Hayır, bence Leyla daha çok sevdi! Mecnun onu herkese anlatıp kalbindeki yükü hafifletirken Leyla, onu kendisine bile anlatmamış. Kalbindeki bu büyük aşk yükü büyümüş, büyümüş ve Leyla, bu yükü kimseyle paylaşmadan ölmüş.”

Şair Hâfız, sakalını kaşıyıp tebessüm etti. “Haklısın sevgilim, hiç böyle düşünmemiştim. Ama sen Leyla gibi olma sakın. Bana aşkını doya doya anlat...” deyince kız yine gülümseyip; “Ya senin aşkın?” diye sordu ve Şair Hâfız yeni yazdığı şiirini dillendirdi;

Eger ân Türk-i Şirazi bedest âred dil-i mârâ

Behâl-i hindûyeş bahşem, Semerkand ü Buhâra-ra...

(Eğer o Şirazlı Türk güzeli kalbimi tutsak ederse yanağındaki siyah ben için Semerkand ve Buhara şehirlerini feda ederim.)

Kız, şiiri duyduktan sonra sevinçten deliye döndü. Zira Şirazlı Türk güzeli kendisiydi ve yanağında simsiyah bir ben vardı. Fakat bir süre sonra yüzündeki mutluluk silinince Şair Hâfız, şaşırdı. “Sana yazdığım bu şiiri yoksa beğenmedin mi?” diye sorunca; “Beğendim, sevgilim. Beğenmem mi hiç! Fakat bunu sadece ben bileyim, başkaları duymasın.” dedi!

Şair de bunun sözünü verdi. Fakat kızın yanından ayrılıp arkadaşlarının yanına gidince şiir meclisinin kurulduğunu gördü. Şairler yeni yazdıkları şiirlerini okuyup, eğlenmekteydiler. Sıra Hâfız’a gelince kendini tutamayıp sevgilisine yazdığı şiiri okudu. Şiir o kadar beğenildi ki üç-beş gün içinde tüm şehre yayıldı. Ve nihayet ülkenin hükümdarı şiiri duyunca öfkeden çıldırdı ve derhal şiiri yazan kişinin yakalanıp huzuruna getirilmesini emretti. Muhafızlar çok kısa bir zaman sonra Şair Hâfız’ı yakalayıp hükümdarın huzuruna çıkardılar. Hükümdar, şairi tepeden tırnağa süzdükten sonra bağırarak; “Behey akılsız! Behey gafil şair! Sen kimsin ki benim canımdan çok sevdiğim şehirlerimi; Semerkandı’mı, Buhara’mı, sevgilinin yanağındaki kıytırık bene feda edersin. Ben bu iki şehri almak için aylarca savaştım, can aldım, can verdim, kan döktüm! Söyle bakalım eceline mi susadın?”

Şair Hâfız yutkundu. Makul bir cevap veremediği takdirde kellesinin gideceğini iyi biliyordu. Birden kendini toparlayıp hükümdarın gözlerine bakarak; “Hünkarım! Evvela bu bir şiirdir. Fakat şiir de olsa sizin gibi cömert ve büyük bir hükümdarın şairi de sizin gibi cömert olmalıdır. Gerekirse aşk için sevgilinin yanağındaki bir bene; Semerkand ve Buhara şehirlerini feda etmeyi bilmelidir.” deyince, hükümdarın yüzü yumuşadı. “Aferin şair! Pek kurnaz ve söz ustasısın!” deyip bir kese altınla Şair Hâfız’ı uğurladı. Fakat Hâfız’ın içi rahat değildi artık. Hükümdar her an kararını değiştirebilir, kellesini alabilirdi. Arkadaşlarının da tavsiyesiyle tedbiri elden bırakmamak adına hükümdarın öfkesi geçene kadar kimselere haber vermeden başka bir diyara gitti.

Sevgilisi onu her zaman buluştukları derenin kenarında günlerce, aylarca bekledi ama Şair Hâfız’dan hiçbir haber alamadı. Kız, hasretten iki gözü iki çeşme ağlamasının yanı sıra babası tarafından dövülüp evden atıldı. Zira Şair Hâfız’ın şiirinde geçen kızın kim olduğu artık tüm şehir tarafından bilinir olmuştu. Kızcağız günlerce, gecelerce aç-susuz kaldı, insanlar tarafından dışlandı ve o derenin kenarında yatıp kalkmaya başladı. Yıllar sonra bir sabah uyandığında karşısında sevgilisi Hâfız’ı görünce hüngür hüngür ağlamaya başladı. Bir yandan ağlıyor diğer yandan da sevgilisi Şair Hâfız’a veryansın ediyordu...

“Ey vefasız sevgilim! Bir anda ortadan kayboldun. Senden sonra başıma gelmeyen kalmadı. Adım çıktı, kovuldum, aç kaldım, üşüdüm. Peki, ben bunları çekerken sen iki satır da olsa bir mektup yazıp bana gönderemez miydin?” diye sorunca Şair Hâfız, saçlarına ak düşmüş, bir deri bir kemik kalmış sevgilisinin zayıf yüzünü ellerinin arasına alıp;

“Ey yanağındaki bir bene şehirler feda ettiğim sevgili! Aylardır göremediğim yüzünü mektup yazıp da postacıya mı gösterseydim? Kıskandım!” deyince kızın yüzü, bunca yıllık acıya rağmen yeniden gülümsedi ve oracığa yığılıp öldü.

O günden sonra bu şehirde kimse, aşkını dillendirmedi. Âşıklar yandılar ama tütmediler.

İhtiyar yani Şirazlı Falcı, hikâyesini bitirdikten sonra dinleyenlerin içinden birkaç kişinin içlendiğini gördüm. Ben de usulca ayağa kalkıp Hâfız’ın ruhu için dua okuduktan sonra hikâyenin anlatıcısı; Şirazlı falcıya selam verip başka bir diyara gitmek için yola revan oldum.

Kaan Murat Yanık

Makas dergisi, Sayı 8

YORUM EKLE