Hakk Teâlâ sözüne, Resûlün sünnetine
İnanmayan ümmete, ümmet demez Muhammed
Ahmed Yesevî
O Rasûl-i ümmî-yi Kuraşî, Fil senesi Rebîülevvelin 12. gecesi Mekke-i Mükerreme’de yetim olarak şeref-bahş-i âlem-i vücud oldu… Bir yetimin, bâ-husus fakir bir ailenin muavenetiyle geçinir bir yetimin kendiliğinden bu mertebe-i bâlâ-terîn-i kemâle vusulü, te’dîb-i ilâhî, terbiye-i Süphâni ile değil de nedir?
Bir mektebe oldu kim müdavim: Allah idi zatına muallim
Babanzade Ahmed Naim’in (1872-1934), “Sıdk-ı Muhammediyye’nin Tarihen Sübûtu” yazısından.
Rebiu’l evvel ayının bu 12. gününde, önce kendimin sonra sizlerin mevlit kandilini kutlarım. Bizlere böyle mübarek bir güne tekraren eriştirmekle lütfeden Cenab-ı Allah’a sonsuz şükürler olsun. Rabbimizden dileğimiz o dur ki İslam âlemi olarak bu mübarek günü, Allah’ın ve Sevgili Resulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) razı olacağı şekilde geçirelim. Yine Rabbimize niyazımız o dur ki bu mübarek gece, İslam ümmeti olarak birliğimize, beraberliğimize vesile olduğu gibi üzerimize kurulan tuzakların ve dağınıklığın giderilmesine de vesile olsun. Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bizlere: “Benden sonra, birbirinin boynunu vuran kâfirlere benzemeyin” uyarısını hatırlayarak sözlerimize başlayalım.
Her sene bu günlerde Mevlit Kandili münasebetiyle “Mevlid Kandili” diye bir kutlamanın İslam’da yerinin olmayacağına dair tartışma ve çekişmeler yenileniyor. İçimizden bir grup, kandil adı altındaki bu kutlamaların, özellikle de Mevlit Kandilinin bidat olduğunda ısrar ediyorlar.
Öncelikle her sene, tekrar tekrar bu tartışmayı alevlendirenlerin gerçek bilgiye ulaşmak gibi bir amaçlarının olmadığı söylenebilir. Görünen o ki bunlar bu tartışmanın kendisini tartışmayı seviyorlar. Adeta Mevlid Kandilini kutlamanın meşru olduğuna dair bir ayet inse yine kabul etmeyecekler veya Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) tekrar dirilse ve bunu kutlamanın caiz olduğunu söylese, yine caiz olmadığında ısrar edeceklerdir. Bu iddiamızın sebebi, onların bu ve benzeri ihtilaflarda takip ettikleri yöntemdir. Şayet gerçekten bu konu hakkında hakikatin peşinde olsalardı, geçmiş ulemanın yaptığı gibi kendilerinin müçtehit kabul ettikleri kişilere giderler ve konuyla ilgili olarak bir delil sunma imkânları olurdu. Diğer taraftan bu gecelere önem vermenin bidat olmadığını iddia eden bizler de kendi müçtehitlerimize gider ve delillerimizi sunardık. Nitekim tarihimizde nice çözülmez zannedilen ihtilafların bu şekilde çözüldüğüne şahit olmaktayız.
“Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in doğum gününü kutlamak, bidat ve haramdır!” diyen grup, geçmiş ulema gibi ilim edebini takmamakta, sadece bu tartışmayı devam ettirmekle kalmayıp, gözlerine kestirdikleri gençleri de kendi saflarına çekmeye çalışmaktadırlar. Netice olarak çok kolay bir şekilde çözümlenecek olan ihtilaf, çözümsüz kalmakta ve tartışma her geçen yıl büyüyerek devam etmektedir.
Bu durumda bize de bu tartışmayı yapanlar karşısında siz değerli kardeşlerimizin kullanacakları, zihin açıcı bir takım ipuçları vermek düşer.
Bir Müslüman sevincini nasıl ifade eder?
Biz diyoruz ki Allah Resulünün doğumuna sevinmek, bu neşeyi ve sevinci paylaşacak toplantılar yapmak meşrudur yani dinimiz bunu uygun görür. Ama bir şartla ki; bu neşeyi dinin “haram” kıldığı şeylerden uzak bir şekilde yaşamak gerekir. Yani bu geceyi ihya etmek amacıyla yapılan toplantılar, haram bir söz ya da davranış içermemelidir.
Bir Müslüman neşesini, sevincini Allah’ı zikrederek belli eder. Bu gece zikir meclisleri düzenlemek, Allah Resulünün şemailini, onun siretini okumak, onu sevmenin, ona uymanın, onun ahlakıyla ahlaklanmanın önemine dair yapılacak olan hatırlatmalar, duygulara tercüman olur ve kişinin kulluk şuurunu artırır.
Mevlit kutlamalarının meşru olduğuna dair bir delil olarak Mûsâ (aleyhisselam)’ın Firavun’dan kurtulduğu günde, Allah Resulünün ashabına oruç tutmalarını emretmesi gösterilebilir.
İbn Abbas’ın (radıyallahu anhuma) rivayetine göre, Resul-i Ekrem Efendimiz Medine’ye hicret ettiklerinde Muharrem’in onuncu gününde Yahudilerin oruç tuttuklarını öğrenir. Bunun sebebini sorduğunda Yahudilerden şu cevabı alır:
“Bu çok büyük bir gündür. Bugünde Allah, Mûsâ ile kavmini kurtardı. Firavun ile kavmini suda boğdu. Mûsâ da buna şükür için oruç tuttu. İşte biz de bugünün orucunu tutuyoruz.” Dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz, ‘Öyleyse biz Mûsâ’ya sizden daha yakın ve evlâyız.’ buyurdu. O günden sonra hem kendisi oruç tuttu, hem de tutulması için tavsiyede bulundu.” (Müslim, Sıyam 127) Ogün oruçlu olmayanlara da akşama kadar bir şey yiyip içmemelerini söyledi.
Mademki Allah Resulü Mûsâ (aleyhisselam)’ın Firavundan kurtulduğu o günün kutlanmasını emrediyor; bizler de Allah’ın “âlemlere rahmet” olarak gönderdiği peygamberinin doğumunu niye kutlamayalım?!
Ebû Katâde (radıyallahu anh)’den gelen bir rivayete göre Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e pazartesi günleri oruç tutmanın fazileti soruldu. O da şöyle buyurdu: “O gün, benim doğduğum, peygamber olduğum (veya bana vahiy geldiği) gündür.” (Müslim, Sıyâm 197, 198)
Bundan anlaşılıyor ki Peygamber Efendimiz, hem maddî hem de manevi kişiliğinin ortaya çıktığı pazartesi gününü, bu güzelliklerin bir takdiri ve teşekkürü olarak oruçlu geçirmeye çalışmıştır. Pek tabii olarak, Sevgili Peygamberimizin doğduğu ve peygamber olarak görevlendirildiği gün, biz ümmeti için de son derece büyük bir anlam taşır. Bu sebeple pazartesi günleri mümkün olduğunca oruçlu bulunmaya çalışmak suretiyle, hem Sevgili Peygamberimizin sünnetine uyulmuş, hem de onun bu günlere ait hatıraları yâd edilmiş olur. Zaman ve mekânların kıymeti, sahne oldukları olayların büyüklüğü ve değeri ile ölçülür. Pazartesi günü de iki cihan güneşi Peygamber Efendimizin doğumuna ve İslâm'ın ilk vahyine sahne olduğu için büyük bir kıymeti haizdir.
Bizler de bugünleri bizi Allah’a yakınlaştıracak ameller yaparak değerlendirmeliyiz. Allah Resulünün şemailini okumak veya dinlemek de bir zikirdir. Onun hayatını okumak, anlamak, ahlakını öğrenmek ve uygulamak hepsi birer zikirdir. Bu gece vesilesiyle bütün Müslümanlara hayır dualar etmek, aynı zamanda düşmanlarının hezimete uğraması için dua etmek, birlik ve beraberlik için dua etmek ibadettir. Bu mübarek gün ve gece münasebetiyle Allah Resulüne yapmış olduğumuz biatimizi yenilemek elbette ibadettir.
Amaç, Allah’ın rızasını kazanmaktır
Burada tekrar hatırlatmak gerekirse, bu toplantılar haramların işlendiği yerler olmamalıdır. Haram davranışlar barındırmamalıdır. Deniyor ki bazı yerlerdeki toplantılarda dinin esasıyla ters düşen çirkin şeyler yapılıyor. Mesela erkeklerle kadınlar iç içe, sazlı sözlü toplantılar tertip ediliyor. Bizler bu gece sevinelim, kutlayalım derken elbette bunları kastetmiyoruz.
Bizim kastettiğimiz bugünlerde öyle bir amel işleyelim ki bu, bizim Allah’a yakınlaşmamıza bir vesile olsun.
Allah Resulü (s.a.) hiç kutlamadığına göre bizim kutlamamız haram olmaz mı?
Yine bu günü kutlamayı bidat gören kardeşlerimiz şöyle bir önermeyle iddialarını kuvvetlendirmeye çalışıyorlar:
“Bu gecenin ne fazileti ne de kutlanması hakkında hiç bir rivayet yoktur! Resulüllah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in doğum gecesini ne kendisi ne ashabı ve ne de tâbiîn kutlamamışlardır! Bu bakımdan Mevlid-i Nebevi’yi kutlamanın dini yönden hiçbir dayanağı yoktur! Şayet Mevlid-i Nebevi’yi kutlamak, dine uygun bir şey olsaydı, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bunu yapardı veya kendisi yapmasa bile ümmetine bildirirdi.”
Bunun cevabı şudur:
Öncelikle Allah Resulü (sallahu aleyhi ve sellem) bir hadislerinde: “Benim sizin anlayış ve kavrayışınıza bıraktığım konularda siz de beni kendi halime bırakın. (Buhârî, İ'tisâm 2; Müslim, Hac 412, Fezâil 130-131)
Herkesin bildiği, ittifak ettiği bir usul kaidesi şöyledir:
“Allah resulünün yapmayı terk ettiği bir fiil, onun haram olduğunu göstermez.”
Mesela Nebi (aleyhisselam) kaşıkla yemek yemedi. Çünkü eliyle yemeyi tercih ediyordu. Sofrada yemek yemiyordu. Bunun yanında pek çok yiyeceği hiç yemedi. Bu durumda bunlara “haram” diyebilir miyiz?
Gece namazı mesela, Allah Resulü belli bir miktar namaz kılıyordu. Peki, bunun üstüne çıkmak mümkün değil midir? Elbette mümkündür.
Herhangi bir şey, sadece Allah Resulünün terk etmesiyle haram olmaz. Haram olması için bu konuda bir başka delil olması gerekir.
Allah Resulünü anmak, Allah’ın rızasını kazanmaya vesile olmalıdır. Yukarıda ifade edildiği üzere Allah Resulü, Mûsâ (aleyhisselam)’ın Firavundan kurtulduğu gün neşelendi ve bunu oruç tutarak kutladı. Burada etken olan şey, o güne dair sevincin ifadesiydi. Buna göre oruç tutmak, bir sevincin ifadesidir. Bir Müslüman, diğer ibadetlerden biriyle de sevincini ifade edebilir. Mesela namaz kılabilir, sadaka verebilir, salavat getirebilir, Şemail-i Şerif okuyabilir, hadis-i şerif okur.
Böyle günler ve geceler, kalbinde Allah ve Resulünün sevgisi bulunanların duygularını harekete geçirmeye vesile olur. Mesela bir anne, çocuğunun oynadığı mekânı veya birlikte gezdikleri yerleri görünce heyecanlanır, hatıraları zihninde canlanır. Bir baba çocuğuyla gittiği camiyi, onun namaz kılarken yaptığı hareketleri hatırlar ve duygulanır. Onun (sallallahu aleyhi ve sellem) sevgisini yürekten hissetmek, duygulanmak, sahih bir imanın ifadesidir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken şey, bu vesile ile Allah’ın rızasını kazanmak olmalı, haramlardan uzak durmalıdır.
Not: Bu yazının hazırlanmasında, Merhum Ramazan Bûtî’nin “Mevlit Kandili Münasebetiyle Toplanmak” adlı konuşmasından istifade edilmiştir. Bkz. https://www.youtube.com/watch?v=OI_mTG2x1eY
Fatma Çetin
FSMVÜ İslami İlimler Fakültesi Dr. Öğretim Üyesi
Kaleminize sağlık